Naci Cem Öncel

Kahramanlar geçidi

1 Temmuz 2022
Bu dünyadan bir Cüneyt Arkın, daha doğrusu bir Fahrettin Cüreklibatır geçti.

Tabii milyonların aklında, gönlünde iz bırakarak. Elbette bunun nedeni, sadece canlandırdığı kahramanlar değil, o rolleri taşıyabilmek için gösterdiği üstün çabaydı aynı zamanda. Geçirdiği nice kazalara rağmen her defasında ayağa kalkıp özveriyle kamera karşısına geçmesiydi... Üstelik Türkiye’nin en çalkantılı dönemlerinde bile, hiçbir “mahallenin” kayıtlı elemanı olmadan ve her çevreden saygı görecek şekilde durmayı bildi. Kimileri onu kıyasıya eleştirse de ismi hiçbir zaman göz ardı edilmedi.

TARİHTEN SİNEMAYA

Cüneyt Arkın’a şöhret getiren filmler içinde tarihi kahramanlık öyküleri ayrı bir yer tutar. Canlandırdığı Battal Gazi, Ebu Müslim Horasani ve Selahattin Eyyubi, İslamiyet tarihinin önemli kişiliklerindendir. Gerçi onun filmlerinde bu isimler, halk kültüründeki efsanevi yönleriyle anlatılırlar. Örneğin Selahattin Eyyubi, saltanat makamını bırakıp gizlice düşman kampına sızar; Haçlı ordusunun ikmal hattını tek başına çökertir... Çifte demiri de ipek perdeyi de tek kılıç darbesiyle ikiye ayırır... Üstelik yeri gelir, düşmanını tedavi eden bir hekim olur.

ORTAK BİLİNCİN MİMARLARI

Elbette bu heyecanlı maceraların birebir karşılığını tarih kitaplarında bulmak mümkün değil. Ama sinemanın, televizyonun, çizgi romanların olmadığı eski devirlerde, geniş kitlelerin “süper kahramanları” işte bu isimlerdi. Hemen her medeniyet, ideallerini kahramanlar üzerinden anlatmıştır. Kitleler onlardan ilham alır. İslam kültüründe de iki kahraman tipi öne çıkar: Yiğitler (gaziler) ve erenler (veliler). Bu iki kimlik bazen tek bedende buluşur ve günümüz ifadesiyle bir “süper kahraman” ortaya çıkar.

GAZİLER VE KURTARICILAR

Yazının Devamını Oku

Hayat ağacı

24 Haziran 2022
Milattan sonra 544 yılıydı. Küçük bir tohum ormanda toprağa düştü...

O tohum, yağmurlarla beslendi; yavaş yavaş kök saldı. Zamanla dalları ve yapraklarıyla göğe doğru yükseldi. Hayatta kaldığı her bir yıl için gövdesine bir halka eklendi. İşte o ağaç, kesilinceye kadar, yani tam 1392 yıl boyunca dimdik ayaktaydı.

*

Ben bu ulu ağacın gövdesini, sergilendiği parkta, 90’lı yılların sonunda görmüştüm. Onun ne kadar uzun yaşadığını, hangi olaylara tanıklık ettiğini göstermek için kesitine yazılar konmuştu. Ağacın doğum yılı olan 544’ün hemen yanı başında “570, [Hz.] Muhammed’in doğumu” yazıyordu. Ortadoğu’dan binlerce kilometre ötede, Amerika’da, bir ağacın gövdesine Hz. Peygamber’in doğum tarihinin düşülmesi, beni hayli şaşırtmıştı.

ULU BİR ÇINAR GİBİ

Ağaçlar hemen hemen tüm kültürlerde çok önemli bir manevi simgedir. Bunun en açık göstergesi, “Hayat ağacı”, “varlık ağacı”, “bilgelik ağacı” gibi benzetmelerdir. Ağaçların bilgelik sembolü olarak görülmesi boşuna değildir elbette. Onlar ne yaz sıcağında kavrulduklarında inler ne de soğuktan ayazdan şikâyet ederler. Dalları kırılır, yaprakları dökülür... Kimileri kışın âdeta ölür. Ama her baharda yeniden yeşerir, çiçek açarlar. Böylece umudun habercisidirler.

*

Ağaçlar taşlansalar bile meyve vermeye, gölgelerini sunmaya devam ederler. Faydaları, kesilseler bile son bulmaz: Ustasının elinde masa, sandalye, dolap, beşik, kaşık olurlar. Günün birindeyse sobada, ocakta yanar; yemeği pişirip insanları ısıtırlar. İşte tüm bu özellikleriyle ağaçlar, dünya dertlerine göğüs gerip her durumu olgunlukla karşılamanın, çevreye her anlamda yararlı olmanın sembolüdür.

Yazının Devamını Oku

Yapay zekânın ahlaklısı

17 Haziran 2022
Hürriyet’te geçen gün yayınlanan “Yapay Zekâ Canlandı mı?” başlıklı haberi okumuşsunuzdur.

Google’da çalışan bir mühendis, bir yapay zekâ programının öz bilinç geliştirdiğini, kendini “insan gibi” hissettiğini öne sürmüş. Şirketten bu gelişmeyi doğrulayan bir açıklama gelmese de bu haber pek çok soruyu beraberinde getiriyor: Makineler özgür irade sahibi olabilirler mi? Peki böyle olursa yapay zekâlı araçlar, “kişisel” tercihlerini neye göre belirleyecek? Onların değer yargıları nasıl olacak?

İNSAN YAPIMI BİR CANAVAR

Bu meseleler, günümüze gelinceye kadar pek çok yazarın aklını kurcalamış aslında. Örneğin 1818 tarihli Frankenstein romanı, laboratuvarda üretilen zeki bir varlığın değer yargılarından yoksun olunca nasıl acımasız bir katile dönüştüğünü anlatır. Bilim-kurgu romanlarının öncü ismi Isaac Asimov ise 1942’de, insan yapımı robotların tabi olması gereken ahlaki esasları 3 kısa maddede özetlemiş. Buna göre “Bir robot, bir insana zarar veremez ya da zarar görmesine seyirci kalamaz”. (Bu kuralı sonradan robotlar “insanlığa zarar vermez” ifadesiyle güncellemiştir). Terminatör ve Matrix gibi filmlerse, bu etik kanunların işlemediği, dolayısıyla “kötü, acımasız” makinelerin insanlara hükmettiği karanlık bir gelecek öngörür.

HAYALLER GERÇEĞE YAKLAŞINCA

Elbette tüm bunlar, “hayal ürünü” eserlerdi. Ne var ki, 2000’lerde dijital ve robotik teknolojinin hayatımızdaki etkisi gözle görülür boyuta ulaşınca, akademik dünya, bu konuda ciddi ciddi çalışmaya başladı. “Makine etiği”, “robot etiği”, “yapay zekâ etiği” gibi başlıklar, son dönemde pek çok saygın üniversitede araştırma konusu haline geldi. Özel hayatın gizliliği, sağlık verilerinin korunması, insan iradesini perdeleyen teknolojiler... Düşünürler ve biliminsanları, şimdilerde bunların “ahlaki” sınırlarını tartışıyor.

DEĞERLER OLMAZSA

Yazının Devamını Oku

Söz uçar...

10 Haziran 2022
Rivayete göre, 2000 yıl kadar önce, Romalı bir senatör “Söz uçar, yazı kalır” demiş. Bunu ilk o mu söylemiş, tam olarak belli değil. Ama tutulmayan sözlerin pratikte uçup gittiği muhakkak. Verilip de unutulan bir sözü, bul bulabilirsen!

 

Söz vermek, yani “ahit”, inanç tarihinin en temel kavramları arasındadır. Öyle ki Hıristiyanlıkta Tevrat ve İncil, “Eski Ahit” ve “Yeni Ahit” olarak anılır. Buna göre kutsal kitaplar, Allah ile insanlar arasındaki bir sözleşmedir.

İLAHİ SÖZLEŞME

Tevrat, İsrailoğulları’nın Allah’a iman edip emirlerine uyacaklarına dair söz verdiğini anlatır. Bu manevi sözlerin unutulmaması için genellikle bir alamet (sembol, nişan) belirlenmiştir. Örneğin, Hz. Nuh’la birlikte iman edip kurtulanlar, bir daha böyle büyük bir tufan olmaması için Yaradan’la sözleşirler. Bunun alameti olaraksa gökkuşağı seçilir. Hz. İbrahim’in soyundan gelen erkekler de rablerine verdikleri sözün nişanı olarak sünnet olurlar. Hıristiyanlık öğretisinde bu “karşılıklı” sözleşme, sadece bir kavmi (Yahudileri) değil, tüm insanları kapsar.

DÖNEK OLMAYIN

İslam’da da “söz, ahit” çok önemli bir kavramdır. Kuran’da insanların nefislerine yenik düşüp Yaradan’a verdikleri sözlerden dönmeleri kınanmıştır: “Verdiği sözden dönen kendi aleyhine dönmüş olur. Kim de Allah ile olan ahdine vefa gösterirse Allah ona büyük bir mükâfat verecektir (Fetih, 10).” Hz. Peygamber, anlaşmazlıkları önlemek için sözleşmelerin yazılı olmasını, eğer buna imkân yoksa sözlü anlaşmalarda tanık bulundurulmasını tavsiye etmiştir. Ayrıca sözleşme yapılan kişi Müslüman olmasa bile ahde vefanın esas olduğunu vurgulamıştır. 

SÖZÜNÜ NEDEN TUTSUN

Yazının Devamını Oku

Çevre kötü

3 Haziran 2022
Hâlâ söyleyen var mıdır bilmiyorum ama eskiden anne-babalar, çocuğunun bir yere gitmesini istemediği zaman “Evladım ben sana güveniyorum ama çevre kötü, sen gitme oraya” derlerdi.

Yani bizim iyi olmamız yetmez... Eğer çevre kötüyse durum tehlikelidir.

*

“Çevrenin kötü” olması, farklı bir anlamda sadece çocuklar-gençler değil tüm insanlık için bir tehlike aslında: Aşırı ve bilinçsiz tüketimle kirlettiğimiz gökyüzü, bize iklim krizi olarak dönerken, soluduğumuz hava her gün biraz daha kirlenirken, evimizin içi pırıl pırıl olsa ne fark eder?

VAHİM BİR TABLO

5 Haziran, BM tarafından “Dünya Çevre Günü” olarak kabul edilmiş. Demek ki insanlık bu konunun önemini 1972’de yani tam 50 yıl önce tespit etmiş. Ama ne acıdır ki aynı 50 yılda, çevre sorunlarının dünya genelinde nasıl büyüdüğüne tanıklık ettik. Artık bizzat yaşadığımız iklim krizine rağmen küresel ekonomi, çevreyi koruma maliyetini yüklenmekten kaçınıyor. Zengin ülkeler kimyasal atıklarını, çöplerini fakir ülkelere boşaltıyor. Kaldı ki gelişmekte olan ülkelerin çarpık kentleşme ve altyapı eksiklerinden kaynaklanan apayrı çevre sorunları var. Tabii çevre kirliliğinin tarıma ve hayvancılığa yansıyan boyutunu da unutmamak lazım.

TEMİZLİK ZAMANI

Yazının Devamını Oku

Boşluğu şiddetle dolduranlar

27 Mayıs 2022
Haberlerde görmüşsünüzdür, küçücük çocuklara yönelen Amerika’daki feci katliamı...

Şuurunu yitirmiş, manen kayıp bireylerin silahlı saldırıları, vicdan sahibi herkesin bir kez daha içini sızlattı. İşin acı tarafı, bu canilerin geçmişinde genellikle bir dışlanma veya küçükken şiddete maruz kalma hikâyesi görülüyor. Yani, şefkat ve ilgi eksikliğinin açtığı yaralar daha büyük yaralara neden olurken, şiddet şiddeti doğuruyor. Tabii mesele sadece bireysel silahlanmadan ve şiddetten ibaret değil. Öte yanda kitlesel savaşlar, olanca yıkıcılığıyla devam ediyor. Üstelik her savaş, sonraki kuşakları da etkileyen nefret ve intikam tohumları demek.

MODASI GEÇTİ Mİ

Tüm bu tablo bize şunu söylüyor: Çağımız şefkate, nezakete, yardımlaşmaya ve merhamete fevkalade muhtaç. Ancak kabul edelim ki tüm bunlar artık “demode” ve etkisiz kavramlar! Oysa vicdan ve sağduyu olmadığında ne hale geldiğimiz ortada: İleri teknoloji ürünü silahlar, insanları daha “gelişmiş” bir yıkıma sürüklüyor sadece. Yani biz çok farkında olmasak da medeniyet sadece maddi imkânlarla değil, “demode” kavramlar sayesinde ayakta duruyor. Dolayısıyla, insan olabilmek ve insan kalabilmek için bireysel ahlaka (etik) ihtiyacımız var. Bu nedenle insani değerlerin ve etiğin, eğitimin parçası olması kaçınılmaz.

YAŞATMAK İÇİN

Ne var ki eğitim derken bunun sadece sözde değil özde olması gerekli. “İyi insan olma” eğitiminin kökleri, hemen her medeniyette kadim dini değerlere uzanır. Örneğin “Bir insanı öldürmek, bütün insanları öldürmek gibidir (Maide, 32)” inancını gönülden özümsemiş birinin katliama kalkışması söz konusu olabilir mi? Bir Müslüman, daima yetimlere, hastalara, fakirlere, yolda kalanlara şefkat gösterip yardımcı olmakla; herkese adaletli ve merhametli davranmakla mükelleftir. Tüm bunlar, coğrafya farkı gözetmeksizin çağımızın en temel ihtiyaçları değil mi?

GÖNÜLDEN SAHİPLENMEK

Yazının Devamını Oku

Gençliği kaçırmadan

20 Mayıs 2022
HZ. Peygamber, insanın kaybetmeden önce kıymetini anlaması gereken beş şey arasında gençliği de saymıştır: “Yaşlılık gelmeden gençliğin değerini... iyi bilmelisin.” Aynı hadiste geçen “sağlık, hayat, boş zaman” kavramları da geleneksel olarak gençlikle ilişkili görülmüştür.

Yani sağlıklı, hayat dolu gençlik, pek çok açıdan insanın altın çağıdır.

TARİH YAZAN GENÇLER

İslam tarihinin yazılmaya başladığı ilk yıllarda gençler, çok önemli görevler üstlendiler. İslam karşıtı kodamanlar, inananları “bir kısım gençler ve köleler” diye azımsamaya çalışsalar da onları kaygılandıran tam da buydu aslında. Çünkü o “bir kısım gençler” kendi evlatlarından, yeğenlerinden başkası değildi. Saltanatlarının devamı olarak gördükleri gençler, bir ideal peşinde malı mülkü terk edip Medine’ye göçüyordu. Üstelik inançları uğruna her türlü fedakârlığı yapmaya hazırdılar.

*

Sonraki kuşaklar, Müslümanlığı o yılların gençlerinden dinledikleri şekliyle öğrendiler. Hz. Ali başta olmak üzere, Hz. Peygamber’in yakınında bulunan gençler, İslam’ın bilgi birikiminin temel taşları olmuşlardır. Yani, ilk dönemin Müslüman gençleri, İslam medeniyetinin kurucu unsurları arasındadır.

ONLARIN OMUZLARINDA

Yüzyıllar sonra... Üzerinde yaşadığımız bu vatan da gençlerin fedakârlıkları sayesinde bugünlere erişti. 1912–1922 arasındaki 10 yıllık savaş döneminde, hepsi bizim ailelerimizden olan milyonlarca genç hayatını Sarıkamış’ta, Çanakkale’de kaybetti. İşgal edilmiş bir ülkede, 38 yaşındaki Atatürk’ün (o tarihte Mustafa Kemal Paşa) 19 Mayıs 1919’da başlattığı Kurtuluş Savaşı, yine gençlerin tüm cephelerdeki mücadelesiyle kazanıldı. Onlar bağımsızlık uğruna, Antep’ten Dumlupınar’a kadar dört bir yanda canlarını feda ettiler.

Yazının Devamını Oku

Mülteci medeniyetleri

13 Mayıs 2022
Bilimde, teknolojide, finansta, popüler kültürde... Yaşadığımız dünyanın en güçlü ülkesi ABD değil mi?

ABD tarihi, Avrupalı göçmenlerin 1600’lerden itibaren bu topraklara yerleşmesiyle başlatılır. Onların Amerika’ya göçmeleri ardındaki nedenlerden biri, dini inançlarıydı. İnançları nedeniyle ülkelerinde baskı görmektense nice tehlikeleri göze alıp “Yeni Dünya”ya göçmeyi seçmişlerdi. Hiç şüphesiz bu, tarihteki ilk zorunlu inanç göçü değildi...

İNANÇ VE GÖÇ

Zorunlu göç, inanç tarihinin en önemli kavramlarından birisidir. Hz. Musa’nın firavunun baskısı altında ezilen Yahudileri Mısır’dan çıkarması, hep birlikte Kenan iline doğru (günümüzde İsrail) göçmeleri hem Tevrat’ta, hem de Kuran’da uzun uzadıya anlatılır. Yahudilerin zorunlu göçü bununla sınırlı kalmamış, uğradıkları işgaller sonucunda sonraki yüzyıllarda da devam etmiştir. Hatta bir kısmı Arap yarımadasındaki Yesrib şehrine yerleşmiştir. İşte o Yesrib, insanlık tarihinin en önemli “mülteci” akınına ev sahipliği yapan şehirlerden biridir.

SIĞINMACILAR ŞEHRİ

İnançları nedeniyle doğup büyüdükleri toprakları, evlerini, işlerini terk etmek zorunda kalan Müslümanlar, önce Habeşistan’a, ardından kendilerine kucak açan Yesrib şehrine hicret ettiler. Hz. Peygamber’in de Mekke’den gelişiyle birlikte Yesrib, “medeniyet” kelimesiyle aynı kökten gelen “Medine” adını aldı. İslam medeniyetinin ilk kenti ve ilk başkenti oldu. “Muhacir” yani “hicret edenler” İslami kavramlar arasında önemli yer tutarken, bu olay “hicri” takvimin başlangıcı sayıldı.

SON DURAK OSMANLI

İslamiyet’in yayılmasını sağlayan nedenlerden birisi de Müslüman olmayanların dinlerini yaşamasına olanak sağlamasıdır. Ne var ki 15. yüzyılın İspanya Krallığı, Müslümanlar ile aynı inancı paylaşmıyordu.

Yazının Devamını Oku