Paylaş
Vakti zamanında bir adamın dillere destan güzellikte, göz şeklinde bir mücevheri varmış. Bunu duyan padişah, bu mücevherin satın alınmasını istemiş. Saraya getirilen mücevherin ağırlığını öğrenmek için teraziye koymuşlar. Ama terazinin diğer kefesine koydukları en büyük ağırlık bile mücevherin karşısında hafif kalıyormuş. Hazinedarlar işin içinden bir türlü çıkamamışlar. Padişah, bu garip durum karşısında bilge bir kişiye danışılmasını istemiş. Saraya gelen bilge, bir teraziye bakmış, bir mücevhere... Derken yerden bir avuç toprak alıp terazinin diğer kefesine koymuş. En yüksek ağırlıkta bile yerinden kıpırdamayan göz şeklindeki mücevher, bir avuç toprak karşısında tartıda tam gelivermiş. Hayretler içinde kalan padişah sormuş: “Ey bilge! Nedir bu işin sırrı?” “Sultanım...” demiş bilge, “Bu mücevher, göz şeklinde. Bilmez misin ki göz dediğini bu dünyada topraktan başka bir şey doyurmaz!”
İKİ VADİ DOLUSU OLSA...
“Gözünü toprak doyursun” deyiminin açıklaması olarak anlatılan bu kıssa, ilhamını Hz. Peygamber’in hadisinden almış olsa gerek: “Ademoğlunun iki vadi dolusu malı olsaydı, mutlaka üçüncüyü isterdi. İnsanoğlunun gözünü ancak toprak doyurur.” İnsan denen varlığın “açgözlü” oluşu Kuran’da da karşımıza çıkar: “Malı aşırı biçimde seviyorsunuz. (Fecr, 20)”
ÇAĞIMIZIN BÜYÜK DERDİ
Kendimizi arındırmamız gereken bir huy “açgözlülük”. Tabii kolay kolay kimse kendisine “açgözlü” demez. Ne var ki çağımızın meselesi tam da bu: Aşırı tüketim, ihtiyaçtan fazlasını biriktirmek; mala mülke aşırı bağımlılık... Öyle ki çevre felaketleri bile bununla bağlantılı. Öyleyse hepimiz bireysel ölçekte, gerekenle yetinmeyi öğrenmek durumundayız. Çünkü sonu gelmeyen isteklerimiz, gündelik hayatta bizi mutsuzluğa sürüklüyor. Gazali, bu durumu şöyle ifade etmiş: “Dünya malının yetecek kadarı ilaç, fazlası ise zehirdir.”
TAMAHKÂRLIĞIN İLACI
Açgözlülüğün, yani tamahkâr olmanın ilacı, kanaatkâr olmak. Günümüzde “kanaatkâr” denince kimimizin aklında edilgen, hatta “ezik” bir profil canlanıyor. Oysa kanaatkârlık, insanın hakkını aramasına veya daha iyisi için çalışmasına engel değildir. Zaten, yetinmek uğruna dünyayı boşlamak da doğru değildir. Lokman Hekim’in evladına dediği gibi: “Yavrucuğum! İhtiyacına yetecek kadar dünyalık al. Dünyayı tamamen reddedersen insanların sırtına yük olursun.”
İHTİYAÇ FAZLASI
Dünyamızın sırtında aşırı üretim ve tüketimden ötürü zaten yeterince yük var. O yükü daha da ağırlaştırmanın gereği yok. Olanı en verimli biçimde kullanmak, israf etmemek, geri kazandırmak, paylaşmak... Bunlar, “kanaatkâr” olmanın çağımızdaki en güzel karşılıkları. Hz. Peygamber, “Ey Allah’ım! Muhammed ailesinin rızkını yetecek kadar kıl” diyerek dua edermiş. Bizdeki “ihtiyaç fazlası”na fazlasıyla ihtiyaç duyacak kimseler mutlaka vardır. Ramazan, onlara ulaşmak için güzel bir vesile değil mi?
*
Gelin sadece zengin olmayı değil, biraz da engin gönüllü olmayı dileyelim. Resulullah’ın dediği gibi: “Malın çok olması zenginlik değildir. Asıl zenginlik, ancak gönül zenginliğidir.” Unutmayalım ki “göz doyurucu” bir sofrada ne kadar çok çeşit olursa olsun, yiyebileceğimiz miktar bellidir. Oysa kalp, mide gibi değildir: Sevginin, iyiliğin ve gönül zenginliğinin sonu yoktur...
BİR ESER
ULU CAMİLERİN ÖNCÜSÜ
“ULU camiler”, İslam medeniyetinin çağları aşıp günümüze ulaşan en önemli eserlerindendir. Türkiye’deki ilk örneklerinden birisi de Diyarbakır Ulucami’dir. Cami ve külliyesinin kimi bölümleri çok farklı zamanlarda inşa edilmiştir. Ulucami, Selçuklular tarafından 1091 civarında yaptırılmış olsa da Diyarbakır’ın Hz. Ömer zamanındaki fethinden beri burada bir “ulu cami” bulunduğu biliniyor. Bir seyyahın ifadesiyle bu “Öyle mükemmel bir yapıdır ki ondan daha düzgün, ondan daha sağlam yapılmasına imkân yoktur. Caminin içinde iki yüz küsür taşdirek vardır”. Diyarbakır’ı 1046’da ziyaret eden bu seyyah, sonraki yüzyılların “daha düzgün, daha sağlam” camilerini görse kim bilir nasıl şaşırırdı!
BİR AYET
BİLİN ki dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir süs, aranızda bir övünme ve daha çok mal ve evlat sahibi olma isteğinden ibarettir. (Hadid, 20)
BİR HADİS
“İNSAN, karnının üçte birini yemeğe, üçte birini içeceğe ve üçte birini de teneffüs etmeye ayırsın.” (Tirmizî, Zühd, 47)
Paylaş