Paylaş
Kimilerimiz Fransa’nın dünyaca ünlü futbolcularını hatırlar: Zidane, Benzema, Mbappé, Pogba, Viera, Evra... Gençlerin aklına Türkiye’de de liste başı olan “Dernière Danse” şarkısıyla Indila gelebilir. Sinema meraklıları için Isabelle Adjani’nin veya komedyen Dany Boon’un yeri başkadır. Konu bilim olduğundaysa Fransa’nın ve kadınların gururu, tabii ki Marie Curie’dir.
ÜSTTEKİLER, ALTTAKİLER
Tüm bu isimlerin ortak yanıysa göçmen, göçmen çocukları veya torunları olmaları. Öyle ki Eyfel Kulesi’nin mimarı Gustave Eiffel bile Alman göçmeni bir aileye mensup. Marie “Sklodowska–Curie” aslen Polonyalı. Saydığımız diğer isimlerse Mağrip/Afrika kökenli. Üstelik pek çoğu Müslüman ailelerden geliyor.
*
Elbette göçmen kökenli “başarılı ve ünlü” Fransızlar listesi, yukarıdakinden çok daha uzun. Ama onların Fransa’ya etkisini ve katkısını anlatmak için bu kadarı yeter de artar. Peki ya onlarınki gibi parlak kariyeri olmayan, olamayan yığınlar? Yani Fransa nüfusunun yaklaşık yüzde 15’lik bölümü?
İÇİ YANANLAR VE YAKANLAR
Şurası çok açık... Gelir dağılımının alt kesimlerinden gelenler, durumlarına kızgın. Eğer bu kızgın kalabalıklar geçtiğimiz günlerde Fransa’nın büyük şehirlerini yangın yerine çevirmeselerdi onların durumu hiç de gündemimizde olmayacaktı. Fakir mahalleleri çığırından çıkaran olay, bir polis memurunun, trafik denetimi sırasında göçmen kökenli bir gencin ölümüne neden olmasıydı. Gerisini haberlerde gördünüz zaten... 17 yaşındaki Nahel’in ölümüne verilen haklı kızgınlığın dönüştüğü haksız yağma girişimleri: Yakılan araçlar, ateşe verilen binalar... Fransa’nın yakın tarihinde ayrımcılık ve ırkçılık şüphesi içeren ölümler daha önce de yaşanmasaydı olaylar bu noktaya gelmeyebilirdi belki.
SENE 1961
Fransa, üretken nüfusunun önemli bir kısmını I. Dünya Savaşı’nda kaybedince ülkede işgücü açığı ortaya çıktı. Bu açığı kapatanlar büyük ölçüde İtalyan, Polonyalı, İspanyol ve Belçikalı göçmenler oldu. “Gerçek’ Fransızlar” arasında bu dönemde göçmen karşıtı söylemler, aşağılayıcı yargılar oluşmaya başladı. Yani yabancı işçilerin Hıristiyan olması işleri çok da kolaylaştırmadı. Fransa II. Dünya Savaşı’ndan sonraki 30 yıl içindeyse ucuz işçi ihtiyacını Cezayir, Fas, Tunus gibi Mağrip ve Batı Afrika ülkelerinden temin etmeye yöneldi. Diğer bir deyişle Fransız sömürgelerinden.
*
Ne var ki Fransa’ya en fazla göç veren ülkelerden Cezayir, 1954’den itibaren Fransa ile bağımsızlık savaşına girince işler karıştı. 17 Ekim 1961’de Paris’te 30 bin göçmen, Fransa’nın Cezayir’in bağımsızlığını tanıması için şiddet içermeyen bir gösteri düzenledi. Ancak adı II. Dünya Savaşı’ndaki Yahudi sürgünleriyle de ilişkilendirilen Paris Emniyet Müdürü Maurice Popon idaresindeki polisler, bu gösteriye çok şiddetli tepki verdiler. Yaşananların bilançosuysa ancak 90’lı yıllarda ortaya konabildi. Devlet, 1999 yılında, 1961 olaylarında 48 kişinin öldüğünü kabul etti. Bazı tarihçilerse olaylarda 200’e yakın göstericinin polislerce öldürüldüğü iddiasında ısrarlı. 17 Ekim 1961’in acı hatırasına anıtlar dikilirken olayların 60. yıldönümü, 2021’de düzenlenen törenler ve yürüyüşlerle anıldı.
2021’de, 17 Ekim 1961 olaylarının 60. yıldönümü anma törenleri.
KARŞILIKLI GÜVENSİZLİK
Yıllar içinde bu gibi pek çok olayın göçmen toplulukların zihninde ne tür güvensizliklere neden olduğunu hayal etmek zor değil. Ne gariptir ki, Fransa’daki göçmenlerin ataları, Vietnam’dan Senegal’e kadar ülkelerinde Fransız işgalini yaşadılar. Onların torunlarıysa zihinlerinin bir köşesinde bu tarihi mirası taşırken bir yandan da Fransa’nın saygı gören vatandaşları olmaya çabalıyor. Kabul göremeyenlerinse neler yaptığı ortada.
*
Diğer taraftaysa yaşam standartları gerileyen “gerçek” Fransızların “işlerini ellerinden alan”, “yakıp yıkan” göçmenlere bakışında yine aynı olumsuz duygu hâkim: Güvensizlik. İşin garibi, kızgın göçmen kökenlilerle, onları ülkeden göndermeyi hayal eden ırkçıların ortak yanı, zenginlik pastasından, toplumsal saygıdan yeterli pay alamamaları.
BAŞ SUÇLU
19. yüzyılın en büyük romancılarından Victor Hugo’nun Sefiller’de vurguladığı üzere, fakirlikle suç, suçla polis kovuşturması ayrılmaz bir döngü. Hal böyleyken toplumun en fazla suç işleyen kısmı en fakirler, yani çağımızın göçmen kökenlileri oluyor.
*
Bu yıkıcı döngüyü kırabilmenin yolu çoğulculuktan ama daha da önemlisi gelir dağılımındaki adaletten geçiyor. Göç baskısının en önemli nedenlerinden biri de tabii ki ülkeler arasındaki gelişmişlik uçurumu... Bu uçurum kapanmadan kalıcı çözüm mümkün mü? Sözün özü, kapitalizm ve Batı, yoluna ezberlediği, kolayına gelen yöntemlerle devam ettiği müddetçe, ırkçılığı da, karşı nefreti de önlemek çok zor görünüyor. Elbette sadece Fransa’da değil, dünyanın dört bir yanında.
Paylaş