Göcek gerçekten çok özel bir kasaba ve benim de beklentilerimi her anlamda karşılar nitelikte.
Sessiz ve sakin. Sabahın ilk ışıklarından gün batımına dinginliğini ruhunuzda hissediyorsunuz. Önünüz deniz, arkanız orman. Üstelik de pek çok tesis yılın 12 ayı açık.
Sabahları kalkıp sahil boyunca yürüyebilir ya da neredeyse 9 ay ısısı eksilmeyen güneşin tadını çıkartabilirsiniz. Ama Göcek en çok yelken yapmak ya da birbirinden etkileyici, birer doğa harikası koylarını dolaşmak için gidilecek bir yer.
Restoranları da hiç hafife alınmamalı. Öğlenleri koylarda Boynuzbükü’nde Ali’nin Yeri gibi, merkezde yerel gastronomik keşifler yapılacak yerlerin sayısı az değil.
Ben bu kez daha çok kaldığımız Rixos Premium Göcek’in restoranlarını deneyimleme imkanı buldum. Her ne kadar her şey dahil pek sevdiğim bir kategori değilse de Rixos bu uygulamayla kaliteyi kesiştiren ender yerler arasında.
Otel aslında başlı başına bir yazı konusu. Ormanın içinde ve marinanın yanı başında denizle ağaç arasında kaybolmuş bitişik villalardan oluşuyor. Balkonu ya da terası olan odalar yalın ve fonksiyonel döşenmiş. Çalışanlar güler yüzlü ve ne yaptığını bilen insanlar. Otelin dizaynı öyle bir yapılmış ki en dolu olduğu anda bile kalabalığı hissetmiyorsunuz.
İnsan çok sevdiği birinin ya da bir yerin çok iyi olmasını ister ya, Gelibolu’ya hiçbir yere yapmadığım kadar eleştirel yaklaştım her zaman.
Artılarından çok eksilerini gördüm, hep daha iyi olsun istedim.
Ama Kurban Bayramı tatili sırasında Gelibolu’da kalınca değişimini daha iyi gözlemleme imkanı buldum.
Gelibolu son bir yıl içinde kendini yenilemiş, kendine güveni gelmiş, bambaşka bir yer olmuş.
KALDIRIMLARDAN BAŞLAYALIM
Sorunlar, krizler yemek masalarında çözülür, anlaşmalar yapılır. Tüm dünya gibi ülkemiz de zor ve karmaşık bir dönemden geçiyor.
Dileğim sonbaharın ilk günü başlayan Kurban Bayramı sofraları hepimiz için bir eşik, yeni bir başlangıç olsun...
17 yıl sonra yeni bir dönem
Hani bazen iyi ki var dediğiniz insanlar ya da bir yer olur, varlığını bilmek bile sizi mutlu etmeye yeter ya. İşte Ahmet-Rim Şenol’un Kumlubük’teki Dionysos Hotel’i böyle bir yer...
Denize 90 derece dik kanyonun hemen yanı başında zeytinlikler ve çam ormanı arasında saklanmış evler.
Antep fıstığı vazgeçemediğim ve lezzetini başka hiçbir şeyde bulamadığım özel bir tat...
Gaziantep Büyükşehir Belediyesi 10 yıldır “Uluslararası Antep Fıstığı Kültür ve Sanat Festivali” düzenliyor.
Belediye Başkanı Fatma Şahin’den “fıstık hasadı” daveti alınca bir günlüğüne de olsa hemen gittim.
Bu yıl festivalin açılışı ilk kez Karkamış’ın Teketaşı Köyü’nde fıstık hasadıyla yapıldı.
2015 yılında gastronomisiyle UNESCO’nun Yaratıcı Şehirler Ağı’na seçilmesinde Fatma Şahin’in vurguladığı gibi fıstığın katkısı büyük.
Şahin, “Mazeret çok ama üretmiyoruz. Mutfağımız çok güçlü, onu uluslararası boyuta taşımamız gerekiyordu. Müzeler, yemek kenti, lezzet başkenti diye bir iddiamız varsa bunu UNESCO’ya onaylattıysak bunun ana damarı yeşil sermayemiz, yeşil altınımız fıstığımızdır. İhtiyacımız olan tek şey fıstığımızı dünyaya daha iyi anlatmaktır” diyor.
Geçen yıl Karaköy’deki Colonie ve ardından bu yaz başında da Gümüşsuyunda ki Topaz’ı kapatmak zorunda kalan Yücel Özalp, uzun bir süredir kapalı olan tarihi değer Pandeli’yi satın alarak sonbahara kapılarını tekrar açma kararı aldı.
Ayrıca duyduğuma göre Yücel Özalp, Amanda Bravo ekibiyle beraber Şişhane’nin en güzel binalarından birinin şu an kapalı olan teras katında yeni bir yer açma planları içindeymiş.
Bu ekip ne yaparsa iyi yapar eminim ama özellikle gençler ve orta yaş kuşağının kendini rahat hissedeceği, kulüp gibi kullanacağı, lükse kaçmayan basit, yalın bir konsepte imza atarlarsa çok daha isabetli olur.
Selim Ellialtı da Suvla Bistro Kanyon’un ardından yeni şubesini Emaar Square Mall’un içinde yakında açıyor.
Mutfak Sanatları Akademisi de Sabancı Müzesi’nde yeni bir lokanta açmış. MSA Okulun mutfağı iyidir. Bakalım yeni yerleri de Müzede Changa’yı aratmayacak denli başarılı olacak mı?
Haberler şimdilik bu kadar, sıra deneyimlediğim yeni yerlerde...
Ergani ilk kez Anadolu yakasında
Aylin Yazıcıoğlu, “Çarşamba akşamı Nicole’de bir pop-up akşam yemeği düzenliyoruz. Zamanınız varsa gelin, San Francisco’da yaşayan Laura ve Sayat’ın orijinal bir mutfakları var, mutlaka tatmanızı isterim” dediğinde tabii ki kalktım gittim.
Çok haklıymış, ikilinin hem öyküleri hem felsefeleri, malzemelerin peşinde yaptıkları ve ortaya çıkardıkları lezzetler etkileyici.
Bu arada masayı paylaştığım ve sohbet etme şansı bulduğum gençlerin dünyadaki trendler, yemekler hakkındaki yorumları, malzemeler konusundaki bilgileri, keşif merakları da beni çok mutlu etti.
SAYAT’IN ÖYKÜSÜ
Sayat, 14 yıl önce üniversite eğitimi için Amerika’ya gider. Ekonomi ve çevre bilimi okur. Finans, bilgisayar, proje yönetimi ve endüstriyel mühendislik alanlarında çalışır.
Bakan Fakıbaba çok haklı, israf global bir sorun ve Türkiye’nin de bu konuda sicili hiç parlak değil.
Hemen her alanda yiyecek israfı söz konusu. Ancak bana kalırsa israfı önlemenin yolu porsiyonları küçültmekten geçmiyor.
Biz alım gücü yüksek insanların çoğunlukta olduğu bir ülke değiliz.
Porsiyonların küçülmesi israftan çok restoran, otel sahiplerine yarar.
Büyük kentlerde ve turistik bölgelerde fiyatlar zaten yüksek.
Restoran sahipleri porsiyonları küçülttüler diye fiyatları düşürmeye yoluna gitmez.
Mürver, düşüne taşına yaratılmış, dantel gibi işlenmiş, kapısından girdiğiniz anda heyecanlandıran özgün bir restoran.
Açık mutfakta özel tasarım demir döküm ocak var. Üzerindeki odun ızgarasında ve fırınında etler hem pişiyor hem dinlendiriliyor, hem de tütsüleme yapılıyor.
Yemeklerin büyük bir bölümü ortaya atıştırmalık olarak geliyor.
Tandır ekmeği üzerinde közlenmiş biberle servis edilen tuzlama sardalya, tarama, palamut lakerda, otlu mücver, tütsülenmiş dana dil, ızgara yerli kalamar, külde pişmiş ahtapot derken sıra ana yemeklere geliyor:
Bamyalı ve hafif acılı fener balığı sote, ağır ateşte pişmiş Trakya kıvırcık, yanında mesir macunu, Firik pilavı, acı hoşaf, tuzlu yoğurt.