Paylaş
Ama genç kuşaklar için durum böyle değil. Düşünsenize. 21. yüzyılın başında, 2000 yılında doğan biri, bugün 23 yaşında, okuldan mezun olup çalışma hayatına başladı bile. Onların çocukluk bayramlarıyla bizimkiler haliyle çok farklı. Bu nedenle hem yeni kuşaklara yakın geçmişi anlatmak hem de bizim anılarımızı canlandırmak için gelin, 1960’ların sonlarına, 70’lerin bayram günlerine dönelim...
‘ÇAT KAPI’ DEVRİ
Öncelikle genç okurlara bir hatırlatma... Bizim çocukluk yıllarımızda bırakın cep telefonunu, kimi evlerde telefon bile yoktu. Neyse ki o zamanlar büyüklere, akrabalara bayramlaşmaya giderken telefon açılması, gün-zaman belirlenmesi falan beklenmezdi. “Çat kapı” ziyarete gittiğinizde evde kimse yoksa komşulara haber verilir, olmadı kapının altından bir not bırakılır, böylece hürmette kusur edilmediği belli edilirdi. Yine de bu, nadiren karşılaşılan bir durumdu. Çünkü büyükler genellikle evlerinde oturup kulakları kapı zilinde, gelecek ziyaretçileri beklerlerdi. Bayramın temel aksesuarlarından kolonya şişesi; ayrıca lokum, şeker veya çikolata dolu cam kaseler, misafirler için yerini çoktan almış olurdu. Tabii küçükler için önceden hazırlanmış kumaş mendilleri veya harçlıkları da unutmamak gerek...
LEZZETLİ SOHBETLER
O zamanlar sosyal medya henüz icat edilmediği için ziyaretlerde karşılıklı hal hatır laf olsun diye değil ilgiyle sorulur, cevaplar can kulağıyla dinlenirdi. Bu yönüyle bayram sohbetleri, “durum güncellemesi” için benzersiz bir vesileydi. Doğanlar, göçenler, okula girenler, emekli olanlar, vs. hep bu konuşmalardan öğrenilirdi. Büyük küçük herkesin katıldığı bu sohbet faslı sürerken ziyarete gidilen evde kurban kesilmişse -yemek saati olmasa bile- kavurma ikram edilir, bunu genellikle bir hamur tatlısı tamamlardı.
*
Her seferinde nasıl denk gelirdi bilinmez ama tatlıyı tam yarılamışken kapı çalar, yeni bir ziyaretçi dalgası salonu dolduruverirdi. Büyükler, tanımasalar bile yeni gelenlerle güler yüzle bayramlaşır, yabancılık çekmeden sohbete koyulurlardı. Biz küçüklerse geçici saltanatımızı yeni gelen çocuklarla paylaşmak zorunda kaldığımız için hafiften bozulurduk. Öte yandan -nasıl olurdu hiç hatırlayamıyorum- kendimizi bir anda o “yabancı” çocuklarla evin bir köşesinde veya bahçede oyun oynarken bulurduk! Oyunun en keyifli yerinde bir başka ziyarete sürüklenmekse hiç hoşumuza gitmezdi. Ne var ki orada bizi bekleyen çikolatalar ve bayram harçlıkları üzüntümüzü hızla unuttururdu...
FARKLI DÜNYALAR
Bu satırlar pek çoğumuz için tanıdık, bildik “standart” bayram halleri. Ege’den Karadeniz’e Anadolu’nun pek çok beldesinde bayram gelenekleri varlığını modernleşmeyle iç içe sürdürdü, sürdürüyor belki... Ama büyük şehirler ve genç kuşaklar için aynısını söylemek ne mümkün! Örneğin bugünün çocukları için bayram falan fark etmiyor: İlgilerini sohbete yönlendirip ellerindeki telefonu-tableti aşmak neredeyse olanaksız. Ayrıca bayram tatillerinin “bayram” bölümü, yerini sadece “tatile” bırakmış durumda. Bayram kutlaması, telefonlaşmadan, mesajlaşmadan öteye geçmiyor. Hatta sosyal medyada bunu tek bir “post” ile topluca halletmek bile mümkün. Yani 21. yüzyıl kent hayatı, pek çok geleneği varsaydığımızdan çok daha köklü biçimde değiştirdi, değiştiriyor.
*
Kimi aile büyükleri bu duruma içten içe üzülüyorlar. Ne var ki çok da gönül koyamıyorlar. Çünkü özellikle hafta içine denk gelen bayram tatilleri, yoğun tempoda çalışan kentliler, işçiler, memurlar için bulunmaz bir hazine! Bu sadece tatil beldelerine değil, köylerine, memleketlerine koşanlar için de geçerli. Hal böyle olunca, yukarıda anlattığımız 60’lı, 70’li, hadi bilemediniz 80’li yılların bayram adetleri, genç kuşaklar için sadece “eskilerin hikayelerinden” ibaret kalıyor.
ESKİDEN DAHA MI GÜZELDİ
16. yüzyılın keskin kalemli entelektüeli Gelibolulu Mustafa Ali, eserlerinde eski adetlerin nasıl bozulduğundan yakınır, “Eskiden böyle miydi?” der. Demek ki kuşaklar arasındaki değişim ve bu değişimin yarattığı huzursuzluk çağımıza özgü değil. Bizler kendi çocukluğumuzun bayramlarını özlemle hatırlıyoruz. Ama unutmayalım ki o yılların yaşlıları da ortamın nasıl bozulduğundan, şehirlerde kimsenin kimseyi tanımaz olduğundan yakınırlardı. Bayramlarda şehir merkezine -örneğin İstanbul’da Beyoğlu’na, İzmir’de Kordon’a vd.- çıkmak için nasıl özen gösterildiğini veya küçük kasabalardaki toplu bayramlaşmaların kaybolan sıcaklığını anlatırlardı.
*
Tüm bunlardan dünyanın sürekli kötüye gittiği sonucu çıkabilir. Oysa kabullenmemiz gereken en önemli gerçek, değişimin kaçınılmazlığı. İnsanlık var oldukça bayramlar olacak. Kâh daha sevinçli kâh mahzun... Kimileri o bayramlar vesilesiyle yiyemediğini yiyip giyemediğini giyip sevinecek. Kimileri de göremediklerini görünce... Ruhumuz bazen tatil yapıp dinlendiğinde, bazen başkalarına yardım ettiğinde, bazen de kucaklaşıp aynı sofrada buluştuğunda bayram edecek. Dünya hep değişecek... Güzel anılar, sevgi ve muhabbet biz yaşadıkça yüreklerimizde, bizden sonraysa anlattıklarımızda baki kalacak.
Paylaş