Paylaş
İnsan çok sevdiği birinin ya da bir yerin çok iyi olmasını ister ya, Gelibolu’ya hiçbir yere yapmadığım kadar eleştirel yaklaştım her zaman.
Artılarından çok eksilerini gördüm, hep daha iyi olsun istedim.
Ama Kurban Bayramı tatili sırasında Gelibolu’da kalınca değişimini daha iyi gözlemleme imkanı buldum.
Gelibolu son bir yıl içinde kendini yenilemiş, kendine güveni gelmiş, bambaşka bir yer olmuş.
KALDIRIMLARDAN BAŞLAYALIM
İstanbul’da özellikle de Göktürk’te beni yürüyüş yaparken en çok rahatsız eden şey kaldırımların bozukluğu olur. Durmadan paramparça kaldırımların fotoğraflarını çekerim.
Gelibolu’da kaldırımların ve yolların düzeni mutat sabah yürüyüşlerimde ilk gözüme çarpan değişiklik oldu.
Daha önceki gidişlerimde harabe halindeki Tekel deposunun restore edilerek kültür merkezine dönüştürüldüğünü, 14 yıl sonra yeniden sinema salonu açıldığını, çocuklar için modern oyun parkları yapıldığını görmüştüm.
Şimdi sıra sahil düzenlemesine gelmiş.
Bu kez beni çok etkileyen bir başka yenilik de yeni açılan oteller oldu.
Bir zamanlar arkadaşlarım “Gelibolu’ya gidince nerede kalalım?” diye sorduklarında utana sıkıla pek fazla otel olmadığını söylerdim. Şimdi artık yıldızlısından butik oteline farklı beklentileri karşılayacak konaklama tesisleri var.
İlki ve en büyüğü Hamzakoy sahilde açılan Hilton Hampton.
İkincisi yine aynı koydaki butik otel Taş Konak.
Diğer ikisi de Üç Köprüler mevkiinde açılan Halil Tuna Hotel ve Hotel Milestone 1915.
Gençliğimizde sevdiğimiz yerlerden biri olan Marmara Kulübü ise şimdi restore ediliyor, birkaç ay içinde restoran, bistro ve sanat merkezi işlevi görecek bir komplekse dönüşecek.
Restoranlara gelince...
İç limanda sıralanan birer Gelibolu klasiği olan Yelkenci ve İlhan başta olmak üzere balık lokantaları, çarşıdaki Osmanlı Mutfağı, peynir helvası ve süt ürünleriyle Zafer, tuzlu balığıyla Selahattin Kemerli ve Yakşi lezzet durakları arasında ilk akla gelenler.
“Kalabalıklar içinde büyük kentlerdeki yaşamın taklidi tatiller bana göre değil, sakin ve huzurlu birkaç gün geçirmek, doğayla, tarihle baş başa kalmak istiyorum” diyorsanız Gelibolu tam size göre bir yer.
Eylül-ekim Gelibolu’nun en güzel mevsimidir, rüzgarlar durur, sardalye, palamut ve lüfer akınları başlar, kavunun, karpuzun, üzümün en lezzetli dönemidir.
North Shield Pub
Gelibolu’nun gastronomi çıtasını yükseltecek bir yenilik de Hilton Hampton’un içine bayramın birinci günü açılan North Shield.
Teoman Hünal’ın yarattığı bistro-pub konsepti Türkiye’nin birçok iline yayılmaya başladı ama sanıyorum bu, açıldığı üçüncü kasaba.
Dekorasyon ve mönü tüm North Shield’lerle aynı ama şef kendine ait birkaç yemek de eklemiş.
Sosisten patates kızartmasına, fish & chips’ten hamburgere denediğimiz tüm çeşitler lezzetliydi.
Eğitimli bir ekiple yemekleri kadar barının da içki özellikle de bira kültürüne büyük katkısı olacağını düşünüyorum...
Bağların ortasında bir lezzet durağı: Caeli
Gelibolu’nun yanı sıra çevresinin gelişmesi de çok önemli. Trakya Bağ Rotası her geçen gün zenginleşiyor.
Caeli Bağları ve şarap üretim tesislerinin ortasına muhteşem bir bağ oteli yapılmış.
Adını duymuştum ama böyle bir yerle karşılaşacağımı hayal bile edemezdim. Henüz otelde konaklamadım, şarap üretim tesislerini dolaşamadım ama restoranına gittim.
Tarladan toplanmış beş ayrı cins Çanakkale domatesi, Ezine peyniri, kekik ve fesleğenli salata, Çanakkale Boğazı ıstakozu, Kabatepe lakerda, tatlı su kereviti, Gelibolu sardalyesi, organik pancarlı mercimek köftesi ve favadan oluşan soğuk balık tabağı, tereyağlı baklava yufkasından yapılmış kıymalı börek, yanında Antep fıstıklı manda yoğurdu, mantarlı, kuzu kulağı soslu Trakya kuzu pirzola, ızgara mevsim sebzeleri ve balkabaklı buğday risotto eşliğinde Biga bonfile ve dalından koparılmış şeftali, armut, altın çilek ve Merlot üzümünden oluşan meyve tabağı...
Böyle bir mönüyle karşılaşınca ve hepsi de çok lezzetli olunca şefle tanışmak istedik.
Karşımıza Kapadokya’dan tanıdığım, yemeklerini tattığım Mehmet Açıl çıktı.
Yurtiçinde ve dışında birçok beş yıldızlı otelde ve restoranda çalışan Açıl, şimdi de
Hotel Caeli’nin baş aşçılığını üstlenmiş. Şef bölgenin malzemeleriyle taze ve kaliteli yemekler yaratmaktan çok mutlu. Yemeklerimize eşlik eden 2013 Cabernet Sauvignon, Cabernet Frank, Merlot kupajı da
çok iyiydi...
Bu kez yeme-içme ve eğlence bir arada
Gastronomi kültürünün gelişmesine ilişkin her türlü hareketi, etkinliği sonuna dek destekliyorum.
Yeter ki sağlam temeller üstüne otursun, sadece ticari kaygılarla, alınan desteklerin hatırına yapılmasın.
“Gastro Entertainment İstanbul” da yeme-içme dünyasına daha doğrusu can çekişmekte olan turizme taze kan getirmek üzere yola koyulmuş, alanında ilk olan bir etkinlik.
Gastro Entertainment projesinin ardındaki isim, VIP Event CEO’su Yasemin Pirinççioğlu ile buluştuk, nasıl bir çerçeve çizdiklerini neleri amaçladıklarını konuştuk...
Projeye mayıs ayında karar vermişler. Yurtdışından gazeteciler, yemek ve seyahat yazarlarını davet etmişler.
Amaç İstanbul’un yeme-içme sahnesinin çeşitliliğini, mutfak kültürünün zenginliğini tanıtmak.
Son dönemde tüm dünyada ‘yemek festivalleri’ ülkeleri, bölgeleri pazarlamak, insanları bir araya toplamak için en iyi araç kabul ediliyor.
Yasemin Hanım, “Türk kahvaltısı yurtdışı otel restoranlarına neden girmesin” diyor.
Bence şaraplarımız da yurtdışı restoranlarında yer alabilecek kalitede ama önce Trakya Bağ Rotası gibi seyahat rotaları yaparak ürünlerimizi yerinde tanıtmalıyız.
İki gün sürecek etkinliğin değerli konukları da var.
Nicole’ün şefi Aylin Yazıcıoğlu, Gram’ın şefi Didem Şenol, Kantin’in şefi Şemsa Denizsel ve Mardin Cercis Murat Konağı’nın kurucusu Ebru Baybara deneyimlerini, yarattıkları mekanları ve felsefelerini, yazar Engin Akın pirincin yolculuğunu, yazar ve şef Jale Balcı Hatay mutfağının püf noktalarını anlatacak.
Ayhan Sicimoğlu ve Dolapdere Big Gang de etkinliğin eğlence bölümünün konukları...
Gastro Entertainment İstanbul / 16-17 Eylül / Volkswagen Arena
Paylaş