Paylaş
Çiller, bir gün önce Doğru Yol Partisi genel başkanı seçilmişti. Bu seçim özel bir öneme sahipti: Süleyman Demirel, Cumhurbaşkanı olduğu için boşalan DYP Genel Başkanlığı’na seçilen kişi, doğrudan başbakanlık koltuğuna yerleşecekti.
YÜKSEK EĞİTİMLİ BİR KADIN
Hiç şüphesiz bu, tarihi bir olaydı. Çünkü kadınları kanunen eşit vatandaşlar haline getiren Cumhuriyet’in kazanımları, bir kadının başbakan olmasıyla taçlanmıştı. Hem de daha pek çok Batı ülkesi dahi kadın başbakanla tanışmamışken.
*
Üstelik seçilen son derece iyi eğitimli bir isimdi. 1946 yılında dünyaya gelen Çiller, bir valinin kızı olması nedeniyle çocukluk yıllarını devlet adabına aşina olarak geçirdi. Lise eğitimini, Arnavutköy Amerikan Kız Koleji’nde (Robert Kolej) tamamladı. Ardından Robert Kolej Yüksek Okulu’nun (sonradan Boğaziçi Üniversitesi’ne dönüştü) Ekonomi bölümünden mezun oldu. Yüksek lisansını Amerika’da New Hampshire Üniversitesi’nde, doktorasını Connecticut Üniversitesi’nde tamamladı. Yale Üniversitesi’nde doktora sonrası eğitimi aldı. Türkiye’ye dönünce öğretim üyesi olarak görev yaptığı Boğaziçi Üniversitesi’nde profesörlüğe yükseldi. Özgeçmişi, göz kamaştırıcıydı...
ELİTLERİN ZAFERİ
Yani Çiller, Türkiye’nin ilk kadın başbakanı olmakla kalmıyor, Cumhuriyet tarihinin akademik geçmişi en güçlü ismi oluyordu. Ayrıca uzmanlık alanı, ülkenin temel derdi olan ekonomiydi. Yani, yüksek eğitimiyle, yetiştiği ayrıcalıklı çevreyle, “Batılı” tarzıyla, her anlamda kentli bir elit (seçkin) görünümündeydi Çiller. Tüm bunların ötesinde genç sayılırdı, 47 yaşındaydı. Onun başarısı aynı zamanda İstanbul’un, “Anadolu tipi, bıyıklı” siyasetçiler karşısındaki zaferi gibi görünüyordu...
HAYALLER VE GERÇEKLER
Ancak yüksek eğitimli sınıfların sevinci çok uzun sürmedi. 1994’te ekonomik kriz patlak verdi. 5 Nisan Kararları sonucunda yüzde 51’lik muazzam devalüasyonu zincirleme zamlar takip etti... Üstelik Çiller’in ABD’de ciddi bir malvarlığı olduğu, bunu beyandan kaçındığı, ayrıca babasından kalan mirasın sıradışı bir şekilde büyüdüğü öne sürülüyordu. Elbette tüm bunlar kanıtlanamasa da, Çiller’in kamuoyundaki imgesini yıprattı. Diğer yanda Demirel’le güç çatışması bir güvenoyu krizine dönüştü ve genel seçim kaçınılmaz hale geldi. Türkiye’yi bekleyen, daha da kırılgan koalisyonlardı...
ÇİLLER–YILMAZ REKABETİ
Çiller’in bu dönemdeki en büyük rakibi Anavatan Partisi Genel Başkanı, Mesut Yılmaz’dı. Mesut Yılmaz da aynı Çiller gibi İstanbul doğumluydu. Avusturya Lisesi, İstanbul Erkek Lisesi gibi seçkin okullarda okumuş; Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, Maliye ve İktisat Bölümü ardından Almanya’da Köln Üniversitesi’nde yüksek lisans eğitimi almış bir isimdi. O da genç yaşında (44), 23 Haziran 1991’de başbakan olmuştu. O da imrenilen bir aile hayatına ve yaşam standardına sahipti.
*
Aslında Çiller ve Yılmaz, dünya ve politik görüşleri arasında temelde hiç fark bulunmayan iki siyasetçiydi. Sürekli çekişme halinde olsalar da yolsuzluk iddialarına karşı birbirlerini kolladılar. Bu tavırları halk nezdindeki inandırıcılıklarını sarstı. 90’ların ikinci yarısında yaşanan siyasi ve ekonomik fırtınadan çıkamadılar. Çiller’in yüzde 27 oy oranıyla devraldığı DYP’nin oyları, yüzde 9.5’e düştü. Yılmaz’ın ANAP’ı, yüzde 24’ten yüzde 5’e düştü. 1994 yerel seçimlerinde iki partinin toplam oyunun İstanbul’da yüzde 37.6’yı bulmasına karşın, siyasi bölünmüşlük sahneye yepyeni bir siyasi aktör çıkarıyordu: Yüzde 25 oyla İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilen Recep Tayyip Erdoğan.
YİTİRİLEN İNANÇ
Herkes 1990’lı yıllarda Çiller ve Yılmaz gibi genç ve iyi eğitimli siyasetçilerin idaresinde Türkiye’nin yükselmesini beklerken durum hiç de böyle olmadı. Çiller-Yılmaz ikilisi, derinlemesine siyasi görüş farkı taşımayan Özal’la Demirel’in faydasız çekişmesini aşamadı. Hatta durum çok daha kötü hale geldi ve “Merkez Sağ–Liberal” kanat çöktü.
*
Ancak Çiller-Yılmaz dönemlerinin çok daha kalıcı bir etkisi var: Halkın gözünde iyi eğitimli, kentli, seçkin isimlerin “işe yaramayacakları”, “Türkiye’yi tanımadıkları”, “halkı anlayamadıkları” gibi bir algıya sebep oldular. Üstelik yüzü Batı’ya dönük orta-üst kentli sınıfın, ülkenin kalanıyla siyasi-toplumsal mesafesi çok açıldı. Çünkü aradaki siyasi bağlantı zayıfladı. Çiller-Yılmaz’ın içinden çıktıkları kesimin siyasetteki temsili giderek geriledi.
*
Elbette 90’lardaki tüm olumsuzlukları Sayın Çiller’e, merhum Mesut Yılmaz’a ve birkaç siyasi lidere fatura etmek, hiç de bilimsel ve hakkaniyetli olmaz. İstisnasız her kesim, geçmişteki kararlarının sonuçlarıyla yüzleşmek durumunda. Zaten bugün hangi görüşten olursa olsun, Demirel-Ecevit, Özal-Demirel, Çiller-Yılmaz arasındaki kısır çekişmeden, 28 Şubat’tan gerekli sonuçları çıkarmayan ve buna göre adım atmayan liderlerin iktidar olması da, Türkiye’yi ileriye taşıması da çok zor görünüyor. Yakın geçmişi doğru okumadıkça, yakın geleceği doğru kurmak mümkün mü?
Paylaş