Pandemi sürecinde, gencinden yaşlısına pek çoğumuz üst bedenlere yükseldik. Tabii gerek dünya obezite sıralamasında, gerekse beden numarasında yükselmek, hiç de arzulanan bir yükseliş değil.
CAN SIKINTISINDAN
Her 10 kişiden neredeyse 7’sini obez yapan fazla kiloların temel sebebi malum: Çok yiyoruz, az hareket ediyoruz. Tabii bir de hareketle, sporla ilgisi olmayan bir şişmanlama nedeni var: “Stres açlığı”. Kimileri bunu “duygusal açlık” olarak ifade ediyor. Aynı durumu, “strese bağlı yeme”, “duygusal nedenden yeme” olarak ifade etmek mümkün. Yani, can sıkıntısından kurtulmak için yiyoruz. Moralimiz bozulunca yiyoruz. Strese girince yine yiyoruz... Sıkıntıdan kurtulalım derken, zamanla obezite sınırına geliyoruz. Ki bu da bir dizi sağlık sorununu tetikliyor.
MADDE İLE MANA
İçimizdeki sıkıntıyı bastırmak için midemizi doldurmanın çözüm olmadığı ortada. Görünen o ki aldığımız kilolar, dertlerimizi örtmeye yetmiyor. Tüm bunlar bize bir kez daha şunu söylüyor: İnsan denen varlıkta, madde ile mana kesintisiz bir ilişki içinde. Manen aç kaldığımızda, bunu maddeyle doldurmaya çalışıyoruz. Demek ki sadece cebimizi ve midemizi değil, ruhumuzu da doldurmaya ihtiyacımız var.
BOŞ YERE ÜZÜLME
"BUGÜN bayram, erken kalkın çocuklar/ Giyelim en güzel giysileri...” Barış Manço’nun herkesçe sevilip benimsenen bayram şarkısı böyle der. Geleneksel Anadolu-Balkan kültüründe bayramlara özgü davullu-zurnalı pek çok neşeli türkü olsa da bunlar, giderek şehirleşen ülke insanı için “Bugün Bayram” kadar cazip değildi. Çünkü 1980’li yıllarda Türkiye hızla değişiyordu...
*
“Bugün Bayram” yayınlanalı tam 37 sene olmuş. 21. yüzyılın ilk çeyreğinde, bu şarkı bile artık bir nostalji nesnesi. Son yıllarda yaşam alışkanlıkları ve kültür öylesine değişti ki... Düşünsenize, günümüz çocuklarına “mendil hediye etmek” ne anlama gelir? Ayrıca küçüklerin “bayram hediyelerini” görmek için büyük bir heyecanla erkenden kalkması, neşeyle “bayramlıklarını” giyip bu özel güne hazırlanması, artık sık görülen bir durum değil.
DÖNÜŞEREK YAŞATILANLAR
Bayramda aile büyüklerini ziyaret edip ailece bayramlaşmak ise en fazla yaşatılan gelenek (Ki o da aynı şehirde olmak kaydıyla). Dedeler-nineler, torunlarına “bayram harçlığı” verme alışkanlığını devam ettiriyor. Zaten bayramlaşma, pek çok ailede “el öpme”nin görüldüğü sayılı durumlardan. Pandemide sekteye uğrayan yüz yüze bayramlaşmada ağırlık, çekirdek ailede elbette. Geniş aileyi tebrik etmenin yoluysa genellikle telefon, mesaj veya görüntülü konuşmadan geçiyor. Bunda büyük şehirlerde eziyete dönüşen “bayram trafiği”nin etkisi olduğu aşikâr.
ALLAH rızası için tutulan orucuyla, ibadetiyle, hayır hasenatıyla, iftar sofralarıyla ve zengin kültürüyle “ramazan medeniyeti”nin bir yılını daha geride bıraktık. Bu ay boyunca, ruhumuzu arındırıp daha iyi insanlar olmaya gayret ettik. Bu gayeyle kuşaktan kuşağa aktarılan tavsiyelere, bugünün penceresinden bakmaya çalıştık. Gelin ramazanın son gününde, bir ay boyunca nelere niyet ettik, birlikte hatırlayalım...
* İnsanlık, ihtiyacından fazlasını tüketerek dünyayı da kirletiyor. Biz, açgözlülükten, savurganlıktan kaçınarak, ruhumuzu doyurmaya bakalım.
* Dedikodudan, ithamdan uzak duralım. “Başkasının halinden bana ne, berikinin halinden ötekine ne?” diyelim.
* Anlık tepkiler vermemeye çalışalım. Hoşgörüyle beslenen sabrımız, sinirle parlayan nefsimize galip gelsin.
* Her gecenin ardından sabahın geldiğini hatırlayıp karamsarlık illetinden korunmaya çalışalım.
"TIRYÂKÎYE tâ ki Ramazan geldi denilse / Lâ-havle-künân der eleminden, ne zamândır”. Enderunlu Vâsıf (ö. 1824) işte bu dizelerle anlatmış Osmanlı’da “elemli” tiryakilerin ramazan hallerini. Tiryakileri hicveden şiirlere göre, oruç onlara zor geldiği için, ramazanın başladığına inanamaz; ramazan hilalini görmemek için gece perdelerini örterler. Hatta ramazanın henüz başlamadığı şüphesiyle (yevm-i şek) uyanmak dahi istemezler. Nedim’in (ö. 1730) ifadesiyle “Baş kaldırmadılar öğleye dek uykudan / Yevm-i şekk zevkine hazırlanan ahbab-ı kiram”.
KULAĞI EZANDA
Ramazan mizahına konu olan tütün müptelaları oruçluyken vakit geçirebilmek için ay boyunca tespihi ellerinden düşürmezler... Hemen hepsinin kulağı, okunacak akşam ezanındadır: “Etrafına keyf ehli nola göz kulak olsa / Gûş u nigahi (kulağı-bakışı) vakf-ı minârât-ı ezândır”. Kimileri iftar topunu duyar duymaz nargilenin başına oturur... Bazısı kokusu burnunda tüten kahvesine kavuşur... Kimileri de gün boyu tatlı bir şeyler yemenin özlemini çekmektedir: “Ehl-i keyfe helva çörek / Tepsi ile ballı börek / Kadayıfa ek şekeri / Ehl-i keyfe tatlı gerek.”
TİRYAKİLİKTEN BAĞIMLILIĞA
Tiryakilerin bu halleri Osmanlı’da şakalaşma konusu olsa da sigarayla birlikte yaygınlık kazanan tütün bağımlılığı, çağımızda bir sağlık sorunu. Eski devirlerde tiye alınan “enfiye, afyon tiryakiliği” günümüzde “uyuşturucu bağımlılığı” adını taşıyor. Üstelik “bağımlılık”, artık çok daha geniş bir anlama sahip. Hekimler, çoğumuzun karbonhidrattan şekere, kakaodan kafeine kadar farklı gıda maddesine bağımlı hale geldiğini dile getiriyorlar. Ve bunların uzun vadede bedenimize verdiği zararları anlatıyorlar.
“Erişti hicranın demi/Ey mah-ı gufran (bağışlanma ayı) elveda/Ağlatmasın mı ademi/Ey mah-ı gufran elveda.” Niyazi-i Mısrî’nin ifade ettiği üzere, Kadir Gecesi ardından gelen günler, farklı bir hüzne sahne olur. “Tam da alışmıştık ramazana” diyen oruçlular, koskoca bir ayın nasıl olup da sona yaklaştığına hayret ederler. Oruç, sahur aynen devam etse bile artık akıllarda daha ziyade bayram vardır. Eski zamanlarda, bu günlerin alışveriş listesinde, ikramlıkların yanında bayram hediyeleri de yer alırdı. Elbette bu hediyeler, yıl boyu çocukların hayallerini süslerdi. Yani ramazanın son günlerinde sevinç ve hüzün iç içe olurdu.
BU DA GEÇER
Aslında hayat da biraz böyle değil mi? Bir yanda sevdiklerinden isteksizce ayrılmanın hüznü, diğer yanda gelmesini beklediğimiz sevinçli günler. Tabii arada “küçük” bir fark var: Bayramın gelişi belli olsa da gündelik hayatta sevinçlerin ne zaman geleceği meçhul. Kimimiz sıkıntılarla karşılaşınca atalarımızın “Bu da geçer ya hu!” sözünü hemen hatırlarız. Ne var ki o derdin ne zaman geçeceği aklımızı kurcalar durur: Geçecek de, ne zaman geçecek?
Aslında “zorluğun yanında bir kolaylık (İnşirah, 5)” olduğuna; işlerin yoluna gireceğine hakikaten inanabilsek üzüntüleri atlatmak daha kolay olur haliyle. En sıkıntılı zamanların bile bir gün biteceğini akılda tutmak gerekiyor. Bakın, 2 yıl sürse de nice canlar kaybedilse de tüm dünyayı altüst eden pandemi nihayete eriyor. Biz güzel günlere kavuşmak için üzerimize düşeni layıkıyla yapalım da... Eskiler bu bilinçle bir işe giriştiklerinde veya bir eseri tamamladıklarında şu sözü söylerlerdi: “Gayret bizden, tevfik (kişinin hayırlı işlerde başarıya ulaştırılması) Allah’tan.”
Sıkıntıları atlatmak insana bir rahatlama getirirken, bunun ötesine geçip başarıya ulaşmak ayrı bir sevinç vesilesidir. Öyle ki sadece kendimizin değil, sevdiklerimizin başarılarından da mutluluk duyarız. Düğünler, mezuniyet törenleri, açılışlar, hatta kimilerimiz için şampiyonluk kutlamaları... Bunların hepsi ilhamını bayramlardan alan sevinçli olaylardır. Öte yandan o sevinçlerin ardında nice hüzünlü, sıkıntılı günler, geceler yatar: Gül ve diken ayrılmaz bir ikilidir.
Yabancı ziyaretçiler, bizim “tez canlı bir millet” olduğumuzu söyler. Hakikaten hızlı, çabuk olmamız çok güzel bir haslet. Ama aceleci ve tahammülsüz olmamak koşuluyla... Yıllar önce bir doğal afet sonucunda Japonya’da kimi yerleşim birimleri perişan olmuş, halk sokaklarda kalmıştı. İlgili haberleri izlerken özellikle dikkatimi çekmişti: Herkes, yüzlerce metrelik yardım kuyruklarında, sırasının gelmesini engin bir sabırla ve düzgün şekilde bekliyordu. Bu saygı ve düzenin, ciddi bir “edep” eğitimi gerektirdiği muhakkak.
SABIR, SABIR İSTER
Sabır, kolay kazanılan bir vasıf değil. Yani, sabırlı olmayı öğrenmek de sabır gerektiriyor! Tüm dünyada okullar hemen her konuda eğitim veriyorlar. Öte yandan “sabır bilgisi” eğitimi, esasen aileden başlıyor. Üstelik sabırlı davranmayı tek başımıza öğrenmemiz de yeterli değil. Farkına varmadan hemen hepimiz birbirimize iyi-kötü örnek oluşturuyoruz. Özellikle kalabalık ortamlarda birimizin tahammülsüzlüğü, diğerlerinin de tavrını etkiliyor. Bir şeyler bir parça aksamaya görsün... İtirazlar anında yükseliyor, sesler yükselip sinirler geriliyor.
ANINDA GÖRÜNTÜ
Her şeyin dakikalar hatta saniyelerle belirlendiği çağımızda, her yeni kuşakta sabır katsayısı giderek azalıyor. Dünyanın diğer ucundaki biriyle eşzamanlı oyun oynayabilen, tek tıkla para gönderebilen bir kuşaktan sabırlı olmasını nasıl isteyeceğiz? Öyle ki bırakın sokakta sabırlı olmayı, telefonda dönen bekleme işaretini görmeye bile tahammül edemez hale geldik.
RAMAZAN nasıl Müslümanlar için en özel ay ise, Kadir Gecesi de bu ayın, hatta yılın en özel gecesidir. “Bu gece hürmetli olur/Müminlere kutlu olur/Acı sular tatlı olur/Mübarek Kadir Gecesi.” Eski devirlerde ramazan davulcuları sokak sokak dolaşıp işte böyle duyururlardı bu kutlu gecenin geldiğini. Hz. Peygamber kesin gününü bildirmese de Kadir Gecesi, genellikle ramazanın 27. gecesi olarak kabul edilir. Eskiler, “her olanı hayır, her geceyi Kadir bil” diyerek, konuyu kısa yoldan çözmüşler.
KAÇIRMAYALIM
“Her geceyi Kadir bilmek”... Yani, ‘bu geceye gösterdiğin özeni yılın her gecesinde göster... Ramazandaki ve Kadir Gecesi’ndeki edebini tüm yıla yay’... Tavsiye ne kadar incelikli olsa da gündelik hayatta bu bilince ulaşmak kolay değildir. Çünkü nefis, erteleme konusunda tam bir uzmandır: “Günler geceler torbaya mı girdi?”, “Bugün çok yorgunum”, “Acelesi yok”, “Yarın yaparım nasıl olsa”... Oysa “özel fırsat gecesi” söz konusu olduğunda, hemen herkes “Aman kaçırmayalım” havasına girer. Hani sabaha kadar özel indirimler, avantajlar sunan alışveriş geceleri var ya... İşte onun gibi.
ESENLİK DOLU
Ahmet Remzi Dede’nin “Kadrin bilen buldu şeref, bu fırsatı etme telef” dizelerinde ifade ettiği üzere bir Müslüman için Kadir Gecesi, kaçırılmayacak bir manevi fırsat gecesidir. Kişinin tam anlamıyla kendi içine döndüğü, geçmiş hatalarını tekrarlamamak üzere tövbe edip kendisinin “bir üst versiyonuna” yükselmek için içtenlikle dua ettiği gecedir bu. Bu gecede edilen duaların geri çevrilemeyeceği inancını şöyle dile getirmiş şair Nazîr: “Redd olunmaz ol gece her ki duâ eyler ise/Eylemiş anı beyân Hazret-i Kur’ân-ı Kadîm.”
*
İlk ayetleri bir Kadir Gecesi’nde inmeye başlayan Kuran şöyle der: “Biz onu (Kur’an’ı) Kadir Gecesi’nde indirdik. Kadir Gecesi’nin ne olduğunu bilir misin? Kadir Gecesi, bin aydan hayırlıdır. O gecede, Rablerinin izniyle melekler ve Ruh (Cebrail), her iş için iner dururlar. O gece, tan yerinin ağarmasına kadar esenlik doludur (Kadr, 1-5).”
"SENİN rızkınla orucumu açtım. Hamdolsun verdiğin nimetlere, sağlık ve afiyete...” Yaklaşık 45 yıldır, her ramazanda radyo ve televizyonlardan duyduğumuz iftar duası böyle der. Adeta ezbere bilinen bu duayı okumak güzeldir güzel olmasına da, “hamdolsun” temennisinin hakkını vermek özen ister.
*
Dilimizle ve halimizle şikâyeti azaltıp şükrü çoğaltmak zor zanaattır. Belki “müşteki” olma seviyemiz, MFÖ’nün “Ondan şikâyet, bundan şikâyet/Ne iştah kaldı, ne de afiyet” dediği kadar vahim olmayabilir. Ama yine de gün içerisinde küçük büyük pek çok şeyden şikâyet ederiz. Farkına varmasak da sohbetlerimizin önemli kısmı, aslında yakınmadır.
ARTSIN, EKSİLMESİN
İster temiz bir nefes, isterse yenen güzel bir yemek... Şükür, sahip olunan her şeydeki ilahi güzelliği, iyiliği görüp ondan “