Paylaş
Elbette bu “irili ufaklı niyetlerin” başında elçilerin gittikleri yerden getireceği bilgiler, yani “istihbarat” vardı. Elçilerin topladığı bilgiler (coğrafi, siyasi, iktisadi, askeri), “sefaretname” adını alan bir rapor halinde sunulurdu.
Sultan III. Ahmed’in Hollanda elçisini kabulü
ŞÜPHE UYANDIRAN DİPLOMATLAR
Sefaretler, yani diplomatik temsilcilikler, yüzyıllardır istihbarat merkezleri olarak da görülmüştür. Ev sahibi ülke tarafından, kimi diplomatların faaliyetleri ve kurdukları “şüpheli” ilişkiler “dikkatle” izlenir. Bu şüphelerin somut nedenleri de vardı tabii. Örneğin Hawaii’nin Honolulu konsolosluğunda görevli Takeo Yoshikawa isimli bir askeri ateşe, 1941’deki Pearl Harbor baskını öncesinde Amerikan donanması hakkında çok kritik bilgiler toplamıştı. Soğuk Savaş dönemindeyse her iki taraftan pek çok “sıradan” memur, aslında gizli istihbarat görevlisiydi.
MAKAM ALIŞVERİŞİ
Diplomasi ile haber alma teşkilatları arasında bir de “insan kaynağı” transferi vardır. Örneğin kariyerinin ilk yıllarında Birleşmiş Milletler ve Çin’deki ABD diplomatı olan George Bush (baba) 1976 yılında CIA Direktörü olarak atanmıştır. (Bush daha sonra ABD Başkanı oldu.) CIA Direktörü Mike Pompeo, Trump döneminde Dışişleri Bakanlığı yaptı. İngiltere’nin Mısır Büyükelçisi ve BM Daimi Temsilcisi John Sawers ve Türkiye Büyükelçisi Richard Moore, İngiliz Gizli İstihbarat Servisi’nin (MI6) başına getirildiler.
*
Türkiye’deyse geçtiğimiz günlerde MİT Başkanı Hakan Fidan’ın, yeni hükümetin Dışişleri Bakanı olması, Cumhuriyet tarihinde bilinen ilk örnek. Ne var ki, bunun tersi bir kariyer yolculuğuna, Sönmez Köksal’ın diplomasiden MİT Başkanlığı’na geçişine 1992’de tanıklık etmiştik. Hatta Köksal, bu görevinin ardından “Hariciye’ye” dönmüş ve Türkiye’nin Fransa Büyükelçisi olmuştu.
George Bush - Mike Pompeo - Richard Moore - Hakan Fidan
BİLGİYİ NASIL DEĞERLENDİRDİN
Örneklerden anlaşılacağı üzere, diplomasi istihbaratı, istihbarat da diplomasiyi yüzyıllardır besliyor. Ancak asıl önemli olan, hangi konularda bilgi topladığınız ve bu bilgiyi nasıl değerlendirdiğiniz... Bu, modern tarihin en kritik konularındandır.
*
Osmanlı İmparatorluğu’nu zayıf düşüren nedenlerden biri, rakiplerini derinlemesine takip etmeyişidir. Çünkü 18. yüzyıl sonlarına kadar buna ihtiyaç duymamıştır. Elbette Osmanlı, devrinin süper gücü olarak dünyanın kalanından bihaber değildi. Arşivlerde, Osmanlı’nın haber alma ve casusluk faaliyetlerini yansıtan pek çok belge bulunuyor. Ayrıca son yıllarda Emrah Safa Gürkan’ınki gibi titiz araştırmalar, Osmanlı’nın Avrupa’daki istihbaratının sanılandan daha etkin olduğunu gösterdi.
Ahmed Resmi Efendi’nin Berlin ziyareti
*
Ne var ki, Osmanlı dış istihbaratının öncelikleri, modern anlayıştan hayli farklıydı. O devirde bütünsel bilgi toplama ve yorumlamadan söz etmek zordur. Belki de en önemli eksiklik istihbaratın, diplomasi korumasından, elçilik desteğinden yoksun olmasıydı. Çünkü Osmanlı elçileri, Batı’da ancak 1793’ten itibaren kalıcı göreve getirildiler. O da sadece belirli merkezlerde. Keza diplomasi ve istihbaratın en temel gereği olan sistematik “yabancı dil eğitimi” çok gecikti. Örneğin Fransa’da ilk “yabancı diller okulu” 1699 yılında açılırken, Osmanlı’nın ilk “Tercüme Odası” ancak 1821’de kuruldu.
*
Tüm bu nedenlerle Osmanlı, Batı Avrupa’nın -özellikle 17. ve 18. yüzyıldaki- büyük değişimini yakından gözleyemedi. Bilimsel gelişimden, yeni teknolojilerin arka planından layıkıyla, zamanında haberdar olamadı. Medeniyet yarışında rakiplerine göre çok yavaş kaldı. Osmanlı’nın 19. yüzyıldaki yoğun çabası, aradaki farkı kapatmaya yetmemiş, “eyleme dönüşen bilgi” eksiği, dev imparatorluğun sonunu getiren başlıca sebeplerden olmuştur.
*
Tüm bunların bize anlattığı çok açık: Araştırmadan, öğrenmeden, nitelikli bilgi sahibi olmadan hiçbir alanda kalıcı başarı mümkün değil. Eyleme dönüşmeyen her bilgi, kaçırılmış bir fırsattır. Bilgiye dayanmayan her eylem de bir noktada başarısızlığa mahkûmdur. İster diplomaside, ister siyasette, ister teknolojide... Her sahada sağlam istihbarat da şart, bu istihbaratı doğru biçimde ve “diplomatik bir zekâyla” değerlendirmek de.
ZAFER HOCA’NIN ARDINDAN
3 Haziran’da Türkiye, değerli ve üretken bir tarihçisini, Zafer Toprak’ı kaybetti. 1946’da İstanbul’da dünyaya gelen Toprak, “Türkiye’de Milli İktisat (1908-1918)”, “İttihat-Terakki ve Cihan Harbi – Savaş Ekonomisi ve Türkiye’de Devletçilik”, “Türkiye’de İşçi Sınıfı (1908-1946)” gibi temel başvuru haline gelen 20’den fazla kitabının dışında çok farklı konularda, 250’den fazla makaleye imza attı. Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü Başkanı, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü Müdürü olarak görev yaptı.
Prof. Dr. Zafer Toprak
Tarih Vakfı’nın kurucularındandı. Türkiye’de kurum tarihi yazımının saygın öncüsü oldu; tarih sergilerinin küratörlüğünü üstlendi. Binlerce öğrenci yetiştirdi. Benim de eğitimime doğrudan katkısı olan ve aynı zamanda tez danışmanlığımı yapan “Zafer Hocam”ı saygıyla anıyorum. Kıymetli çalışmaları, akademik dünyanın ortak mirası olarak yaşayacaktır.
Paylaş