Paylaş
"SENİN rızkınla orucumu açtım. Hamdolsun verdiğin nimetlere, sağlık ve afiyete...” Yaklaşık 45 yıldır, her ramazanda radyo ve televizyonlardan duyduğumuz iftar duası böyle der. Adeta ezbere bilinen bu duayı okumak güzeldir güzel olmasına da, “hamdolsun” temennisinin hakkını vermek özen ister.
*
Dilimizle ve halimizle şikâyeti azaltıp şükrü çoğaltmak zor zanaattır. Belki “müşteki” olma seviyemiz, MFÖ’nün “Ondan şikâyet, bundan şikâyet/Ne iştah kaldı, ne de afiyet” dediği kadar vahim olmayabilir. Ama yine de gün içerisinde küçük büyük pek çok şeyden şikâyet ederiz. Farkına varmasak da sohbetlerimizin önemli kısmı, aslında yakınmadır.
ARTSIN, EKSİLMESİN
İster temiz bir nefes, isterse yenen güzel bir yemek... Şükür, sahip olunan her şeydeki ilahi güzelliği, iyiliği görüp ondan “mutluluk duyma bilinci”dir. Ve aynı zamanda o nimetin artmasını talep etmektir. Nimetleri bize ulaştıran, vesile olan kişilere “teşekkür” edilir, onlara “şükran” duyulur. Hz. Peygamber bu konuda “İnsanlara teşekkür etmeyen, Allah’a da şükretmez” demiştir.
HAMDOLSUN
“Hamdolsun” ifadesi gündelik dilde şükretmekle eşanlamlı kullanılır. Ne var ki sıkıntılı durumlar sorulduğunda “hamdolsun” demek esastır. Örneğin sağlıklı biri, hatrı sorulduğunda “Şükürler olsun, hamdolsun gayet iyiyim” der. Aynı soru hasta birine sorulunca, verilecek cevap “Hamdolsun, daha iyi olacağım inşallah” olur. Bu kullanım, geleneksel olarak “Belâya hamd, nimete şükür” biçiminde özetlenir.
ŞİKÂYET DEFTERİ
Zaman zaman yanlış değerlendirilen hamd ve şükür kavramı, bir “Polyannacılık” hali değildir. Çünkü bir yanlışlığın düzeltilmesini talep etmek, “nankörlük” veya “nimete küfür” anlamına gelmez. Nitekim “şikâyet”, İslam medeniyeti yazı geleneğinde sıkça görülen bir temaydı. Bunun en meşhur örneği, Fuzuli’nin “Şikâyetname”sidir: “Selam verdim, rüşvet [isteriz] diye almadılar.” Elbette Osmanlı’da sıradan kişilerin şikâyet hakkı için, Fuzuli’ninki kadar üstün bir edebi yetenek gerekmiyordu! Herkes (Müslüman olsun olmasın) kadıya ve muhtesibe başvurmanın yanı sıra, şikâyetini en yüksek kurum olan Divan’a doğrudan iletme hakkına sahipti. Gelen tüm talepler “Şikâyet Defteri”ne kaydedilir ve değerlendirilirdi.
ALLAH’A HAVALE
Tabii bir de yüreğimizdeki “şikâyet defterleri” var... Gündelik hayattaki şikâyetlerimiz istediğimiz gibi çözülmezse o zaman konu, genellikle en yüce makama, yani “Allah’a havale” ediliyor. Oysa yalnızca şikâyet edilen meselenin çözülmesini değil, maddi-manevi her şeyi Allah’tan istemek İslamın temel ilkesidir. Kişinin sadece sıkıntıya düştüğünde Allah’ı hatırlaması, ama işleri yolunda giderken buna şükretmemesi Kuran’da çokça kınanır.
*
Gelin bundan böyle, ettiğimiz her bir şikâyete karşılık, her bir güzellik için de şükretmeyi deneyelim. Amaç kendimizi kandırmak değil, mevcut durumdan daha fazla mutluluk çıkarmak. Örneğin “Trafik çok kötüydü” dedikten sonra “Şükür, buraya ulaştık” demek gibi... Böyle söylemek doğrudan hayat koşullarımızı değiştirmez belki. Ama iç dünyamızı güzelleştireceğini tahmin etmek zor değil.
BİR ESER
EN YÜKSEK NOKTA
EĞER Marmara Denizi’nin veya İstanbul’un herhangi bir yerinden Topkapı Sarayı’nı görebiliyorsanız muhtemelen gözünüz bu yapı grubunun en yüksekteki noktasını seçecektir. İşte o gördüğünüz, “Adalet Kulesi”dir. Bu kulenin, padişahın makamından bile yüksek yapılması, elbette tesadüfi bir mimari tercih değildi. Osmanlı Devleti’nin en üst idari makamı olan “Divan-ı Hümayun” binasının yanı başındaki bu kule, “yüksek adalet” anlayışının herkesçe görülebilmesi gibi simgesel bir anlam taşıyordu.
*
Günümüzdeki biçimine II.Mahmud (ö.1839) döneminde kavuşan Adalet Kulesi’nin kaidesi çok eski dönemlerden kalmadır. Yapının girişinde yazılı, “Bir saat adaletle hükmetmek, yetmiş sene nafile ibadetten hayırlıdır” sözünün sahih bir hadis olduğu kesin değilse de, adaletin her bir dakikasının kıymetli olduğu muhakkaktır.
BİR AYET
ŞÜKREDEN ancak kendi iyiliği için şükretmiş olur; nankörlük eden de bilsin ki rabbimin hiçbir şeye ihtiyacı yoktur; o büyük kerem sahibidir. (Neml, 40)
BİR HADİS
İNSANLARA teşekkür etmeyen, Allah’a da şükretmez. (Tirmizî, Birr, 35)
Paylaş