Söz uçar...

Rivayete göre, 2000 yıl kadar önce, Romalı bir senatör “Söz uçar, yazı kalır” demiş. Bunu ilk o mu söylemiş, tam olarak belli değil. Ama tutulmayan sözlerin pratikte uçup gittiği muhakkak. Verilip de unutulan bir sözü, bul bulabilirsen!

Haberin Devamı

 

Söz vermek, yani “ahit”, inanç tarihinin en temel kavramları arasındadır. Öyle ki Hıristiyanlıkta Tevrat ve İncil, “Eski Ahit” ve “Yeni Ahit” olarak anılır. Buna göre kutsal kitaplar, Allah ile insanlar arasındaki bir sözleşmedir.

Söz uçar...

İLAHİ SÖZLEŞME

Tevrat, İsrailoğulları’nın Allah’a iman edip emirlerine uyacaklarına dair söz verdiğini anlatır. Bu manevi sözlerin unutulmaması için genellikle bir alamet (sembol, nişan) belirlenmiştir. Örneğin, Hz. Nuh’la birlikte iman edip kurtulanlar, bir daha böyle büyük bir tufan olmaması için Yaradan’la sözleşirler. Bunun alameti olaraksa gökkuşağı seçilir. Hz. İbrahim’in soyundan gelen erkekler de rablerine verdikleri sözün nişanı olarak sünnet olurlar. Hıristiyanlık öğretisinde bu “karşılıklı” sözleşme, sadece bir kavmi (Yahudileri) değil, tüm insanları kapsar.

DÖNEK OLMAYIN

Haberin Devamı

İslam’da da “söz, ahit” çok önemli bir kavramdır. Kuran’da insanların nefislerine yenik düşüp Yaradan’a verdikleri sözlerden dönmeleri kınanmıştır: “Verdiği sözden dönen kendi aleyhine dönmüş olur. Kim de Allah ile olan ahdine vefa gösterirse Allah ona büyük bir mükâfat verecektir (Fetih, 10).” Hz. Peygamber, anlaşmazlıkları önlemek için sözleşmelerin yazılı olmasını, eğer buna imkân yoksa sözlü anlaşmalarda tanık bulundurulmasını tavsiye etmiştir. Ayrıca sözleşme yapılan kişi Müslüman olmasa bile ahde vefanın esas olduğunu vurgulamıştır. 

SÖZÜNÜ NEDEN TUTSUN

Kuran’a göre, çoğu insan görmediği alemlere (gayba) veya öldükten sonraki yolculuğa (ahirete) inanamaz. Dolayısıyla vaat edilen “mükafat” veya “ceza”, onlara “eskilerin masalları (Furkân, 5)” gibi geldiği için bir anlam taşımaz. Hal böyleyken de sözün manevi bir değeri yoktur. Söze sadakatin yegâne nedeni, dünyevi bir kayba uğramamak veya maddi kazançtır. Böyleleri bedel ödemeyeceklerine inandıklarında sözlerinden kolayca dönebilirler. İçinde sorumluluk taşımayan bir kimsenin sözü, “yemin, billah” etse bile sadece lafta kalır. Şurası çok açık... Vicdanın olmadığı yerde, bugün verilen sözden yarın dönmenin bir hükmü kalmıyor. Çünkü, “sözünü tutmak” özünde manevi bir kişisel tercih aslında.

Haberin Devamı

SÖZ, ÖZDEN GELİRSE

Günümüzde sözün kıymeti giderek azalıyor. Yani artık öyle “bir sözümüz” yetmiyor; yazılı beyanın altına imza, damga koymak gerekiyor. Gerçi insanlar, işlerine gelmediğinde bu yazılı sözleşmeleri bile ihlal ediyorlar. Vicdanın olmadığı yerde de iş, sonunda hâkime kalıyor. Polisiye tedbirler, mahkemeler, para ve hapis cezaları... Bunların hepsi aslında “içten gelen” bir medeniyet kurmaktaki aczimizin yansımaları.

*

Vicdan ve bireysel ahlak, temiz bir suyla beslenmediğinde kuruması kaçınılmaz bir bahçe. O bahçeyi besleyen manevi kaynak kesildiğinde, halimiz harap. Gelin, bizler ne bol keseden söz verip atıp tutanlardan olalım, ne de sözünden dönenlerden. Sözlerimizi iyi tutalım ki kolayca uçup gitmesinler! Unutmayalım ki kalpten söylenen sözlerin değeri daima bir başkadır.

Haberin Devamı

Söz uçar...

UNUTULAN ANLAŞMA

Çok eski zamanları anlatmak için “kalu beladan beri” diye bir deyim vardır. Peki ama giderek unutulmaya yüz tutan bu deyimdeki “kalu bela” ne demek acaba? Bu sözün kaynağı, Araf Suresi’nin 172. ayetidir: “Hani Rabbin... Ben sizin Rabbiniz değil miyim demiş ve buna kendilerini [insanları] şahit tutmuştu. Onlar da dediler ki ‘Evet (kalu bela) şahidiz’.”

Söz uçar...

*

İslam kültüründe, Kuran’daki bu manevi sözleşmenin insanlar henüz ruhlar alemindeyken, yani ezelde cereyan ettiğine inanılır: İnsan nefsi, dünyaya gönderildikten sonra kalıba girince verdiği bu sözü unutur. Mal, mülk, makam, mevki derdine düşer, maddeye, suretlere tapmaya başlar. Naili’nin ifadesiyle: “Gönül ki kâfir-i deyr-i elest olup kalmış/Bakıp cemâline sûret-perest olup kalmış.” Yani ezelde verdiği sözü unutmak, manevi dertlerin kaynağıdır. Oysa ruh, aklının yardımıyla nefsine galip gelirse ilahi hitabı hatırlar. Hatırladıkça manen olgunlaşır, dünyaya hırsla değil gönül gözüyle, cemalle bakar. Böylece ruhun asıl kaynağından ayrılığı, ebedi bir kavuşmaya dönüşür.

Yazarın Tüm Yazıları