Kimilerimiz Fransa’nın dünyaca ünlü futbolcularını hatırlar: Zidane, Benzema, Mbappé, Pogba, Viera, Evra... Gençlerin aklına Türkiye’de de liste başı olan “Dernière Danse” şarkısıyla Indila gelebilir. Sinema meraklıları için Isabelle Adjani’nin veya komedyen Dany Boon’un yeri başkadır. Konu bilim olduğundaysa Fransa’nın ve kadınların gururu, tabii ki Marie Curie’dir.
ÜSTTEKİLER, ALTTAKİLER
Tüm bu isimlerin ortak yanıysa göçmen, göçmen çocukları veya torunları olmaları. Öyle ki Eyfel Kulesi’nin mimarı Gustave Eiffel bile Alman göçmeni bir aileye mensup. Marie “Sklodowska–Curie” aslen Polonyalı. Saydığımız diğer isimlerse Mağrip/Afrika kökenli. Üstelik pek çoğu Müslüman ailelerden geliyor.
*
Elbette göçmen kökenli “başarılı ve ünlü” Fransızlar listesi, yukarıdakinden çok daha uzun. Ama onların Fransa’ya etkisini ve katkısını anlatmak için bu kadarı yeter de artar. Peki ya onlarınki gibi parlak kariyeri olmayan, olamayan yığınlar? Yani Fransa nüfusunun yaklaşık yüzde 15’lik bölümü?
İÇİ YANANLAR VE YAKANLAR
Şurası çok açık... Gelir dağılımının alt kesimlerinden gelenler, durumlarına kızgın. Eğer bu kızgın kalabalıklar geçtiğimiz günlerde Fransa’nın büyük şehirlerini yangın yerine çevirmeselerdi onların durumu hiç de gündemimizde olmayacaktı. Fakir mahalleleri çığırından çıkaran olay, bir polis memurunun,
Ama genç kuşaklar için durum böyle değil. Düşünsenize. 21. yüzyılın başında, 2000 yılında doğan biri, bugün 23 yaşında, okuldan mezun olup çalışma hayatına başladı bile. Onların çocukluk bayramlarıyla bizimkiler haliyle çok farklı. Bu nedenle hem yeni kuşaklara yakın geçmişi anlatmak hem de bizim anılarımızı canlandırmak için gelin, 1960’ların sonlarına, 70’lerin bayram günlerine dönelim...
‘ÇAT KAPI’ DEVRİ
Öncelikle genç okurlara bir hatırlatma... Bizim çocukluk yıllarımızda bırakın cep telefonunu, kimi evlerde telefon bile yoktu. Neyse ki o zamanlar büyüklere, akrabalara bayramlaşmaya giderken telefon açılması, gün-zaman belirlenmesi falan beklenmezdi. “Çat kapı” ziyarete gittiğinizde evde kimse yoksa komşulara haber verilir, olmadı kapının altından bir not bırakılır, böylece hürmette kusur edilmediği belli edilirdi. Yine de bu, nadiren karşılaşılan bir durumdu. Çünkü büyükler genellikle evlerinde oturup kulakları kapı zilinde, gelecek ziyaretçileri beklerlerdi. Bayramın temel aksesuarlarından kolonya şişesi; ayrıca lokum, şeker veya çikolata dolu cam kaseler, misafirler için yerini çoktan almış olurdu. Tabii küçükler için önceden hazırlanmış kumaş mendilleri veya harçlıkları da unutmamak gerek...
LEZZETLİ SOHBETLER
"KADININ soyadı seçebilmesi için ya kocasının akıl hastalığı ile malul olması veyahut kocası ölmüş ve kendisi evlenmemiş ve çocuk sahibi bulunması lazım geldiği izah edilmiştir."
*
Günümüzden tam 89 yıl önce, yani 21 Haziran 1934 tarihli TBMM oturumunda, soyadı kanunuyla ilgili görüşmeler yapılıyordu. Yeni yasayla birlikte artık her “aile reisi” bir soyadı belirleyecekti. Evli kadınlar ise kocalarının soyadına tabi olacaktı. “Kadının soyadı seçebilmesi” konusu açıldığında vekiller meseleyi yukarıdaki şekilde tarif etmişlerdi. Bir kadının kendi soyadını belirlemesi ancak çocuklu-dul veya kocasının “akıl hastası” olması durumunda mümkündü.
*
Ne gariptir ki, “hangi soyadlarının uygun, hangilerinin uygun olmadığı” Meclis’te ayrıntılı tartışmalara yol açarken, tamamı erkeklerden oluşan Meclis, kadınların soyadı seçme hakkı üzerinde pek durmamıştır. Çünkü vekillere göre mesele gayet açıktı: “Kadının, Medeni Kanun nazarında kendi başına aile ismini taşımakta hiçbir rolü yoktur.”
90 YIL SONRA
Anayasa Mahkemesi, geçtiğimiz 28 Nisan’da aldığı kararla Türk Medeni Kanunu’nun kadınlara erkeğin soyadını alma zorunluluğu getiren 187. Madde’sinin ilk cümlesinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline karar verdi. Buna göre
Çiller, bir gün önce Doğru Yol Partisi genel başkanı seçilmişti. Bu seçim özel bir öneme sahipti: Süleyman Demirel, Cumhurbaşkanı olduğu için boşalan DYP Genel Başkanlığı’na seçilen kişi, doğrudan başbakanlık koltuğuna yerleşecekti.
YÜKSEK EĞİTİMLİ BİR KADIN
Hiç şüphesiz bu, tarihi bir olaydı. Çünkü kadınları kanunen eşit vatandaşlar haline getiren Cumhuriyet’in kazanımları, bir kadının başbakan olmasıyla taçlanmıştı. Hem de daha pek çok Batı ülkesi dahi kadın başbakanla tanışmamışken.
*
Elbette bu “irili ufaklı niyetlerin” başında elçilerin gittikleri yerden getireceği bilgiler, yani “istihbarat” vardı. Elçilerin topladığı bilgiler (coğrafi, siyasi, iktisadi, askeri), “sefaretname” adını alan bir rapor halinde sunulurdu.
Sultan III. Ahmed’in Hollanda elçisini kabulü
ŞÜPHE UYANDIRAN DİPLOMATLAR
Sefaretler, yani diplomatik temsilcilikler, yüzyıllardır istihbarat merkezleri olarak da görülmüştür. Ev sahibi ülke tarafından, kimi diplomatların faaliyetleri ve kurdukları “şüpheli” ilişkiler “dikkatle” izlenir. Bu şüphelerin somut nedenleri de vardı tabii. Örneğin Hawaii’nin Honolulu konsolosluğunda görevli Takeo Yoshikawa isimli bir askeri ateşe, 1941’deki Pearl Harbor baskını öncesinde Amerikan donanması hakkında çok kritik bilgiler toplamıştı. Soğuk Savaş dönemindeyse her iki taraftan pek çok “sıradan” memur, aslında gizli istihbarat görevlisiydi.
MAKAM ALIŞVERİŞİ
Diplomasi ile haber alma teşkilatları arasında bir de “insan kaynağı” transferi vardır. Örneğin kariyerinin ilk yıllarında Birleşmiş Milletler ve Çin’deki ABD diplomatı olan George Bush (baba) 1976 yılında CIA Direktörü olarak atanmıştır. (Bush daha sonra ABD Başkanı oldu.) CIA Direktörü Mike Pompeo, Trump döneminde Dışişleri Bakanlığı yaptı. İngiltere’nin Mısır Büyükelçisi ve BM Daimi Temsilcisi John Sawers ve Türkiye Büyükelçisi Richard Moore, İngiliz Gizli İstihbarat Servisi’nin (MI6) başına getirildiler.
*
Türkiye’de halk, tarihin hiçbir döneminde politikaya bu denli angaje olmamıştı. Öyle ki tek parti devrini yaşamış dedelerden, ninelerden, ortaokul çocuklarına kadar herkesin ülke yönetimiyle ilgili keskin fikirleri var. Üstelik her biri kendi görüşüne, kendi adayına tutkuyla bağlı. Bunu demokrasi adına çok önemli bir kazanım olarak görmek mümkün. Ancak bu ilgi, gerilimin ve kutuplaşmanın yansıması aynı zamanda. Duygular gibi oy oranları da ikiye bölünmüş durumda.
SONUÇ DEĞİŞMİYOR
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde cumhurbaşkanının doğrudan halk oyuyla belirlendiği üç seçimde de sonuç, küçük farklarla aynı. Karşısındaki isimler ve rakip sayısı değişse de bu ülkenin yarısından biraz fazlası “Erdoğan” diyor. (2014 - %51.8; 2018 - %52.6; 2023 %49.5 ve %52.1). Ülkenin yarısından biraz azı ise Erdoğan’ın gitmesini istiyor. Son seçimlerde muhalefet, Kemal Kılıçdaroğlu liderliğinde oylarını büyük ölçüde birleştirip %47.8’e ulaştı. İki taraf arasındaki yüzdesel fark, seçimin galibini belirlese de gündelik algıda hâkim söylem, “her iki kişiden biri”. Bu denge, nicedir değişmiyor.
BAŞARISIZLIK NEREDE
Siyaset tarihinde dokuz-on yıl, oldukça uzun bir süredir. Hatta “
Bu iki olayın birbiriyle doğrudan ilgisi yok elbette. Öte yandan annelik ve siyaset, hiçbir zaman birbirinden kopuk olmamıştır. Anneler, tarih boyunca erkeklerin egemenliğindeki devlet idaresinde ve siyasette çok önemli roller oynadılar.
ÖNCE OĞLUM, SONRA KOCAM
Tarihin kaydettiği en güçlü annelerden biri, imparator Büyük İskender’in annesi Olympias’tır. M.Ö. 375 yılında, bir prenses olarak dünyaya gelen bu güçlü kadın, Makedonya Kralı II. Filip ile evlenerek kraliçe oldu. Bu evliliğinden oğulları İskender doğdu. Ne var ki Filip, Makedonyalı bir başka kadınla daha evlenip (çokeşlilik yasak değildi), ondan da çocuk sahibi oldu. Makedonya’nın kimi soyluları, bu ikinci evlilik üzerinden İskender’in veliahtlığına açıkça itiraz etmeye başladılar. Kral Filip’in bu iddialara karşı çıkmayışı Olympias’ı kızdırdı. Sarayı terk edip inzivaya çekildi. Ne var Filip, bir süre sonra beklenmedik şekilde kendi koruması tarafından öldürüldü. Pek çok antik tarihçi, bu suikastın arkasında Olympias’ın olduğunu, oğlu İskender’in tahta geçebilmesi için kocasını öldürttüğünü öne sürmüştür. Bu anlatıya göre Olympias, Filip’in yaşaması yerine oğlunun kral olmasını seçmiştir.
Makedonya kralı II. Filip, Olympias ve bebek İskender heykeli, Üsküp
*
Suikastı azmettirenin kim olduğunu kesin olarak bilemiyoruz. Ancak Olympias’ın, oğlu İskender’in “Büyük İskender” olmasında çok güçlü bir etkisi olduğunu biliyoruz. Makedonya Kralı İskender, ordularıyla Hindistan’a kadar ulaşarak tarihteki en önemli fatihlerden biri olmuştur. Olympias oğlunu rakiplerinden korumak için girdiği mücadelede başarılı olmasaydı, tarihin akışı nasıl olurdu kim bilir?
ANNELER SALTANATI
Pilot Yüzbaşı Muzaffer (Göksen) liderliğindeki bu uçuş, Kayseri, Diyarbakır ve Tebriz duraklarından sonra, 6 Mayıs sabahı Tahran’da nihai hedefine ulaşacaktır. Bu uçuşun amacı, İran Şahı’na Türkiye Cumhuriyeti’nin hediye ettiği kılıcı götürmekti. Tabii bir yandan da “dosta-düşmana” Türkiye’nin havacılık kabiliyetleri gösterilmiş oluyordu.
Cumhuriyet’in 10. yıldönümünde Ankara’da uçuş gösterileri düzenlenmişti.
3 MAYIS 1934 UÇUŞU
Yine bir 3 Mayıs’ta... Günümüzden tam 89 yıl önce, 1934’te, Kayseri’den havalanan bir uçak, Eskişehir’e giderken başkent Ankara’ya uğrayıp saat 15:00 civarında şehrin üzerinde bir “tecrübe uçuşu” yaptı. Gazeteler heyecan uyandıran bu uçuşu şöyle duyurdular: “Tayyare yapıyoruz”, “Türk tayyaresi”, “Türk işçileri tarafından yapılan ilk tayyare uçtu”. (Tayyare = uçak). Çünkü bu uçak, “Kayseri’de yapılan ilk harp tayyarelerinden biri” idi.
*
Bu uçuştan bir ay kadar sonra Atatürk, İran Şahı’nı ağırlıyordu. Şah, Atatürk’le birlikte Eskişehir’deki 1. Tayyare Alayı’nı da ziyaret edecektir. Bu geziden kısa süre sonra hükümet, İran’a bir uçak hediye edilmesi kararı alır. Elbette bu uçağın çok önemli bir özelliği vardı: Türkiye’de, Kayseri Uçak Fabrikası’nda üretilmesi. Yani bu “son sistem ve çok süratli” hediye uçak, olası bir satış için tanıtım aracıydı bir bakıma.