Naci Cem Öncel

Şifreleri kırmak veya birbirini kırmak

22 Şubat 2015
Geçtiğimiz akşam “Enigma (The Imitiation Game)” adlı filmi izledikten sonra eve döndüğümde üniversitedeki arkadaşlarımdan çok üzücü bir haber aldım...

Enigma’nın adını sanırım ilk olarak üniversitedeki Modern Avrupa Tarihi derslerinde duymuştum. Ayrıntılı hikayesini ise 20 yıl kadar önce ‘iletişim ve birbirini doğru anlamak’ konusunda sunum yapan bir İngiliz meslektaşımdan dinlemiştim.

O zamandan beri hep merak ederdim, neden “Enigma” üzerine esaslı bir Hollywood filmi çekilmez diye. Şu anda sinemalarda oynayan ve sekiz dalda Oscar adayı olan “The Imitation Game (Türkiye’deki adıyla Enigma)” bu durumu değiştirdi.

Enigma Makinesi, 2.Dünya Savaşı’nın en kritik aygıtlarından biridir.

İlk bakışta basit bir daktilo gibi görünen Enigma, o dönem için şifreleri kırılması neredeyse imkansız bir haberleşme cihazıdır. Mütteffik Güçleri için bu cihazın şifrelerini ele geçirebilmek en öncelikli istihbarat hedeflerinden biriydi. Çünkü Enigma’yı çözmeden Almanların ne konuştuğunu anlamak mümkün değildi.

Uzun ve sancılı bir süreç sonunda İngilizler Enigma’nın şifreleme sistemini çözdü.

Üstelik bunu başarmalarını sağlayan en önemli nedenlerden biri de Nazi Almanyası’nın “Führer” kültüydü.

Yazının Devamını Oku

Geriye bakarak ilerlemeye çalışan ülke

15 Şubat 2015
Bir kaç yıl önce yönetmen bir dostum Sultan Selim ve Şah İsmail’in 500 yıl önceki mücadelesini film haline getirmek istediğini söyleyip fikrimi sormuştu.

Ona verdiğim yanıt netti:

“Güzel bir girişim ama aklındaki filmi çekebileceğini sanmıyorum, çünkü olay henüz çok taze!”

Yüzyıllar önce olmuş olaylar bile Türkiye’de tazeliğini koruyabiliyor.

Bir bakmışsınız güncel siyasetin tam ortasında Muaviye ile Ebu Zer’i dinliyor, veya Amerika’nın kim tarafından keşfedildiğini konuşuyoruz.

Bir anda İnönü’yle İmam Gazali’yi tartışıyor, bir bakmışsınız Dersim’le Kerbela’yı karşılaştırıyoruz.

Sanki aralarında yüzyıllar yokmuş ve hepsi aynı coğrafyada yaşanmış gibi...

Yazının Devamını Oku

Bana Masal Anlatma, mahallenin sonu geldi

1 Şubat 2015
Burak Aksak’ın pek keyifli filmi “Bana Masal Anlatma”, mahalle kültürü ile binalaşma furyası arasındaki zıtlığı muzip bir dille yansıtıyor.

İstanbul Suriçi’nde geçen filmi izlerken aklıma 175 yıldır bir türlü hayata geçirilemeyen dev “kentsel reform” projeleri ve ‘mahalle’nin akıbeti geldi.

“Sokakları tamamen hendese üzere (geometrik biçimde), satranç nakşı gibi düzenlemiştir. Hepsi tertemiz kaldırım döşelidir... (Çarşı pazardaki dükkanlar) o kadar tertip üzere sıralı ve düzgün yapılmış, öyle bakımlı ve süslüdürler ki...”
Evliya Çelebi Seyahatname’de 1665 yılında gezdiği Viyana’nın düzenli yapısını bu övgü dolu sözlerle anlatır. Ancak Evliya Çelebi için mahalle mahalle gezdiği İstanbul, Viyana’dan (Beç) aşağı kalmadığı gibi çok daha fazla övgüye layıktır.
Bu beğeni, ondan 170 yıl sonra yazan Mustafa Reşid Paşa’da yerini endişeye bırakmıştır. Paşa, elçi olarak bulunduğu Londra’yla İstanbul’un binalarını karşılaştırdığında hayli dertlidir çünkü. 1836’da payitahta gönderdiği mektupta bunu açıkça dile getirir.
Büyük yangınlarla İstanbul’da evler kül olunca Avrupalılar, küçümseyerek Osmanlı diplomatlarına şöyle dermiş:
“Ahs¸ab ebniyeyi (binaları) bayagˆı yanmak ve kendünizi müflis etmek içün bunca akçeler sarfıyla ins¸a ediyorsunuz. Aceba memleketinizde tas¸ yok mudur ve tugˆla imalini ve kârgir (taş-tuğla bina) ebniye ins¸asını bilenler bulunmaz mı?”

150 YILDA HAYATA GEÇEBİLEN DEV PROJELER!

Tanzimat döneminin önemli isimlerinden olan Mustafa Reşid Paşa, kolayca yanan, ‘geri kalmış’ ahşap binalardan kurtulup, bir an önce kâgir binalara geçmek için Avrupa’ya mimarlık eğitimine öğrenciler gönderilmesini istiyordu.

Yazının Devamını Oku

Nereden çıktı bu Davos?

25 Ocak 2015
Geçtiğimiz hafta Dolar, Euro ve İsviçre Frangı arasında kur rekabeti sürerken, Davos, her yıl olduğu gibi Dünya Ekonomik Forumu toplantılarına ev sahipliği yaptı.

1944 yılının 1 Temmuz’unda 700’ü aşkın delege, ABD’nin New Hampshire eyaletinde Bretton Woods denilen bir kasabada toplanmıştı.

Sovyetler Birliği’nden Çin’e, Hindistan’dan Latin Amerika’ya 44 ülkenin temsilcisi Mount Washington otelindeydi.

Dünyanın sonraki 30 yılına etki edecek kararlar işte burada alınacaktı...

İşin garibi, konferans başlarken II.Dünya Savaşı’nın tam olarak ne zaman biteceği bile belli değildi.

Normandiya Çıkarması üzerinden sadece 3 hafta geçmişti.

Kıta Avrupası’ndaki Nazi işgali sürüyordu.

Yazının Devamını Oku

16 devlet nereden çıktı?

18 Ocak 2015
Tarihteki ‘16 bağımsız büyük Türk devleti’ meselesi, Cumhurbaşkanlığı forsunun belirsizliklerle dolu hikayesine bağlı.

Tarihte sembollerin seçilip, geleneklerin “icat edildiği” anlar vardır. Bazen bu simgelere anlamlar sonradan yüklenir. Ve hatta etrafında yakıştırma hikayeler oluşur. Cumhurbaşkanlığı Forsu da bunun bir örneği.


GÜNEŞ NEREDEN DOĞDU?

Güneş, ay ve yıldız, pek çok kültürde olduğu gibi Türk kültüründe de çokça kullanılan sembollerden. 20.Yüzyıl’a geldiğimizde Osmanlı padişahının forsunda, ışıklar (40 civarında) saçan bir güneş ve ortasında tuğra bulunurdu. Şehzade ve hanedanın forsunda da aynı eliptik güneş vardı, ancak merkezine tuğra konmazdı. 1922-24 arasında Halife Abdülmecid’in kullandığı forsta, yeşil bir zeminin ortasında, etrafından beyaz ışıklar saçan kırmızı bir daire yer alıyordu. 1924’te hilafet kaldırılırken, Türkiye Cumhuriyeti bayrağıyla ilgili ilk resmî talimatname 1925’te yayınlandı. Ancak Cumhurbaşkanlığı forsundaki ışıklar saçan güneşin ve etrafındaki yıldızların sembolik anlamı, kocaman bir soru işareti olarak duruyor. Çünkü bu konuda hiçbir resmi bilgi yok.

O YILDIZLARIN MUTLAKA BİR ANLAMI VARDIR

Sözlü tarihe göre forsun ilk halini çizen Bahriyeli ressam Hüsnü Tengüz. Ancak forsun ilk biçimini o çizmiş olsa bile içeriğinin kim tarafından ve nasıl belirlendiğini bilmiyoruz. Üstelik forstaki güneş, 1978’e kadar 20 adet ışık saçarken, bu sayı 1978’de 16’ya düşürülüyor! Üstelik resmi kararda bu değişikliğin nedenine dair bir açıklamaya yer verilmemiş.

Ortada bu kadar belirsizlik olunca son zamanlarda forsun gizli bir örgütün sembollerini taşıdığını öne sürenler bile çıktı! Oysa 16 sayısı, 1, 3, 7, 12, 40 gibi sıkça mistik anlam atfedilen sayılardan biri değil. Buna karşın, tarih boyunca yönleri işaret eden ‘pusula gülü’nde çok karşılaşılan bir sayı. Zaten saat, pusula gibi dairesel nesneleri eşit olarak bölmenin en kolay yolu, dördün katlarını kullanmak. Dolayısıyla cumhurbaşkanlığı forsunun etrafındaki yıldızların basit bir geometrik nedenle yerleştirilmiş olması gayet olası. Neyse ki bu sembolik anlam eksikliğini gidermek yıllar sonra birinin aklına gelecektir…

Forstaki 16 yıldızın, 16 devleti simgelediği fikri karşımıza ilk olarak 1969 yılında çıkıyor! Harita Yüzbaşı Akib Özbek, bunu “Türkiye Cumhurbaşkanlığı Forsu ve Taşıdığı Anlam” adlı kitabında öne sürüyor. Hatta sonrasında devletlerin listesini de açıklıyor.

Yazının Devamını Oku

Aşağıdaki metinler hangi dilde yazılmıştır?

14 Aralık 2014
Tekrar söyleyelim. Bugün 16. veya 19. Yüzyıldaki ile bire bir aynı Türkçe'yi konuşmuyoruz. Özellikle bazı devlet yazışmalarını, hukuk ve "yüksek" edebiyat metinlerini sözlükle bile zor anlıyoruz. Ancak tüm bunlar, Osmanlı'da konuşma ve hatta yazı dilinin Türkçe olduğu gerçeğini değiştirmiyor. İşte size bazı örnekler...

15.YÜZYIL, COĞRAFYA KİTABI

(Yazıcıoğlu Ahmet Bican, Dürr-i Meknun)

Bir deniz vardır anın suyu buz gibidir. Ol denizde bir sandık var, içinden kaynar su çıkar. Ve bir pınar var, gün doğsa su revan olur akar. Amma gün dolansa kurur. Bunlar Bahr-ı Muhit'dedir.

...

Şol ulu dağların üzerine kar yağar, iner ırmaklar olur ve göller olur. Ol ulu hazineden arıyı akıp dünyaya ve denizlere dökülür. Kimi Umman'a, kimi Kulzüm'e, kimi Karadeniz'e, kimi Akdeniz'e dökülür. Cümlesi Muhit'e dökülür.

Anın: Onun

Yazının Devamını Oku

Matrix, eski yazı, yeni yazı(lım)

14 Aralık 2014
Neo: Bu?...

Cypher: Evet, Matrix işte bu.

Neo: Hep böyle şifreli mi görürsün?

Cypher: Öyle olması gerekiyor... Ama zamanla alışıyorsun. Ben artık baktığımda şifreler görmüyorum. Tüm gördüğüm bir sarışın, bir kumral, bir kızıl.

Arap harfleriyle yazılmış bir metin, pek çoğumuz için Neo'nun Matrix'e bakışı gibidir. O garip şekillerdeki yazıların bırakın anlamını, hangi dilde olduğunu dahi bilemeyiz: Türkçe midir, Arapça mı, Urduca mı?

Oysa öğreneceğiniz bir alfabe (elifba) sizi bir anda De-Cypher (şifre çözücü) yapar. Artık gördüğünüz çizgiler ve noktalar değil, Yunus Emre'nin, dili günümüz Türkçesinden bile güzel olan dizeleridir. Artık gördüğünüz masallardır, destanlardır... Hem fıkıh kitaplarıdır, hem Alevi-Bektaşi velayetnameleri... Ya da bunlar size uymuyorsa, bulacağınız Dehriyye metinleridir... Piri Reis'in haritaları, Takiyüddin'in mekanik modelleri, Evliya Çelebi'nin anılarıdır... Göreceğiniz modernleşmedir, ilk anayasadır; kadın hakları hareketi veya "amele" haklarıdır... Aşk-ı Memnu'dur, Çalıkuşu'dur, Dudaktan Kalbe'dir... Atatürk'ün yazışmalarıdır, kitap kenarlarına aldığı notlarıdır, Cumhuriyet'in ilanındaki konuşmasıdır ve dahi Nutuk'tur.

Yazının Devamını Oku

Kudüs, Mescid-i Aksa'dır

9 Kasım 2014
Aramice, Beth makdes¸a. İbranice, Beth ha-mikdas¸. Arapc¸a Beytu¨'l-makdis. Yani, "mukaddes ev".

Öyle bir mekandır ki, onu çevreleyen şehre adını verir Beytü'l-makdis. "Kudüs", ismini bu kudsî tepeden alır. İlk mabed, ilahi bir emir üzerine Hz.Süleyman tarafından yaptırılır. Mimarisiyle, odalarıyla, içindeki eşyalarla öyle muhteşem bir yapı çıkar ki ortaya, İsrailoğulları secdeye kapanırlar manevi hayranlıkla.


BİRİLERİ YAPAR, BİRİLERİ YIKAR

Kutsal mabedi yıkan ve değerli eşyaları yağmalayan, MÖ 586'da Babil kralı Nabukadnezzar olur. Yüzyıllar boyunca pek çok kez yıkılır ya da tahrip edilir, ama tekrar tekrar inşa edilir. (Bazı arkeologlara göre mabedin MÖ 19 civarındaki yapılışından geriye kalan bölüm, bugünkü "Ağlama Duvarı"dır.) Derken yeni bir peygamber çıkar ortaya. Bu "dua evi"nin kirletildiğini, gereken saygıyı görmediğini bildiren Hz.İsa, Romalılarca tutuklanır. Sonrası malum... Yıllar sonra Hristiyanlar Kudüs'e egemen olunca, haliyle buradaki Roma tapınağını yıkarlar. Hristiyanlardan kalanı harabeye çevirenlerse MS 614'te Sasaniler olur.


YERYÜZÜNDEN SEMAYA

Tam da bu yıllarda, 610'da, bir başka peygamber gelir Hz.İbrahim'in soyundan. Müslümanlar, namazlarını Mekke'den önce Kudüs'e yönelerek kılmışlardır. 621'de manevî bir "gece yolculuğu"na çıkan Hz.Muhammed, önce Beytü'l-makdis'e varır. Veya Kur'an'daki adıyla "Mescidü'l-Aksa"ya, yani uzaktaki mescide. Peygamber, bu Miraç gecesinde, kutsal taş (Muallak Taşı) üzerinden, Burak adındaki binekle yükselerek Allah'ın huzuruna çıkar. Ki aynı taş, Musevilerce dünyanın başlangıç noktası ve merkezi kabul edilir. Ayrıca inanışa göre Hz.İbrahim'in, Hz.İsmail'i kurban etmek için yatırdığı yer burasıdır. Kısacası, hemen her şeyiyle üç din için de kutsaldır Beytü'l-makdis.


Yazının Devamını Oku