Paylaş
15.YÜZYIL, COĞRAFYA KİTABI
(Yazıcıoğlu Ahmet Bican, Dürr-i Meknun)
Bir deniz vardır anın suyu buz gibidir. Ol denizde bir sandık var, içinden kaynar su çıkar. Ve bir pınar var, gün doğsa su revan olur akar. Amma gün dolansa kurur. Bunlar Bahr-ı Muhit'dedir.
...
Şol ulu dağların üzerine kar yağar, iner ırmaklar olur ve göller olur. Ol ulu hazineden arıyı akıp dünyaya ve denizlere dökülür. Kimi Umman'a, kimi Kulzüm'e, kimi Karadeniz'e, kimi Akdeniz'e dökülür. Cümlesi Muhit'e dökülür.
Anın: Onun
Revan olmak: Gitmek, (yola) koyulmak
Bahr-ı Muhit: Okyanus
Kulzüm: Kızıldeniz
16.YÜZYIL, TARİH KİTABI
(Anonim, Tevarih-i Al-i Osman)
Kal'anun bir beği var idi. Malkoç Beğ dirler idi. Anı getürdiler. "Var bizim vasfımızı Yıldırım Han'a söyle" dedi. Sürdi Yıldırım Han'a geldi. Her ne ki ısmarlamışlardı söyledi... Yıldırım Han Malkoç Beğ'e sordı: "Tatar'ın çerisi bizüm çerimüz kadar var mıdır" dedi. Malkoç Bey ayıtdı: "Eğer hışm etmezsen toğru söyleyeyim" dedi. (Yıldırım) "Beni seversen toğru söyle" dedi.
...
Meger bir sahip-cemal kızı vardı. Güzellerden idi. Güzellikde bi-bedel idi. Ol kızun adına Şemsiyye Banu dirler idi. Süleyman Peygamber Aleyhi's-selam heman ol kızı gördi. Hüsnine aşık oldı ve nikah idüp hatun idindi. Ol kızun her ne maksıdu olsa katında makbul idi.
Kal'a: Kale
Çeri: Asker
Ayıtdı: Söyledi
Hışm: Hışım, kızgınlık
Cemal: Güzellik
Hüsn: Güzellik, iyilik
16.YÜZYIL, HUKUK
(Şeyhülislam Ebussud Efendi Fetvaları)
Mesele: Zeydin atının kuyruğun ve saçın kesen Amra ne lazım olur?
El-Cevap: Ta'zir-i şedid ve tazmin-i noksan-ı kıymet lazımdır.
Mesele: Zeyd, cami-i şerif içinde -haşa- duvara tükürse, şer'an ne lazım olur?
El-Cevap: Ta'zire müstehak olur.
Mesele: Zeyd Amra "senin gibi herifi ağaçtan yaparım" dese ne lazım gelir?
El-Cevap: Ta'zir lazım olur.
Zeyd ve Amr: Hukukta A Kişisi, B Kişisi yerine kullanılan örnek isimler.
Ta'zir: Ceza, değnek cezası
Ta'ziri- şedid: Şiddetli ceza.
16.YÜZYIL, GÖRGÜ KURALLARI KİTABI
(Gelibolulu Mustafa Ali, Mevaid'ün-Nefais fi Kavaidi'l Mecalis)
Ekabirden birinün huzurında edaniden biri kanırup tükürmek veyahud bi-pak bila-hicab genirmek veyahud burnını ötdürerek sümkürmek gayetle terk-i edebdür.
Edani: Aşağılık -
Bi-pak: Pak olmayan, pis
Bila-hicab: Hicap, utanma duymayan.
18.YÜZYIL, DİPLOMATİK GEZİ NOTLARI
(Ebubekir Ratip Efendi, Nemçe Sefaretnamesi)
Sibin'e vardığımız gecenin ikinci gece bizi baloya da'vet eylediler... Şöyle ki, bir erkek gözü tuttuğu ve istediği avrat, gerek ceneral ve kişizade benat-u zevcatından olsun ve gerek sairi olsun, eline yapışıp meydanda kırk elli ve altmış neferi raks ederler.
Benat: Kızlar, kız çocukları
Zevcat: Karılar, hanımlar
19.YÜZYIL, HALK EDEBİYATI
(Erzurumlu Emrah)
El çek tabip el çek yaram üstünden
Sen benim derdime deva bilmezsin
Sen nasıl tabipsin yoktur ilacın
Yaram yürektedir sarabilmezsin
Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Hele de halk edebiyatından örneklerle... Bunların yanında bir kaç kelimesi dışında hiç anlaşılmayacak metin örnekleri de var elbette. Arşivler ve yazmalar böyle ağır metinlerle dolu. Sözlükle dahi işin içinden çıkmanın güç olduğu hukuki veya edebi metinler bunlar. Bazı uzmanların "Osmanlıca"dan kast ettiği bu ihtisas dili. Bugün bu tarzda konuşmuyoruz, yazmıyoruz. Kullanılan muazzam sayıdaki Arapça ve Farsça kökenli kelimelere rağmen o metinler nihayetinde Türkçe'dir.
Yukarıdaki örneklerden amaç, Osmanlıca'nın ayrı bir dil değil, Türkçe'nin Osmanlı döneminde konuşulan biçimi, yani "Osmanlı Türkçesi" olduğunu vurgulamaktır. Çünkü eğer Osmanlıca ayrı bir dilse, Türkçe'nin, Dil Devrimi ile ortaya çıkmış yeni bir dil olması gerekir ki bu doğru değildir: Türkçe, Türkçe'dir. 20.Yüzyıl'da sadeleştirilmiş, yabancı kökenli kelimelerden arındırılmaya çalışılmıştır... Yine de ortaya çıkan yeni bir dil değil, seçilmiş ve türetilmiş bir sözcük dağarcığıdır. Tabii bu süreçte dil eğitimi dışına itilen Arapça-Farsça kökenli bazı kelimelerin yerine Batı dillerinden alınan kelimelerin gelmesidir.
Paylaş