Naci Cem Öncel

Tepedeki güzel bahçe

9 Nisan 2022
Ramazan tüm aylar içinde cömertliğin zirvesidir. Cömertlik, Kuran’da “tepede kurulmuş güzel bir bahçeye” benzetilir.

Adamın biri tek başına çölde yolculuk ederken gökyüzünden güçlü bir ses işitir. Hayretler içinde başını kaldırdığında havada süzülen tek bir bulut görür. Bu yalnız yolcu, o sıradışı bulutu dikkatle takip etmeye başlar. Taşlık bir araziye gelen bulut, birden güçlü bir yağmura dönüşür ve üzerine yağdığı dereyi sularla doldurur. Yolcu, yağmur sularıyla bir anda gürül gürül akmaya başlayan dere boyunca yürüdüğünde yolu bir bahçeye düşer. Bir adamın, elinde küreğiyle oraya buraya koşturup dereden gelen suları bahçeye dağıtmaya çalıştığını görür. Şaşkınlık içinde izlediği adam işini bitirip tüm bahçesini güzelce suladıktan sonra onun yanına gelir. Selam verdikten sonra adama, bir kayalığın yanı başında böyle güzel bir bahçesinin olmasının, böyle bir yağmur yağmasının sırrını sorar: “Sen ne oldu da böyle bir lütfa nail oldun?” “Madem merak ediyorsun, söyleyeyim” der adam... “Şu gördüğün bahçe ürün verince oturup hesap yaparım... Üçte birini çoluk çocuğumla yerim. Üçte birini de tohumluk yaparım. Ama bunların hepsinden önce ürünün üçte birini dağıtırım. İşte benim yaptığım bundan ibarettir.


KENDİNE YATIRIM

Cömert adam kıssasını güzel bir örnek olarak sahabeye anlatan kişi, bizzat Hz. Peygamber’di. Ashabın “rüzgâr kadar cömert” biri olarak nitelediği Resulullah, elindekileri paylaşmaya daima özen göstermiş, cimriliği ise çok zararlı bir manevi hastalık olarak tarif etmiştir. Öyle ki onun ifadesiyle “bir insanın kalbinde cimrilik ve iman asla bir arada bulunmaz.” Kuran, nefsi cimrilikten arındırmayı manevi huzura kavuşmak, yani “felaha çıkmak” olarak tarif eder: “Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir. (Haşr, 9)” Öte yandan aslında insan başkalarına ikramlarda bulunurken “kendi iyiliğine harcar”. Yani cömertlik, kişinin kendinde yaptığı bir tür manevi yatırımdır.

BAŞKASINDAN ESİRGEME

Cömertlik deyince aklımıza ilk olarak maddiyat gelir. İnsanlara evinde, sofrasında ikramda bulunmak, sevdiği bir nesneyi hediye etmek de cömertliktir. Ama cömertlik, bunun da ötesinde insanın kendindeki bilgiyi, deneyimi başkalarıyla paylaşmasıdır. Eski devirlerde maneviyat başta olmak üzere eğitim, talebelerin yeminiyle başlardı: “Hocamın (ustamın, mürşidimin) hocasından alıp bana öğrettiklerini ben de başkalarına öğreteceğime söz veririm.” Böyle davranmayıp bilgisini “cimrice” kendine saklayan; kalfasına, çırağına öğretmeyen bazı ustaların teknikleri, onların ardından kaybolmuş, yeniden keşfedilmeleri bazen yüzyıllar almıştır.

EN GÜZEL HEDİYE

Yazının Devamını Oku

Biz kimseye kin tutmayız

8 Nisan 2022
“Biz kimseye kin tutmayız/Kamu alem birdir bize.” Yunus’tan yadigâr bu dizeleri, deyiş olmaktan çıkarıp hayata geçirmek ne harika olurdu değil mi?

KİMİLERİMİZİN hayatında “iliklerine kadar nefret ettiği” kişiler, hatta “ebedi düşmanlar” olabilir. Çoğumuz böyle duygular taşımadığımızı düşünürüz. Ne var ki, yüzeyde kimseye kin tutmasak bile aslında içten içe hep kızgın olduğumuz birileri çıkar. Onların adını duyduğumuzda “kan beynimize” sıçrar, sesimiz sertleşir. Yani, gönülden affetmediğimiz herkes, aslında bize manevi bir yüktür.

KIZGINLIKTAN SAVAŞLARA

İnsanın içinde yaşattığı, kalıcı kızgınlığa “kin” diyoruz. Kin ve nefret, iç dünyamıza zarar veren fevkalade olumsuz bir duygu. Üstelik, somut eylemlere dönüştüğünde dış dünyamızda da yıkıcı sonuçlara yol açıyorlar. Hz. Peygamber’in Veda Hutbesi’nde vurguladığı konulardan biri İslam’la birlikte “kan davası, can düşmanlığı” gibi “cahiliye” âdetlerinin hepsinin kaldırıldığıdır. Ama Müslümanların bu tembihi layıkıyla uyguladıklarını söylemek mümkün değil. Hz. Peygamber’in ebediyete intikalinden sadece 24 yıl sonra Müslümanlar, şehit edilen Hz. Osman’ın “kan hakkı” üzerinden devasa bir iç savaşa girdiler!

YUNUS’UN YOLCULUĞU

Biz kin ve nefretin neden olduğu savaşları, tarih kitaplarında ve haber kanallarında bırakalım; dönüp “kişisel tarihimize” bakalım. Elbette hiçbirimiz kendimizi olumsuz duygularla anmaktan hoşlanmayız. “Kin, nefret” gibi halleri kendimize yakıştıramayız. Öte yandan her türlü bastırılmış öfkeyi, düşmanlığı içimizden tam anlamıyla atabiliyor muyuz?

Yunus Emre bu soruyu sorduğunda bakın kendine nasıl cevap vermiş: “

Yazının Devamını Oku

Gönül tevazu ile yücelir

7 Nisan 2022
Ramazanda ve diğer aylarda camiye gitmek için saraydan çıkan padişah, hayır dualarıyla uğurlanırken kalabalıktan bir kısım ona, “Mağrur olma padişahım!” diye seslenirdi.

OSMANLI padişahları Cuma selamlığına veya bayram namazına gitmek üzere saraydan ayrılırken yolun iki yanında birikenler onu törenle camiye uğurlarlardı. Kalabalığın bir kısmı, “Padişahım çok yaşa, devletinle bin yaşa!” nidalarıyla onu övüp hayır duaları ederken bir diğer grupsa ona şöyle seslenirdi: “Mağrur olma padişahım, senden büyük Allah var!” Üstelik ona “Gururlanma” diyenler de yine devlet görevlileriydi. Yani padişahın emrindekiler ona tembihte bulunuyorlardı!

Çağının en önemli bilim insanlarından olan Kâtip Çelebi (ö.1657) gelenek halini almış bu sıra dışı törenin özünü şöyle açıklamıştır: “Devletin ileri gelenleri, bu günde hakiki padişahın, kâinatın maliki olan Allah olduğunu [bilirler]. Hakikatte hazine ve asker ve reaya O’nundur; mecazi padişah O’nun halifesidir.” Yani halife bile olup en yüksek makama bile çıksa “mecazi padişah” nihayetinde bir insandı, kibre kapılıp kendini büyük görmemesi gerekirdi.

BEN KRAL DEĞİLİM

Kibirden kaçınıp tevazu sahibi olma ilkesi, kaynağını doğrudan İslam’dan alır. Hz. Peygamber, kendisinden çekinen birine büyük bir alçakgönüllülükle, “Korkma, ben kral değilim. Kuru et yiyen bir kadının oğluyum” demiştir. İslam inancında kibir, sadece kişinin kendini Allah’tan büyük sanması değildir. Ayrıca bu konu yalnızca mevki-makam sahiplerini değil, herkesi ilgilendirir. Çünkü herhangi birinin kendini şu veya bu nedenle diğerlerinden üstün ve ayrıcalıklı görmesi de kibirdir. Yunus Emre’nin ifadesiyle: “Özünden özge kimseyi beğenmez/Yüce yerde durur aşağıya inmez”.

SEN KENDİNİ NE SANIRSIN

Kişinin büyüklenme nedeni, dünya malı, makam, yetenek, zekâ veya güzellik olabilir. Kimi insanlarsa ibadetleriyle, çok iyi bir Müslüman olmakla övünür. Oysa kişinin ibadetlerine puan verip kendine manevi bir makam atfetmesi, kibrin en tehlikeli biçimlerindendir. Zekât ve sadaka gibi ibadetler de kesinlikle böbürlenme nedeni olmamalıdır. İbadetlerin gizli yapılması esası, bir yönüyle kişiyi kibre kapılmaktan korumak içindir.

Ayrıca insan çok bilgili olsa bile daima alçakgönüllü ve hoşgörülü kalmalıdır:

Yazının Devamını Oku

Gündüz gece...

6 Nisan 2022
İftar saatinin gelişi oruçlularda özel bir sevinç uyandırır. İhtiyaç sahipleri bu ayda daha fazla ilgi görürler. Ramazan bu yönleriyle “iyimserlik” zamanıdır.

Son günlerde, televizyonu veya interneti açınca karşınıza en çok hangi haberler çıkıyor? Savaşlar, zorunlu göçler, ekonomik sıkıntılar, bireysel şiddet, çevre felaketleri... Tüm bunları görüp de insanın içinin sıkılmaması mümkün mü? Tabii ki değil.



BOŞ MU DOLU MU

Bazen moralimizin bozulmasını doğal karşılamalıyız; sonuçta hepimiz insanız. Hz. Peygamber’in bile içinin sıkıldığı zamanlar olmuştur. Uzunca bir süre vahiy gelmemesi nedeniyle müşrikler tarafından alaya alınan Hz. Peygamber, bu duruma hayli üzülür. Ancak nice sonra “Kuşluk vaktine ve dinginleştiğinde geceye yemin ederim ki Rabb’in seni ne bıraktı ne de sana darıldı (Duha, 1-3)” hitabına mazhar olur. Bir başka ayette Kuran, Resulullah’a şöyle seslenir: “Muhakkak her zorluğun yanında bir kolaylık vardır (İnşirah, 5)”. Günümüzde kullanılan meşhur benzetmeyle, bardağın bir yarısı boşsa, diğer yarısı da doludur.

AYDINLIK VE KARANLIK

Kuran’da “moral bozmamak” gerektiğine dair ayetlerde geçen “kuşluk vakti” ve “gecenin dinginliği” sembolik bir anlam içerir. Kuşluk vakti, güneşin tamamen doğup etrafın aydınlandığı zamandır. Herkesin evlerine çekildiği vakitler de gecenin en karanlık bölümü... Bir başka ayetteyse şöyle der: “

Yazının Devamını Oku

Birdenbire parlayanlar

5 Nisan 2022
Ramazanın ilk günlerinde, oruç tutanlar arasında, çabucak sinirlenip bir anda parlayanlar olur. Tabii ki akla ilk gelen neden, açlıktır...

Televizyonlardaki yarışma programlarında görüyoruz: Açlık en güçlü görünen insanlara bile neler yaptırıyor. Tahammül seviyeleri iyice düşerken patlamaya hazır bomba gibi oluyorlar. Milyonların her gün ekran karşısında tanık olduğu bu sahneler, hepimiz için bir “ibret vesilesi”.

KAN ŞEKERİ Mİ?

Peki ama kimimiz açlığa ve güçlüklere daha dayanıklıyken, bazılarımız neden daha çabuk sinirlenir? Hiç kuşkusuz bu sorunun, her kişiye özel fizyolojik açıklamaları var: Kan şekeri seviyesi, protein ihtiyacı, mide sağlığı vs. İyisi mi o konuyu uzmanlarına, yani hekimlere bırakalım. Biz, “kan şekeri” yerine, açlıkla gelen “can sıkıntısını” anlamaya çalışalım...



AÇLIĞA ASIL SİNİRLENEN

Kuran’da, insanı oluşturan üç temel unsur öne çıkar: Beden, ruh ve nefis (nefs). Beden, sudan, topraktan meydana gelip anne karnında şekillenen bir varlıktır (Nahl, 4; Kehf, 37; Furkan 54). Ruh, Allah’ın “üflediği” bir emanet, insanın hakiki özüdür (Hicr, 29; Secde 9). Bu değerli ve sırlı emanet (İsra, 85), dünya hayatı boyunca bedende ikamet edecek, ömrü nihayete erdiğindeyse asli vatanına geri dönecektir.

Yazının Devamını Oku

Birbirimizi yemeyelim

4 Nisan 2022
Aramızda kalsın ama... Galiba pek azımız dedikodu yapmadan durabiliyoruz. Peki ya başkaları da “sohbet niyetine” bizi çekiştiriyorsa?

Malum... İnsan oruçluyken ağzına yiyecek atmaktan kaçınır. Peki ya ağızdan çıkanlar... Ona da aynı şekilde dikkat edilir mi acaba? Bu soruya gönül rahatlığıyla “Tabii ki” demek zor. Dedikodu, kadın-erkek, genç–yaşlı ayırmaksızın, hepimizin hayatında bir şekilde var. Hadi kendimiz hiç dedikodu yapmıyoruz (!) diyelim... Ya başkalarından duyup dinlediklerimiz?



DİKKAT, ‘YAMYAM’ ÇIKABİLİR

Kuran, gıybeti çok çarpıcı bir benzetmeyle tarif eder: “Zannın çoğundan kaçının... Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerini arkasından çekiştirmesin. Hanginiz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır ki? (Hucurât, 12)”. Yani İslam’a göre dedikodu, “birbirimizin etini yemek” gibidir!

*

Dedikodunun maneviyat dışında bir de toplumsal yanı var. Bazen abartılı ifadeler veya yanlış yönlendirici yorumlar, kişilerin arasını açıp çatışmalara neden olabiliyor. Örneğin sosyal medyada doğruluğu yeterince araştırılmadan “cepten cebe” yayılan haberler, çoğumuzu istemeden dedikoducu, hatta bazen iftiracı konumuna sürüklüyor.

Yazının Devamını Oku

Gözün iştahı

3 Nisan 2022
Ramazan sofraları, sadece mideye değil göze de hitap eder. Bu yüzden bol çeşitli olur. Ancak ne kadar aç olursak olalım, herkesin yiyebileceği miktar bellidir.

Vakti zamanında bir adamın dillere destan güzellikte, göz şeklinde bir mücevheri varmış. Bunu duyan padişah, bu mücevherin satın alınmasını istemiş. Saraya getirilen mücevherin ağırlığını öğrenmek için teraziye koymuşlar. Ama terazinin diğer kefesine koydukları en büyük ağırlık bile mücevherin karşısında hafif kalıyormuş. Hazinedarlar işin içinden bir türlü çıkamamışlar. Padişah, bu garip durum karşısında bilge bir kişiye danışılmasını istemiş. Saraya gelen bilge, bir teraziye bakmış, bir mücevhere... Derken yerden bir avuç toprak alıp terazinin diğer kefesine koymuş. En yüksek ağırlıkta bile yerinden kıpırdamayan göz şeklindeki mücevher, bir avuç toprak karşısında tartıda tam gelivermiş. Hayretler içinde kalan padişah sormuş: “Ey bilge! Nedir bu işin sırrı?” “Sultanım...” demiş bilge, “Bu mücevher, göz şeklinde. Bilmez misin ki göz dediğini bu dünyada topraktan başka bir şey doyurmaz!



İKİ VADİ DOLUSU OLSA...

Gözünü toprak doyursun” deyiminin açıklaması olarak anlatılan bu kıssa, ilhamını Hz. Peygamber’in hadisinden almış olsa gerek: “Ademoğlunun iki vadi dolusu malı olsaydı, mutlaka üçüncüyü isterdi. İnsanoğlunun gözünü ancak toprak doyurur.” İnsan denen varlığın “açgözlü” oluşu Kuran’da da karşımıza çıkar: “Malı aşırı biçimde seviyorsunuz. (Fecr, 20)”

ÇAĞIMIZIN BÜYÜK DERDİ

Kendimizi arındırmamız gereken bir huy “açgözlülük”. Tabii kolay kolay kimse kendisine “açgözlü” demez. Ne var ki çağımızın meselesi tam da bu: Aşırı tüketim, ihtiyaçtan fazlasını biriktirmek; mala mülke aşırı bağımlılık... Öyle ki çevre felaketleri bile bununla bağlantılı. Öyleyse hepimiz bireysel ölçekte, gerekenle yetinmeyi öğrenmek durumundayız. Çünkü sonu gelmeyen isteklerimiz, gündelik hayatta bizi mutsuzluğa sürüklüyor. Gazali, bu durumu şöyle ifade etmiş: “

Yazının Devamını Oku

Hoş geldin 'manevi detoks' ayı

2 Nisan 2022
Haftalar ayları kovalarken bir ramazana daha eriştik. Şükür kavuşturana... Artık esas konumuz “on bir ayın sultanı”nın nasıl geldiği değil, nasıl geçeceği.

HEPİMİZ biliriz... Ramazan demek her şeyden önce oruç demektir. Ayrıca bu ay, ibadet, hayır ve yardımlaşma ayıdır. Ama fazlası da var tabii: Ramazan bir “tasfiye” vesilesidir aynı zamanda. “Tasfiye de nedir?” diye soracak olursanız... Tasfiye, İslam kültüründe “nefsi (egoyu) kötülükten temizlemek” anlamına gelir. Hani “tasfiye nedeniyle” elden çıkarmak istenen mallar vardır ya... İşte ramazan da onun gibi, taşımak istemediğiniz kötü huylardan arınma vaktidir.



ARITMA FİLTRESİ

“Saf” kelimesiyle aynı kökten gelen “tasfiye”, arıtıp temizlemek demek. Ramazan da Müslümanlar için “manevi arınma” ya da popüler ifadesiyle “detoks” zamanıdır... Yürek sağlığını bozan davranışlardan uzaklaşmak için bir fırsattır. İnananlar için oruç bedeni, iyiliklerse gönülleri tazeler. Elbette “daha iyi bir insan olmak” sadece ramazana özgü bir hedef değil. En güzeli, “ramazan ruhu”nu tüm aylara yaymaktır.

KİMİN YARARINA?

Eskiler, manevi arınmaya “tasfiye” dışında “nefis tezkiyesi” de derlerdi. Bu ifadenin kaynağı doğrudan Kuran’dır: “Nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir (Şems, 9)”. Söz konusu arınma, kişinin kendi yararı içindir: “Kim arınırsa ancak kendi yararına arınmış olur. Dönüş Allah’adır. (Fâtır, 18)”

Yazının Devamını Oku