Geçen haftadan devam ediyorum Emirgan-Sabancı müzesinde gezdiğim "Zero. Geleceğe geri sayım" sergisinin izlenimlerini paylaşmaya… Doğrusu bu konu üzerine kafa yormaya başladığımdan beri her yerde sıfır ve birler görür oldum. Dikkat nereye giderse orada bir canlanma olduğunu bir defa daha ortaya seriyor benim için bu süreç. 'Dervişin fikri neyse zikri de o' olurmuş derler ya, fakirin zikrim de adeta bir bilgisayar programcısı kıvamında "sıfır ve bir" bu ara; bir anlamda "La ilahe ilallah" demenin sayıcası sanki, "Yoktur ilah (0), Allah'tan başka (1)"… Serginin küratörleri de böylesi bir sarmala kapılmış olacaklar ki sergi binasının girişinde, yerde, sıfır biçiminde koca bir yazı karşılıyor ziyaretçileri, paylaşalım:
"Zero sessizliktir. Zero başlangıçtır. Zero yuvarlaktır. Zero ekseni etrafında döner. Zero aydır. Güneş zerodur. Zero beyazdır. Çöl zero. Zero üzeri gökyüzü. Gece zero akar. Güz zero. Göbek. Ağız. Öpücük. Süt yuvarlaktır. Çiçek kuş zero. Sessizce. Süzülürcesine. Zero yerim, zero içerim. Zero uyurum, zero uyanırım. Zero severim. Zero güzeldir. dinamo dinamo dinamo. Baharda ağaçlar, kar, ateş, su, deniz. Kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, çivit mavisi, mor zero. Zero gökkuşağı. 4 3 2 1 Zero. Altın ve gümüş, ses ve duman. Gezgin sirk zero. Zero sessizliktir. Zero başlangıçtır. Zero yuvarlaktır. Zero zerodur."
Fakir, zeroyu birsiz düşünemiyorum ancak. Yokluğun varlığı, varlık değil midir? Ya Settar… Bu gibi paradokslar ikilik bağımlısı cüzi aklın dumura uğradığı yerler. "Varolan herşeyin bir mekanı varsa, mekanın da bir mekanı olması lazım ve bu böyle sonsuza değin gider" (Ariso'nun mekan paradoksu) gibi.. Neyse ki sanat aklın yanına gönlü de koymayı gerektiriyor ve böylece aşılabiliniyor aşılası engeller, birer birer; Sır sıfırla açılır, sıfırla kapanır, yol birdir, sıfır biri gizler, yokluk nefsi, varlık hakikati işaret eder. Zıttıyla anlaşılır imgeler. Anlamanın ötesindedir biliş. Onun da ötesi oluş; kendiliğinden, öylesine… Zikir meydanında halka olmuş dervişlerin Yaradan'ı zikretmeleri gibi, kalp atışı gibi… Yaradılış gibi… Sanatçı Yaradan'ın yaratma eylemini taklit edebilir yalnızca, sıfırdan yaratma Allah'a(cc) mahsustur, ama sanatçının bu taklidi çabası dahi büyük haz verir ona. Keza cüzi de olsa Tanrı'nın "Halik" esmasının tadı çalınmıştır damağına; bunun ne büyük lütuf olduğu kadirşinas kullarınca aşikardır. Takdir, minnet ve aşkın artışı gönüllerin şükranıdır. Ki onun da ayrı şükrü yapılmalıdır. Ve böyle sonsuzluğa değin gider… Ya Şekur!
Heryer sanat platformu "Zero akımı" sanatçıları için, bizim dar kalıplarımızı kırıp Hakk'ı heryerde görebilme çabamıza benziyor.. Bıçaklı ressam 'Lucio Fontana'nın tuallere bıçakla, tabancayla müdahale etmesi, "0" noktasında tecelli eden 'Celal' esması ve 'Büyük Patlama' ile açığa çıkan ışığın gölge oyunlarının taklidi gibi geliyor fakire. Ya Kaviyy…
"Çizgi sonsuza dek uzayıp gider, renk ise şimdide vardır" (Yves Klein). Klein'in saf pigment, tek renk 'monochrome' işleri kendi ifadesiyle mealen "figür yok; büyük özgürlük" diye açıklanıyor ve fakir de 'putlarımızın olmamasının, şeklin, nefsin ötesine aşkınlığın büyük özgürlüğü' olarak okuyorum bunu. Ya Ahad… Allah var, şerik(ortak) yok!
Kavramsal sanatın öncülerinden Piero Manzoni'nin achrome(renksiz), tual üzerine beyaz alçı ve kaolin ile yaptığı işler sanatçıya göre "sonsuz düşünce alanı"nı ifade ediyor. Beyaz üzeri beyaz… Işık… Ki içinde tüm renkleri barındırıyor! Nur ala nur; Ya Nur…
Günther Uecker çivilerle manipüle ediyor yüzeyleri, algının şiirinin peşinde.. Otto Peine ritmik ışık değeri şablonları oluşturarak 'saf enerji'yi anlattırıyor resimlerine.. Hepsi ayrı esma üzere… 100 eser; 100 tane bir, sıfırı anlatıyor! Ya Hayy…
Sergi gezmemizin sonuna doğru, projeksiyonlarla oluşturulan algı izdüşümlerinin orta yerinde, yanımda zarif bir kadın, tüm diğer yansımaların yanında, gölgemiz de yansıyor beyaz duvara. Hangi sanat eseri boy ölçüşebilir bununla? Heinz Mack'ın altın varaklı "Dokuz sütun üzerinde gökyüzü" devasa yerleştirmesinin maliyeti kim bilir kaç para? Bahçedeki bu yerleştirmenin hemen yanıbaşında mütevazı bir yemiş ağacı üzerinde meyvesiyle leziz, biz faniler tarafından yaratılması imkansız, lakin bedava! Yaradan'ın yüceliği ortada…
"Sanatın yüceliği ile güzelliği yansıyanda mı, yansıtan da mı, gözlemcinin algısında mı oluşuyor" derseniz, fakire göre hepsinin toplamıdır büyük sanat olayı…
Geçenlerde "Zero. Geleceğe geri sayım" sergisine gittim Emirgan-Sabancı müzesinde. 20.yy'ın en büyük uluslararası sanat ağı diyorlar "Zero" için. II. Dünya savaşı sonrasının karamsar havasını dağıtacak yeni, ilerici ve umutvar bir sanat yaklaşımını benimseyen Heinz Mack ve Otto Piene'nin önderliğinde "Sanat sıfırdan başlamalı" prensibiyle ortaya çıkmış 'Zero akımı'. Acaba 1957'de başlayıp 1967'de sona ermiş bu akımın kurucu sanatçılarının zamanımıza yansıttığı "bilimin, teknoloji ve geleceğe duyduğu katıksız inancı paylaşarak dünyayı yeniden inşa etme arzusu"nun meyveleri hakkında bugün ne düşünüyor insanoğlu? Geziyor, bakıyor, düşünüyorum…
Sergi binasına girmeden önce dikkati çeken Heinz Mack'ın "dokuz sütun üzerindeki gökyüzü" üç boyutlu devasa yerleştirmesi etrafında epey vakit geçirdim. Birbirine eşit mesafede, birarada kare bir alan oluşturacak şekilde dikilmiş (üstü 24 karat altın varak 850.000 parça mozaik taşla kaplı) dikdörtgen sütunların çevresinde bir süre dolanmak bana "Zero=Sıfır" kavramı üzerine düşünmek ve serginin devamına kendimi hazırlamak üzere zaman kazandıracaktı. Ama bu kavram fakiri içine aldıkça kendimi içinden çıkılmaz bir düşünce aleminde kaybolmak üzere buldum ve neyse ki beraberimdeki arkadaşların uyandırmasıyla gün bitmeden oradan ayrılabildim.
Bu düşüncelerin bari bir kısmına burada yer vermek istiyorum: Dokuz sütun demiştik; 1'den 9'a kadar olan sayılara "Ahad" dendiğini biliyor muydunuz? Bulmacalarda çıkar.. 'Ahad' Arapça 'Bir' sayısıdır ve 1'den 9'a kadarki sayılara da 'birler' manasında "Ahad" deniliyor. "Ahad" ismi aslında "bir ve tek olan" anlamında Allah'ın(cc) güzel isimlerindendir. Yaradan'ın bir diğer güzel ismi de "Kayyum"; gökleri, yeri ve herşeyi ayakta tutan anlamında.. İşte tasavvuf gözlüğüyle bakınca bu çağdaş sanat eserinin çağrıştırdıkları… Dokuz sütun, Ahad ve Kayyum olan Allah'ın ayakta tuttuğu gökyüzü(felek), ki o da sıfırı temsil ediyor. Dokuz, eylemin sayısı; "La faile illallah", "Allah'tan başka fail yok". Ve bir anlamda da "La mevcude illallah", "Allah'tan başka mevcut yok"!
Uçuk düşüncelerim şöyle devam ediyor; "0" yaradılışa dair bir keyfiyet, dolayısıyla varlıkta yok olmakla ancak varlık idrak edilebilir, ancak öyle varolunabilinir. Bir, sıfırla bilinir. Gerçekte "Bir" vardır, "Sıfır" yoktur. Zaten sıfırın ifade ettiği yokluktur. Ama bir de şöyle bakabiliriz; görecelilikteki "0" yine görecelilikteki 1'lerden oluşan sayıların solunda yer alınca anlamsızdır, kattığı hiçbirşey yoktur. Bu olumsuz amellerimizi temsil ediyor. Halbuki "0", sayının sağında yer alınca, mesela 1'i 10 yapar, değer katar, bu da olumlu amellerimizi temsil ediyor.
Sütunları kaplayan altın mozaikler de 'Bir'in içindeki çokluk olsa gerek, yani 'vahdet'teki 'kesret'. Neden mi altın? Çünkü altın en saf madendir ve dolayısıyla en iyi iletkendir. Varlığın eksiksiz iletkenliğinin deneyimi ancak altın gibi saf gönül sahiplerine revadır. Sıfırla çarpılanın sonu sıfır olur. Birle çarpılan kendisini bulur. 1'ler 0 tarafından bölünmeye kalkılınca sonuç tanımlanmamış, bellisizdir. Bu denklemden tek çıkış "l'Hopital"in kuralıyla mümkün görünüyor: "0 sayıların toplamı sıfırdır, ve 0 sayıların ürünü ise 1'dir. Çarpan sıfır, bir olarak değer kazanır". Anladıysam Arap olayım diyorsanız doğru yoldasınız, çünkü "sıfır" sayısının bilgisi Batı'ya 11.yy'da Müslüman-Arap Endülüslüler(Moors) aracılığıyla ulaşmıştır. Batı'da "Algoritmi"(bir problemin matematiksel ve mantıksal işlem dizisi ile adım adım çözülmesi durumu) de temel yöntemlerini yine Müslüman bir bilimadamı olan "Muhammed ibn Musa al-Khwarizmi"ye borçludur. 'Algoritma' adı onun isminden türemiştir. Bu zat aynı zamanda Algebra(cebir)'nın da atasıdır..
Ya Hu şu 'ırkçılık' ne berbat şey. Sen bizi verdiğin ziynetler üzerinden birbirimize büyüklenelim diye yaratmadın ki! Bunu da ne güzel anlatır, hatırlatırsın öğretinde. Bize özgür irade vermişsin, gerekli ve yeterli donanımı da bağışlamışsın nefsin kötüye olan eğilimiyle mücadele edebilmemiz için. Hakikate o mücadele neticesinde erelim istemişsin ki ilim irfan bulsun, bilinmekliğinin kıymeti yaşanarak bilinsin. Yine de ziyadesiyle zorlanıyoruz. Şeytan(uzak olan) işini iyi yapıyor herhalde..
Anlatırsın ibret alalım diye; O iblis ki biz insanoğullarından önce meydana getirilmiş canların, ateş halkının reisi iken, meleklere dahi hocalık edermiş. Biz ortada yokken henüz, sana kulluk eder imiş. Lakin ona da verilen özgür iradenin doğurduğu benlik iddiası ve kibir, kendisini sınayacak bir mesele belirene kadar pusuda bekler imiş. Acaba yaradılanı sevebilir miymiş Yaradan'dan ötürü? Yalnızca melekler var iken etrafta Yaradan'ı tesbih etmekten, kulluktan başka şey bilmeyen, bu ona kolay gelirmiş. Ancak günlerden bir gün balçıktan bir beden yaratmış Hüda ve ruh üflemiş içine. Seslenmiş hazır bulunan melekler topluluğuna; "İşte yeryüzünde yarattığım halife. Secde edin Adem'e!". O sırada meleklerle bulunan iblis'e bu ağır gelmiş. Zaten melekler de öncesinde sormuşmuş; "Dünyada bozgunculuk edecek, kan dökecek birisini mi yaratacaksın? Oysa biz seni överek tesbih ediyor ve takdis ediyoruz!". Melekler açısından Allah'ın cevabı alındıktan sonra haddini bilmezlik edilemezmiş; "Ben sizin bilmediklerinizi bilirim!". Yaradan'a kafa tutmak akıl kârı mı? Secde etmişler. İblis hariç. Ola ki hocalığın verdiği kibirle karşı çıkmış. Bahanesi de hazırmış; "Ben ondan hayırlıyım, beni ateşten, onu balçıktan yarattın!". Vay iblis, kendi kusurunu bilmez, bir de büyüklenir misin 'Allahu Teala'ya; Olacak iş mi? Ortada kulluk mulluk kalmamış. Yalan bir benlik iddiası ki verecek başka birşeyi olmayan cincan, kendisine tabi olan bozguncu halkıyla beraber kainatın sonuna dek bunu bize de bulaştırmaya azmetmiş(bu halktan iman edenleri tenzih ederim). Halifesi ile replikasının ayrışabilmesi için Allah da buna müsade etmiş. Kendisinden yardım dilenen samimi kullarına her zaman yardım edeceğinin sözü de semada baki kalmış..
Bu tavrıyla iblis ilk ırkçılığı yapmış olmuş. Ona göre ateş, topraktan cins olarak daha latif, üstünlük vesilesiymiş. Ayrıca bir de iblis, Allah'tan başkasına secde etmemeyi de sözde haklı bir bahane olarak ortaya sürmüşmüş. Bre iblis, bre kibri gözünü karartmış cahil hoca, secde edeceğin balçık mı idi? Secde edeceğin Allah kelamı idi, Adem'de göreceğin onun cismi değil, içine üflenen ruhtan dolayı, O'nun yüce hakikati idi. Daha yücelebilecekken, melekler kadar dahi olamadın! Hoca imişsin ama kulun hakikatine erememişsin, heryerde O'nu görmeyi tam becerecekken, nefsine yenilmiş, kötülüğü emreden nefse(nefsi emmare) kutbiyet etmeye gönüllü olmuşsun.. Yaradılışın göreceliğinde karanlığa hizmet etmeye gönüllü olanlara yazıklar olsun. Onlar kaybetmeye gönüllü olmuşlar, hizmetlerinin ödülü de kayıptır. Sen bu şekilde vazife yaptığını sanırsın, sanki sensiz o vazife yapılamayacak mıydı? Sorunun vazifeden kendine çıkardığın paydadır. Allah rızası dışındaki bir maksatla yapılan herşey kulluk bakımından zayidir. Onda bile bir hayır olması Allah'ta hayırsız birşey olmayacağındandır. Yoksa senle alakası yok! Hayy Allah! Taşlanası şeytandan sana sığınırız…
Allah(cc) çeşidi sevdiğinden dolayıdır ki bizi renk renk, cins cins yaratmış. Birbirimizi tamamlayalım, birbirimizden tad alalım, çeşitliliğimizle birlik olalım diye. Halbuki biz, hepimiz demeyelim, kimimiz, şeytanın bulaştırdığı hastalığa kapılmış, hem kendimize hem çevremize zulüm etmedeyiz. Kime özenir, benzersek onunla haşredileceğiz.. Bu duruma sebep de bağışıklık sistemimizin çokça zayıflamış olması. Ruhun besini, vitamini olan 'iman, Allah'ı çokça zikretmek, hizmet, aşk, fedakarlık vs..' yüce niteliklerinden uzak düştük, dünya balçığına fazlaca saplandık zira. Kulluk kürüne girmemiz lazım acilen. Secde edecek bir "insan" bulmamız lazım, hizmet etmemiz lazım. Şu lanetli "ırkçılık, ayırımcılık, bencil kibir" niteliklerimizi kurban etmemiz gerek ki insanlığımız kurtulsun. Haşa, yanlış anlaşılmasın; "Biz ancak Sana ibadet eder, Senden medet umarız", kastedilen hep Sensin ya Rabb! Anlayana…
Hepinize hayırlı bir 'Kurban bayramı' dilerim. Paylaşalım, yardımlaşalım! İblis'in hissebend olamadığı aşkı dilerim biz insanoğulları için. Aşk ile herşey daha kolay çünkü. Gerçek aşk ki Yaradan aşkıdır, teslimiyete teşnedir; hiç olmazsa biryerden başlamaklığın nasip olmasını dilerim. Aşık olacak birşeyler bulmak lazım. Şüphesiz buna en layık olan yaradılmışlardan, insandır. Bayram insanlara, insanseverlere bayramdır, sevdikçe birleşen, birlikte şeytan çatlatan insanlar. Bayramınız kutlu olsun! Sizi sevindirmek için ne yapmalı? Belki de hizmetli meleklere bakmalı, örnek almalı… Şükür Yaradan'a! Ya Melik, Ya Hu! Eyv'Allah…
"Bir süredir olanlara bakıyorum; ihmal edildiğim kesin, 2. sınıf insan muamelesi görüyorum. Neden o benden daha makbul, hatta üstün sayılıyor, her yaptığı hoş görülüyor da bana gelince; kınanıyor, dışlanıyorum. Bu doğru değil; düpedüz haksızlık! Hiç kusurum yokken aşağılanıyorum, sevilip sayılmadığım aşikar.. Hep onun yüzünden, rol çalıp duruyor; resmen hakkımı gasp ediyor. Eşitsizlik var! Bu kabul edilemez. Haksızlığa müdahale etmek hakkım!" dediğimde, "Vesveseye kapılıyorsun, sevilmiyor değilsin. Haklı haksızı ayırabilecek halde olamayabilirsin bu bencil öfkeliliğinle, sakinleş. Hasedi bırak, kibirle hareket etme. Belki de yapabilecekken yapmadın tam elinden geleni! Durumunu daha iyisini başarmak için bir fırsat olarak gör, bu hal geçici, topla kendini, koru iyi niyetini, arttır gayretini, güven adaletine düzenin" diye ukalalık edince yanımdaki işbirlikçi, dayanamayıp yapıştırdım tekmeyi haine. Kafaya koymuştum, gidip görüşecek, haddini bildirecek, kim olduğumu hatırlatacaktım mağduriyetimin müsebbibi o sözde kardeş olacak herife..
Susmadı yolda yanımdaki; "Korkarım öfkene kapılıp yanlış birşey yapmayasın, haddi aşmayasın. Aman, günahtan kaçınmalısın. Otur, bi sakinle. İçindeki kötü hislerden Tanrı'ya sığın, o affedicidir. Kendine zulüm edenlerden olma. Hallolur meselen de zamanla" deyince mendebur, susturdum bir yumrukta. Haketmişti ağzını burnunu dağıtmamı. Öfkem daha da arttı. Belli ki herkes bana karşı birleşmişti. Kuyumu kazıyorlardı. Bunların hepsi kardeşimin suçuydu. O aradan çekilmedikçe mesele hallolmayacaktı.. Karşısına çıktığımda doğrusu kardeşim de beni kışkırttı. Zalimlik etmede nefsime uyup Tanrı'ya isyankar olursam, kendi günahını da üstlenerek cehennemlik olmakla tehdit etti beni. Onun için konuşmak kolaydı. Ne de olsa kayırılan iyi evlattı. Kararım o an kesinleşti, cezasını verecek, öldürecektim onu. Yanımdaki herhalde dayağa doyamamış olacak araya girdi; "Dur yapma, doğru değil bu düşünüş, bu davranışların, karşı koy seni arzulayan kötülüğe, hakim olabilirsin kendine. Haklıysan da haksız duruma düşersin ancak böyle". Önce o gevezenin kafasını kırdım. Artık bana engel olacak kimse kalmamıştı sıra kardeşime geldiğinde. O da karşı koymadı nedense. Nefsiyle hareket etmeyecek, şiddete başvurmayacakmış ne olursa olsun; Allah korkusundanmış. Bence benden korkuyordu. "Kardeşim sakın, insanlığı öldürme sakın!" zavallı haykırışları da engel olamadı sonunu getirmeme. Hakettiğini buldu. Nihayet sustu. Yazık, karşı koysaydı daha iyi olacaktı. Neyse, meydan sonunda bana kaldı. Hakkedene. İşte şimdi zaferi kutlamalı, dünyanın keyfini çıkarmalı…
O da ne! Yanımdaki hala orada, ayaktaydı. "Ne yaptın kardeşine sen, lütfen bari tövbe, istiğfar etsen?" diyordu güçlükle. "Bana ne, korusaydı madem kendini, dünya mücadele arsası, güçlü olan kalır ayakta, kimsenin yükünü taşıyacak değilim omuzumda" dedim sanki cevap vermeliymişim gibi. Yeterince sıkmıştı canımı. Zaten şahit bırakamazdım. Üzerine çullandım. Hem sahi kimdi bu başından beri yanımdan ayrılmayan serseri. Son nefesini vermeden sormak aklıma geldi. İyice dağılmış bedeni, yerdeydi. Sanırım ilk defa baktım gözlerine, alışılmadık bir parlaklıktaydı. Sorumu cevaplarken gözlerinin ışığı başının üzerinde bir nur halesi şeklini aldı. "Ben senin vicdanınım, daha da doğrusu ben senin aslınım" dedi, ama öyleyse ben kimdim ki? O nur topu zerafetle yükselirken göğe etraf da karanlıklaşıyordu gitgide. Bir ses kulağıma fısıldadı; "Sen korkunç bir hiçlik olmaktasın şimdi!". Ortalık iyice karardı, korku bedenimi sararken olanca yakıcılığıyla, bir karga gördüm sanki, kimin için acaba, bir mezar kazmaktaydı. Ölmek bu muydu? Sahi ne yaptım ben? N'olur biri bana cevap versin zifiri karanlık göğsüme çökmeden, çığlığım sessizleşmeden; "Son pişmanlık fayda eder mi? Çok pişmanım, fayda eder mi? N'olur!"…
Kendimce kurguladığım, aslında Adem'in ilk iki oğlunun, kardeş ademoğularının arasındaki ilk ölümcül husumetin, ilk cinayetin kutsal metinlerde bahsedilen hikayesi. Ola ki bu ibretlik anlatıda gizlidir insanlar arasındaki hasetlik, gadab ve türlü şiddet eyleminin çözümlenmesi gereken kodları. Şiddet dolu insanlar gördükçe etrafımda, içimde kabaran öfkenin baskısını hissettikçe kursağımda bu kadim hikaye gelir aklıma. Korkarım insanlığım adına…
Gördünüz! Mecburen… Kayıtsız kalamazdınız! Pornografi etkiler. Mahremi görüntülemek, mahremi ortaya dökmek… Açık, saçık, mütecaviz… Hayvanlaşmanın hayvanca özgürlüğü; insan olamamanın züğürt tesellisi, şeytanın rüşveti… Pornografiden alınan haz, elde edilen manipülatif güç, anlık üstünlükler kurmaca, ucuz üretime karşılık yaygın tüketim; zaaflardan nemalanma becerisinin makbuliyetini pazarlama kampanyası tuttukça cahillikler ülkesinde, cehalete yatırım artar. Tahrik enerjisini güden çobanların becerileriyle çıkarları doğrultusunda gidenlerin sürüye ait olma psikolojileri meşrulaştırır sözde paylaşımları. Koparmak başarı, tüketim kültür, kötü ve çirkinin sergilenmesi gerçeklik, olumsuz eleştiri ve duygu sömürüsü belagat halini almışsa, Nuh'un gemisinin palamarı çözme zamanı yaklaşmış demektir… Seyirci olmayın! Mecbur bırakılmayalım artık pornografiye, insanlığımızın harekete geçmesi adına da olsa; ders çıkaralım, daha fazlasını yapalım..
* * *
Kim bilir günde kaç tekne kalkıyor irili ufaklı, "günümüz Dünyası'nın 'Nuh'un gemisi" gibi görülen 'medeni Batı' ülkelerine, neocahiliye çağını, zulmeti yaşayan coğrafyalardan! Biz köprü ülke görünümündeyiz, arada, ortada… Bu coğrafyanın kaderi bu herhalde, adeta sırat köprüsü kurulmuş üzerimize. Atlas'ın Dünyayı omuzlarında taşıması misali, sırat köprüsünü taşıyoruz sanki omuzlarımızda; saçtan ince, kılıçtan keskince ama ağır olabildiğince. Ve dosdoğru, durabilmeliyiz hakkınca… Bu zor şartlar altında duruyoruz da kanımca… Ama kemiriyor köprünün ayaklarını birileri. Klasik oyun, zamane büyücülerinin illüzyonları; üzerimizde iki milyon mülteci ile bizi sorunun müsebbibi gibi gösterme propagandaları… Elbet mükemmel değiliz lakin karşılaştırılabilinir miyiz malum coğrafyaları yüzyıllardır karıştıranlarla, hayat arayan sığınmacıların botlarını batıran, insanlığı Akdeniz'e gömenlerle, kabul ettikleri göstermelik insan sayısı yaşadığım mahalledeki Suriyeli çocuk sayısını geçmeyenlerle? El insaf! Olan köprünün üzerindekilere oluyor, can davasına, menzil karışıyor, istikamet şaşıyor, ayaklar kayıyor; bu hepimizin sınavı…
Bugün biz kimileri için köprüyüz, iskeleyiz sadece, ama bence iskele de geminin bir parçası, geminin yüreğine kapanacak zamanı gelince; Nuh'un gemisi de biziz aslında. Evet pek konforlu değil, zorlu bir gemi ama fırtına sertleştiğinde, çoluğunu çocuğunu düşünenler için uzun dönemde, kıymeti bilinecek, bu şartlara dahi şükür edilecek muhtemelen. Medeniyetini 'öteki Dünya' insanlarının sömürüsü üzerine kurmuş tek dişi kalmış canavara güvenilemeyeceği iyice ortaya çıkacak çünkü yakında. Bumerang geri dönecek. Çok değil bir on-yirmi sene içinde belki şu anda öngörülemeyen gelişmeler sonucunda, kurtuluşu arayanlar Batı'dan da sökün etmeye başlayacaklar gemimize. Doğu'dan emanet aldıklarımızın yanına Batı'dan alacaklarımızı da koymadan kargomuz tamamlanmayacak. Hazırlıklı olmalıyız. Kuzu ile aslanın aynı gemide barınabilmesinin sırrını çözemezsek biz de batarız keza. Bunun idmanının yapıldığı zaman aralığındayız. Ödediğimiz bedel şimdiden pahalı. Ne mutlu tüm kışkırtmalara rağmen doğru tarafta kalanlara, insanlıkta birleşme ülküsüne fedakarca katkı sunanlara! Allah yardımcımız ola…
"Ve Rabbin semalarda ve yeryüzünde olan kimseleri en iyi bilir. Andolsun ki biz 'Nebiler'in bazılarını diğerlerine üstün kıldık. Ve Davud'a Zebur'u verdik." (Kuran - İsra 55)
Davut(as)'ın 'Mezmurlar'ından seçtiklerimi paylaşmaya geçen haftadan devam ediyoruz. Bu şaheser ilahileri okumaya doyamıyor insan ve sanki zamanı hiç geçmiyor, geçmeyecek… Çünkü hepimiz insanız, günah işliyoruz, düşüyoruz, kalkıyoruz, ebedi kurtuluşu arıyoruz. Öyleyse bu ilahiler bizimdir, lutfen ve keremen!
37. Mezmur - Davud'un mezmuru
Kötülük edenlere kızıp üzülme, suç işleyenlere özenme!
Çünkü onlar ot gibi hemen solacak, yeşil bitki gibi kuruyup gidecek.
Tevrat'a göre İsrailoğulları'ndan Davut neredeyse çocuk yaşta bir çobanken Filistinliler'le yapılan savaşta dev Calut'u(Goliat) basit bir sapanla öldürmesiyle kahraman olur.
Akabinde kendisini kıskanarak katlini isteyen Kral Şaul'u(Talut) savaşta yokeder ve İsrail Krallığı'nın 3. Kralı olur(yaklaşık MÖ 1000 - 962).
Hakimiyeti süresinde fethettiği Kenaanlılar'ın 'Zion'(Kudüs) kalesini ülkesinin başşehri yapar. Evli bir kadın olan 'Batşeba'ya aşık olup kocası Hititli 'Uriyah'ı öldürmesi ve de zina suçu işlemesi ile Tanrı'nın gözünden düşer ve pişmanlıkla ömrünü Tanrı'nın onu affetmesi için yakarmaya adar.
Mezmuların bir bölümünü bu yakarışlar oluşturur.
İyi bitmezmiş bu evrede başlayan arkadaşlıklar sonra.
Halihazırda içinde bulunduğumuz ilişkilerde de sorunlarla yüzleşmek icap edebilirmiş bu ara.
Sebebi 'Venüs retrosu'.. Venüs gezegeninin geri gitmesi yani..
Mitolojik Venüs gezegeni, nazlı, güzeller güzeli Zühre yıldızı, cilveli aşk tanrıçası Afrodit'in ta kendisi…