Paylaş
Bugün Çeşme ilçesinin kalıcı nüfusu 50 bin civarında, geçici olanıysa aya ve bazen yıla göre değişiyor, 500 bini bulabiliyor.
Ege’nin özel destinasyonlarından biri olduğunu düşündüğüm Çeşme Yarımadası günümüzde Çeşme, Alaçatı, Çiftlikköy, Dalyanköy, Germiyan, Ildır, Ovacık, Reisdere, Şifne ve Ilıca ile farklı deneyimler sunuyor. Her birinin kendine has özelliği ve zenginliği var.
1970’lerin sonunda, üniversite hayatımın başladığı ilk yıllarda Nebioğlu Tatil Köyü ve Altınyunus’la Çeşme Türkiye’nin en popüler tatil yerlerinden biriydi. Altın çağlarını yaşadığı bu dönemde kentlilerin en popüler sayfiye kasabasıydı. İzmir’in önde gelen ailelerinin çoğunun kendilerine ait bahçeli villaları vardı.
Yaz geldiğinde ailece 3 aylığına Çeşme’ye göçmek âdettendi.
Evi olmayanlar da otellerde, pansiyonlarda kalır, halk plajlarına giderdi. Son yıllarda nasıl ki Çeşme dendiğinde ilk akla gelen Alaçatı oluyorsa, Ilıca da o dönemin yıldızıydı.
Bu doğal olarak Çeşme’nin ve Ilıca’nın benim öznel tarihimdeki miladı. Ama aslında 2 kilometreye ulaşan beyaz kumlu plajı, termal suları ve ılık deniziyle Ilıca’nın yıldızı 1900’lü yıllarda parlamaya, bugünkü anlamıyla olmasa da bir tür turizm destinasyonu olmaya başlamış, oteller açılmış...
Rasim Palas’ın öyküsü
Ilıca’nın ilk ve tek birinci sınıf, taş mimari örneği oteli Rasim Palas, 1914 yılında Basmane’de otel ve kıraathane işleten Rasim Lenger Bey tarafından açılıyor.
Rasim Bey’in eşinin Viyana’dan getirttiği el işçiliği dolaplar, komodinler, şifonyer ve portmantoların yanı sıra gümüş yemek takımları, ceviz koltuklar, masalar, avizeler ve aynalarla tasarlanmış otel dönemin ilk lüks tesisi oluyor.
Oteli unutulmaz kılan ve adını tarihe kazıtan ise Mustafa Kemal Atatürk’ün 1926 yılında Çeşme Ilıca’da Madam Kraemer’in evinde kaldığı dönemde kendisine toplantılarını yapmak üzere Rasim Palas’ın üst katında balkonlu bir oda tahsis edilmesi ve akşamları onuruna verilen yemekler oluyor.
Ancak otel yıllar içinde el değiştiriyor, yıpranıyor ve uzun bir süre kapalı kalıyor.
Rasim Palas, 1983 yılında Manisalı iş insanı Şener Giritligil tarafından satın alınıyor.
2000 yılında Şener Bey’in geçirdiği rahatsızlık, ardından da ölümü nedeniyle uzun süre kapalı kalıyor. Oğlu Ferit Giritligil üniversite eğitimini bitirdikten sonra Rasim Palas’ın aile ortaklarında olan hisselerini de aldıktan sonra 2016’da restorasyon sürecini başlatıyor.
Restorasyonda yapının ruhunu ve kimliğini kaybetmeden özgün ve etkili bir iç mekân tasarımı elde etmek için arşivlerdeki fotoğraflardan ve otelden çıkarılan orijinal mobilyalardan yararlanılmış.
Anıtsal yapı niteliğindeki bina İzmir 1 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun denetimi altında, 5 yıla yakın süren, dış ve iç özgünlüğünü büyük ölçüde koruyan restorasyon süreci geçirmiş.
Ve ortaya 24 odalı kapısından girdiğiniz andan itibaren âdeta insanı zaman tünelinde yolculuğa çıkmış gibi hissettiren bir mekân çıkmış.
Otelin genç ve dinamik sahibi Ferit Bey, ekibiyle birlikte gerçekten de misafirperverlik kavramının içini içtenlikle dolduran bir tesis yaratmış.
Sezona geç başlamışlar ama kısa sürede organize olmuşlar. Eksikliklerini tamamlamaya çalışıyorlar.
Önümüzdeki yıl 100’üncü yılını kutlayacak tarihi bir tesisin yaşatılması, geleceğe miras bırakılması çok önemli.
Çünkü sayıları her geçen gün o kadar azalıyor ki...
Giselle Restoran
Rasim Palas’ın içinde mutfağının genç şef Ramazan Bilgi’ye teslim edildiği Giselle adlı modern Akdeniz mutfağı sunan şık bir restoran var. Ortaokulda okurken yarı zamanlı Kemeraltı’nda esnaf lokantalarında çalışmaya başlayan Ramazan Şef, sonraki yıllarda Bodrum ve İstanbul’daki uluslararası otel zincirlerinin mutfaklarına geçmiş, dünyaca ünlü bir iş insanının özel şefliğini de yapmış.
Her bulduğu boşlukta yurtiçinde ve dışında merak ettiği saygın şeflerin restoranlarına gitmiş. Bazılarının da mutfağında çalışmış.
Ve yemekler...
Ramazan Şef’in yemeklerini iki akşam deneyimleme fırsatım oldu.
İlk akşam menüsü ekşi maya ekmeği, Memecik erken hasat zeytinyağı ve sarımsaklı mayonez eşliğinde dana yanağı toplarıyla başladı.
Köz pancar, keçi peyniri musla devam etti. Ana yemeğimiz Çanakkale şeker domates ve Ege otları yağı eşliğinde gelen ızgara trança idi. Ve geceyi tuzlu karamel çikolatalı financier ile kapattık.
İkinci akşam ise şef menüsüne otlu Antep fıstıklı, tereyağı sürülmüş ekşi maya ekmek üzerine taze siyah trüf mantarı rendeleyerek başladı ve gönülleri fethetti.
Anasonlu çıtır yufka ve tulum peynirli grissinileri de çok başarılıydı.
Köz pancar, rezeneli keçi peynirli somon tart da iyiydi.
Sıcak başlangıç olarak, üstünde közde pişirilmiş olta kalamarıyla gelen ev yapımı limonlu kuskus ise damakta tam bir lezzet patlaması yarattı.
Ardından da sıra ağır ateşte pişmiş kuzu bele geldi ama galiba limonlu kuskus üstüne denemem hata oldu.
Çok beğendiğiniz bir şeyin ardından ne yeseniz beğenmeme ihtimaliniz yüksek.
Rulo yapılarak ağır ateşte pişmiş kuzu beli biraz yağlı ve ağır buldum, farklı bir teknikle dışı çıtır olabilirdi gibi geldi.
Tatlı olarak gelen Hindistan cevizli mus ve taze mango ile acı çikolata ve çarkıfelek meyvesi eşleşmeleri muhteşemdi.
Hiç kuşkum yok, evinde Antep mutfağıyla büyümüş, mesleki tecrübesiyle lezzete aşina olmuş ve hep daha iyinin peşinde böyle bir şefin başında olduğu
Giselle yakında Çeşme’nin önde gelen restoranları arasına girecektir...
Paylaş