Porsiyon tartışması

Bakan Fakıbaba çok haklı, israf global bir sorun ve Türkiye’nin de bu konuda sicili hiç parlak değil.
Hemen her alanda yiyecek israfı söz konusu. Ancak bana kalırsa israfı önlemenin yolu porsiyonları küçültmekten geçmiyor.
Biz alım gücü yüksek insanların çoğunlukta olduğu bir ülke değiliz.
Porsiyonların küçülmesi israftan çok restoran, otel sahiplerine yarar.
Büyük kentlerde ve turistik bölgelerde fiyatlar zaten yüksek.
Restoran sahipleri porsiyonları küçülttüler diye fiyatları düşürmeye yoluna gitmez.
Bizler de doymak için iki katı ödemek zorunda kalırız.
Aslında Türkiye’de en büyük israf porsiyon hesabı yapılmayan açık büfe yemek ve serpme kahvaltı veren otellerde, tatil köylerinde yaşanıyor.
En kontrollü kişiler bile açık büfe olduğunda tabağına yiyemeyeceği kadar çok alıyor.
Zaten açık büfeye
çıkan bir yiyecek eğer tabağa alınmıyorsa ertesi gün önümüze bayat,
soslara bulanmış bir başka çeşit olarak geliyor, ki bu da sağlık ve hijyen açısından büyük riskler içeriyor.
Dünyada turizm ve yemek alışkanları değişecek, Türkiye de ona göre pozisyon alacak diye beklemeyelim.
Kitle turizmine yönelik oteller her şey dahil sisteminden vazgeçse israfı önlemek için porsiyonların küçülmesine gerek kalmaz.
Porsiyon müşterinin tercih meselesi olmalı, isteyen onu talep eder ve yarım ücret öder...

Küçük güzeldir...

İster yeme-içme, ister konaklama, ister eğlence olsun tercihim her zaman küçük, samimi yerler. Özellikle de Bodrum, Çeşme, Alaçatı gibi popüler tatil yerlerinde seçimim bu tarz mekanlardan yana.
Birçokları gibi ben de sakinliği, daracık ara sokakları ve taş evleriyle sevdiğim Alaçatı’ya belki büyük kentlerde bir anlamı olan yüzlerce kişilik restoranları hiç yakıştıramıyorum.
Zaten altyapı da buna uygun değil. Ve bu duruma başta yörenin yerleşikleri olmak üzere o kadar çok insan tepki gösteriyor ki, sanırım önümüzdeki yıllarda küçük her anlamda yönetilebilir mekanların yıldızı yükselecek.
Geçtiğimiz yaz Hacımemiş’te açılan Lavandin de mütevazı dekorasyonu, küçük menüsü ve yemekleriyle köyün ruhuna uyan yerler arasında. Özellikle akşam yemekleri için keyifli bir mekan.
Yörenin ürünlerini kullanarak yaptıkları Girit kabağı, Ege otlu karides ve kokoreç sevilen çeşitlerinden...

Kuruçeşme’de bir İsviçre klasiği

Les Ottomans, Boğaz’ın müstesna manzaralı butik otellerinden biridir. İçinde Park Şamdan&The Bar Şamdan, L’assiate ve Swiss olmak üzere üç restoran yer alıyor. Hepsi lezzet ve kalite çıtası yüksek yerler. Ama içlerinde arkada kaldığı için olmalı, en az bilineni İsviçre mutfağından örnekler sunan Swiss Restaurant.
Aslında mekan yeni değil, 20 yıl kadar önce eş durumundan İstanbul’a yerleşen İsviçreli Ursula hanım tarafından Yeniköy’de açılmıştı.
Üç yıl önce de Les Ottomans’ın bahçesine taşındı.
30 kişilik bu sevimli restoran yeni yerinde de ev yapımı sosisleri, fondüleri, röştisi, çorbaları ve dondurmalarıyla tam bir lezzet durağı.
Ursula hanımın sıcak, içten sohbeti de yemeği unutulmaz kılıyor.
Yerli ve yabancı şarapların yer aldığı kavı ise özenle oluşturulmuş...

Plajda iyi yemek

Alaçatı 21’inci yüzyıl tarihine hiç kuşku yok çevre koylarda sıralanmış onlarca ‘beach’iyle de geçecek. Bu yeni nesil plajlardan biri de yaz başında açılan Spiaggia Grande.
Kumu, denizi ve müzikleri kalabalığı bir yana bırakacak olursak gerçekten çok güzel. Ama beni asıl şaşırtan yemekleri oldu. Bir plajda bu kadar lezzetli yemeklerle karşılaşacağımı düşünmemiştim.
Pizzası, taze ve kaliteli malzemeli salataları, hamburgeri ve pizzası çok başarılıydı. Restoranın yönetimi şef Ramazan Uyar’a teslim edilmiş, umarım kalitenin çıtasını düşürmezler...

Bir müze bekliyoruz

Geçen hafta içinde Anadolu Efes’in İzmir’deki standardı yüksek tesislerini dolaştık.
Tekel’den sonra bira kültürünün gelişmesine büyük katkısı olan Anadolu Grubu’nun İzzet Özilhan ve Kamil Yazıcı’nın 1969 yılında ilk özel sermayeli üretim tesisini kurmasıyla başlayan serüveni yurtiçinde olduğu gibi yurtdışında da büyüyerek devam ediyor.
Fabrikayı dolaşırken, ilk üretimde kullanılan kazanları görünce keşke bir müze açsalar diye düşündüm.
Ve dileğimi de Türkiye Pazarlama Direktörü Kasia Özgen’e ilettim. Bu arada 48’inci yıla özel çıkarılan etiket, markanın ikonik renklerini taşıyor ama el çizimi hammadde görselleriyle kullandıkları yerel ürünlere de vurgu yapılmış...

Sade ve lüks bir anlayış

Bodrum’da bu kez Bitez’deki Caresse Resort&Spa’da konakladım.
Ankaralı inşaatçı bir aileden gelen Hakan ve Volkan Büyükhanlı kardeşlerin sahip olduğu, mimar Sinan Kafadar ve Onur Özgül imzalı bu tasarım otel Bodrum’a değer katan tesisler arasında.
Manzaralı odaları, plajı ve anlayışıyla sade lüks sunuyor. Caresse, Starwood Grubu’nun lüks segmentteki markası ‘Luxury Collection’ın Türkiye’deki ilk oteliymiş.
Geçen yıl Condé Nast Traveler’ Avrupa’nın en iyi Resort Oteli seçmiş. Mikonos’tan transfer ettikleri Yunan genel müdürü Makis Antonatos, ambiyans direktörü Levent Severöz, mutfakta Hüseyin ve Faruk şefler olmak üzere başarılı bir ekibi var.

Pop Up restoran ve Cabaret

Caresse Bodrum, 11 Ağustos’ta denizin üzerine kurulmuş özel bir sahnede Kenan Doğulu konserine ev sahipliği yapacak. Tüm ekip çok heyecanlı.
18-20 Ağustos tarihleri arasında ise İstanbul’daki Frankie, konseptini Caresse’e taşıyor. Cuma akşamı Frankie ve otelin mutfak ekibi işbirliğiyle yöresel malzemelerle hazırlayacağı tadım menüsünün ardından caz dünyasının ünlü ismi Aşkın Arsunan ve Orkestrası sahne alıyormuş.
Cumartesi akşamının konuğu ise ‘Beni Nükhet Duru Sanıyorlar’ adlı performansıyla Nükhet Duru.
Söz konusu pop müziğin efsane ismiyse iyi müziğin yanı sıra bol kahkaha ve sürprizlere de hazır olmak lazım...