Benim yaşadığım yer olan Göktürk kahveler, restoranlar kapalıyken hayalet köy gibiydi. Yürürken bir şeylerin eksikliğini, yaşadığınız yerin terk edilmişliğini hissediyordunuz.
Şimdi hayat, canlılık geri geldi. Ancak kuşkular, kaygılar hâlâ sürüyor. Çünkü salgın kontrol altına alınsa da tehlike geçmedi, Sağlık Bakanı ve Bilim Kurulu bizleri hijyen ve sosyal mesafe konusunda uyarmaya devam ediyor.
Geçen hafta ülkemizin önde gelen şeflerinden Hazer Amani, Maksut Aşkar ve Pelin Çakar’la Hürriyet TV’de yayınlanan bir video sohbeti yaptık. Mekanlarının kapalı olduğu dönemi değerlendirdiler, neler yaptıklarını, yeni projelerini anlattılar. Sohbetimizde de sosyal mesafe ve hijyen sorunu öne çıkan başlıklar oldu.
Restoranların saat 22.00’de kapanmasının sakıncalarını da konuşmuştuk ama neyse ki bu uygulamadan vazgeçildi. Yeme-içme mekanları artık saat 24.00’e kadar açık. Ve artık 65 yaş üstü sınırlı olsa da hepimiz dışarıdayız.
Ama asıl sorun bundan sonra başlıyor. Açılan mekanların tümü hijyen kurallarını göstermelik değil de gerçekten ve inanarak uygulayacak mı? Sosyal mesafeye saygı gösterilecek mi?
Sosyal medyada evde ekmek yapma tarifleri, videoları en çok izlenen ve beğenilen “post”lar oldu. Birkaç ay önce glütensiz beslenmeyi önerenler ekmek yapmaya başladı. Marketlerde mayalar bitti. İskandinavya başta olmak üzere birçok Avrupa ülkesinde un bulunamadı.
Mayıs ayında web üzerinden yapılan Borough Market Talks’un konusu, farklı şehirlerin Covid ile nasıl başa çıkmaya çalıştıkları üzerineydi. New York’tan Yasmin Fahr, Roma’da yaşayan İngiliz asıllı Rachel Roddy ve Antwerp’ten Regula Ysewijn gibi yeme-içme yazarı katılımcılar, farklılıklar ve benzerlikleri vurguladılar.
En çok ön plana çıkan, ortak nokta hamur ile uğraşmanın bu dönemde bir terapi haline geldiğiydi. Çoğunlukla ev yapımı makarna ve baklagillerle beslendiklerini anlattılar.
Tabii tüm bu anlatılanlar Türkiye ile karşılaştırıldığında çok basit ve sıradan kalır. Sosyal medyada korona günleri eğilimleri üstüne bir araştırma yapılırsa, sanırım ekmek ve ileri hamur yapım tekniklerinde açık ara önde olduğumuz ortaya çıkar. Belli ki ekmek görüntüsü ve pişen hamur kokusu ruhumuza iyi geliyor.
2019’da dünya genelinde 1.5 milyar insan seyahat etmiş, Türkiye’den de 7.4 milyon kişi geçtiğimiz yılın ilk dokuz ayında yurtdışına gitmiş.
Ancak artık bu tablo değişti. 2020’de dünya genelinde turist sayısının 850 milyona ineceği öngörülüyor.
Belli ki bizler de eskisi gibi yurtdışına gidemeyeceğiz. Yurtdışından da Türkiye’ye eskisi kadar çok turist gelmeyecek. Bazı yerlerde salgın yeterince hız kesmedi. Sınırlar henüz tam olarak açılmadı. Birçok ülke de iç turizmi özendiriyor.
İzmirli turizmci, İtaltur’un kurucusu Hande Arslanalp’e göre bizim için önde gelen pazar olan Avrupa ülkelerinde “önce ben, sonra AB ülkeleri, sonra diğer ülkeler” eğilimi hâkim.
“Pandemiye değil ekonomiye bakıyorlar, öyle olmasa İtalya’dan, İspanya’dan öncelikli olurduk” diyor.
Türkiye’nin salgınla mücadele ve sağlık sistemleri konusunda kendini kanıtladığını ve insanların gözünde güvenilir bir destinasyon olduğunu ispatladığını söylüyor.
Yaptıkları uluslararası toplantılardan edindiği izlenim de Almanların da aslında Türkiye’ye gelmek için istekli oldukları yönünde. Belki Almanlar gelebilir ama bu yıl diğerleri tatillerini muhtemelen kendi ülkelerinde geçirecek, yabancı turist sayısı düşük kalacak.
Babam bayram namazına giderken ablalarımla kahvaltı sofrasını hazırlardık. İlk günün planı da hiç şaşmazdı. Kıymalı açma börekli, katmerli kahvaltı sonrası bayramlıklarımızı giyip baba ve annemizin elini öper, harçlıklarımızı alırdık.
Sonra ailenin en yaşlısı babaanneme giderdik. Babaannemin Ramazan Bayramlarında yemeği genellikle tavuklu Gelibolu mantısı olurdu.
Cevizli oturtmayla sona eren yemeğin ardından anneanne ve dede evine gidilir, akşam yemeğinde de anneannemin yaptığı yine bir Gelibolu yemeği olan akıtma, dedemin yaptığı zeytinyağlılar, sarmalar yenilirdi.
Bayramın diğer günleri de yakın akrabalara gitmekle, gelenleri ağırlamakla ve izin alabilirsek bayram yerini gezmekle geçerdi.
Abend’in 2 Mayıs tarihli yazısı, sektöre kendini dayatan değişimin en samimi uyarılarından biri gibi.
Bu yüzden özetleyerek sizlerle paylaşmak istedim.
Yazının serüveni, İsveç’in 2 Michelin yıldızlı restoranı Daniel Berlin’in, Danimarka sınır kapılarının salgın nedeniyle kapanmasından iki gün sonra neredeyse tümden boş kalmasıyla başlıyor.
Çünkü restoranın müşterilerinin önemli bir kısmı Kopenhag Havaalanı üstünden geliyor. Bu tablo Şef Daniel Berlin’i çok korkutuyor, ancak restoranı birkaç gün içinde tekrar dolmaya başlıyor.
Bu kez müşteriler, 7 yıldır çok istedikleri halde yer bulamadıkları için gelemeyen İsveçliler.
Abend’in anlattığına göre, İsveç’in diğer Michelin yıldızlı restoranlarından Stockholm’deki Oaxen Krog da farklı durumda değil. Tüm yurtdışı rezervasyonlar iptal olunca satışlar yüzde 80 düşüyor. Çare yerel müşteride tadım menülerinin yerini normal menülere bırakmasında aranıyor.
Yaşam akışımız, alışkanlıklarımız neredeyse tümden değişti.
Korku ve kaygının iç içe geçtiği günler geçirdik.
Neyse ki, ülke olarak pandemiye karşı iyi bir sınav verdik.
Salgın pik noktası yapıp düşüşe geçince yavaş yavaş da olsa normalleşmeye dönebileceğimizin sinyalleri verilmeye başlandı.
Umarım normalleşme kademeli olur.
Turizm ve yeme-içme başta olmak üzere birçok sektör çok zor durumda ama acele edersek iki aylık çabanın boşa gitme ihtimali de var, daha da sıkı tedbirlerle karşı karşıya kalabiliriz.
Evden çalıştığımız bu süreçte en çok yaptığımız şeylerden biri de gelecekte neler olabileceğini nelerin değişmek zorunda kalacağı üzerine düşünmek öngörülerde bulunmak oldu. Şu gerçek ki pek çok şey eskisi gibi olamayacak.
Antalya’nın Gazipaşa, Serik, Alanya, Manavgat, Finike gibi ilçelerinde ve Mersin’de tropik meyve yetiştiriciliği son yıllarda hızla gelişiyor.
Akdeniz bölgesinin bir zamanlar sadece pamuk yetiştirilen bereketli ovalarında hikâye 100 yıl kadar önce narenciye, ardından da muz üretimi ile başlıyor.
Bölgede 40’tan fazla narenciye ve tropikal meyve çeşidi yetişiyor. 2019 verilerine göre Türkiye’de sadece narenciye üretimi yıllık yaklaşık 4 milyon ton.
Avrupa’da yıllık 5.5 milyon ton üretim yapan İspanya’dan sonra ikinci sıradayız.
Narenciye üretiminin yüzde 30’unu da ihraç ediyoruz.
Türkiye’nin muz ihtiyacının yarıdan fazlası ise Antalya başta olmak üzere Akdeniz bölgesinde üretiliyor.
Son dönemde üreticileri en fazla çeken, tropikal meyveler.
Muz ve portakal bahçelerinin içine mango, avokado fidanları dikiliyor.
Çalışma, eğitim, sosyal yaşam, yemek alışkanlıklarımız, hatta yaşama bakışımız tümden değişti. Kayıplar büyük.
Ulusal, bölgesel değil tüm dünyada hüküm süren bir insanlık trajedisi yaşanıyor.
Belki filmlerde izlediğimiz, tarih kitaplarında, romanlarda benzerini okuduğumuz bir hayat sürdürüyoruz.
Koşullarımız farklı da olsa hayatın anlamını sorguluyoruz.
Bu ramazan hepimiz için birçok ilki içinde barındıracak. Bir araya gelip iftar yapamayacağız, gelenekler ve dini vecibeler farklı biçimlerde yerine getirilecek.
Hemen her ramazan gördüğümüz, büyük bir israf olduğunu düşündüğüm açık büfe iftar yemekleri de yapılmayacak.