Kaya Demirer / Frankie / TURYİD Başkanı
◊ Turizm ve yeme-içme sektörü 2015 yılının sonlarından itibaren güvenlik/terör, seçim üzerine seçim, ekonomik dar boğaz derken 2019’la birlikte tam nefes almaya başlamıştı. Şu an tüm sektör yüzde 100 kepenk indirme anlamına gelen ve haftalar içinde kapıya dayanan bir kriz karşısında şaşkınlık içinde.
◊ Yetiştirdiğimiz, bizim işletmemize giren nitelikli arkadaşlar ile yolu ayırmak bugün ekonomik bir zorunluluk olarak kapının hemen ardında gözüküyor gibi olsa da orta ve uzun vadede daha büyük sorunları da birlikte getireceğini biliyoruz. Sürecin 60-75 gün ile sınırlı kalması durumunda işletmeler çok fazla bu yola gitmemeye çalışacaklar gibi gözüküyor.
◊ Öncelikle devlet desteklerini anlamak ve ihtiyacımız olan, uygun gözüken tüm desteklerden faydalanmak istiyoruz. Belirsizlik en büyük endişemiz. TURYİD olarak 2 milyon ailenin, sektörün sorunlarını anlatmaya çalışıyoruz.
◊ Süreç çok hızlı ilerliyor, ekonomik destek paketleri ardı ardına açıklanıyor.
150’den fazla markasıyla 2 bine yakın işletmeyi temsil eden TURYİD, üyeleriyle çok yoğun temas içinde, hukuki ve mali danışmanlık sağlıyor, çağrı merkezi şeklinde tüm enformasyon ihtiyaçlarını karşılamak üzere gece gündüz çalışıyor.
Barış Tansever / Sunset
◊ 2014’ten beri sürekli bir türbülansın içindeyiz. Terör, darbe, döviz krizi derken şimdi de korona... Aslında Sunset 94 krizinin içinde doğmuş bir marka olduğu için genlerimizde krizle mücadele olgusu var, bu nedenle her zaman tedirgin ve ürkeğiz. Biz planlarımızı haziran ayına göre ayarladık.
New York’un sebzeyi merkeze alan ilk restoranı Dirt Candy’nin şefi ve sahibi Amanda Cohen’e ait bu sözler.
Cohen, 26 Mart’ta The New York Times’ta yayınlanan makalesinde kendi öyküsünü ve ülkesindeki restoranların durumunu anlatıyor.
Ama aslında şu an koronavirüs salgınıyla boğuşan tüm ülkelerin restoranlarının durumuna tercüman oluyor.
Restoran sahipleri önünü göremediği için çalışanlarına “3-4 hafta ücretli ya da ücretsiz izinlisiniz” diyemiyor. Belki 6 ay, belki bir yıl sürecek.
O sürede mekânın kirasını ödemekte bile zorlanabilirler. Şu an kapılarını kapatan hiç kimse bir daha açıp açamayacağını, açtığında eskisi gibi işi olup olmayacağını bilmiyor.
Bazı restoranlar paket servisiyle yoluna devam ediyor ama kazanç aynı değil ve onlar de elamanları asgariye indirmek zorunda kalıyor.
Restoranlar normallerine dönebilecek mi?
Şef Cohen, “Zincirlerin lobi yapma gücü var, onlar seslerini duyurabilir ama sadece New York’ta benim gibi binlerce sahibi ve şefi tarafından işletilen restoran var, ki her biri şehrin karakterinin oluşmasını sağlıyor” diyor.
Dijital çağın nimetleri sayesinde koronavirüsün ne olduğu, nasıl bulaştığı, belirtileri, tedavisi, korunma yöntemleri hakkında hemen her şeyi biliyoruz.
Dünya nüfusunun büyük bir bölümü, bazıları geç kalsa da hızla yayılan ve ölümcül olabilen hastalığı ciddiye aldı. Devletler süreci kontrol altında tutmaya, insanlar kendi sağlıkları için üstlerine düşen sorumlulukları yerine getirmeye çalışıyor.
Belli ki yakın bir gelecekte normal yaşamlarımıza dönemeyeceğiz.
Dışarı çıkmamız yürüyüşlerle, en yakın marketten alışverişlerle sınırlı kalacak. Zaten maddi gücü olanlar aylarca, hatta yıllarca yetecek kadar alışveriş yaptı.
Umarım tek derdimiz sıkılmak olarak kalır.
Onun da çaresini sosyal medyada, TV, film kanallarında, kitaplarda ve WhatsApp gruplarında buluyoruz.
İki kara kuzu bir araya gelirse
İki özgür ruh, Akgonca Göztaş ve Ataç Besi üniversite eğitimi için evlerinden çıktıktan sonra, ailelerini her zaman mutlu etmese de hep gönüllerinden geçen işleri yaparlar.
Ataç, Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde eğitim alır ama doktorluk yapmak istemediğini fark edip yakınlarının tüm itirazlarına karşın dağ ve rafting rehberliği yapar, şirketler için ilginç etkinlikler düzenler.
Akgonca ise Hacettepe’de İşletme ve İdari Bilimler Fakültesi’ni bitirir ama hep açık hava işlerinde çalışır. Doğa rehberliği, yelkenli teknelerde gemicilik derken Fransa’ya gider. 8 yıl kadar çeşitli teknelerde şef, hostes, gemici olarak çalışır. Ülkesini özleyip döndüğünde yolu eski arkadaşı Ataç’la kesişir. Sırt çantaları ile gittikleri Tayland’da birkaç ay kalır, geri dönünce de evlenirler.
Patara’da 2 yıl butik otel işletmeciliği yaptıktan sonra yine çantalarını sırtlayıp Güney Amerika’ya giderler. 4 ay boyunca Brezilya, Arjantin ve Şili’yi gezerler. Her kasabanın kendine özel, lokal biralarını tadıp, eve döndüklerinde butik tarzda, farklı biralar üretmeye karar verirler.
Muğla’nın Yeşilyurt (Pisi) köyüne yerleşip, bir yandan organik tarım yaparken bir yandan da bira üretimi üzerine çalışmaya başlarlar. Ataç İngiltere’de bira yapımı ve işletmeciliği okur.
Haklarımız en azından CEDAW, İstanbul Sözleşmesi gibi metinlerle tescil edildi. Türkiye’de de eşitliğin sağlanması, hakların korunması yolunda çok adım atıldı.
Ama ne yazık ki ilk düzenlenmesinin üstünden 110 yıl, 1975’te Birleşmiş Milletler tarafından uluslararası bir gün olarak kabul edilmesinden bu yana 45 yıl geçmesine karşın 8 Mart Dünya Kadınlar Günü halen önemini koruyor. Bize hatırlama, hatırlatma imkânı sağlıyor.
2006’da aramızdan ayrılan Duygu Asena’nın 1987’de yayımladığı “Kadının Adı Yok” kitabının sembolleşen adı maalesef birçok alanda hâlâ geçerli. Kadın haklarının korunması ve cinsiyet eşitliğinin sağlanması için hem ülkemizde hem de dünyanın geri kalanında alınacak daha çok yol var...
Teknolojide kadının adı yok
Hafta başında bir grup kadın gazeteci yazar, Microsoft Türkiye Genel Müdürü Murat Kansu ve kadınlardan oluşan ekibiyle İtalyan lokantası La Scarpetta’da bir araya geldik. Kansu, “Şirket olarak teknoloji sektörünün dünyaya katkı sunan inovasyonlar üretmesinde cinsiyet eşitliğinin önemli rolü olduğuna inanıyoruz” diyor.
2019 sonu itibarıyla kadın çalışanlarının oranı yüzde 39.2 imiş. Ama işin mutfağına baktığımızda yani bilgisayar mühendisi olarak çalışanların oranı yüzde 15’te kalıyor.
Türkiye’de teknolojide kadının adı gerçekten yok denecek kadar az. Üniversite eğitimindeki kadınların yüzde 30’u bilgisayar, elektronik mühendisliği gibi teknoloji eğitimi alsalar da ancak yüzde 9’u bu alanlarda çalışıyormuş.
Kar’s Otel’de Evelik çorbası ve kaz tandır, mercimekli erişte, piti başta olmak üzere bölgenin birbirinden lezzetli yemeklerini tattık.
Ardından Sarıkamış’a geçtik. Kayak turizminin en eski otellerinden Grand Toprak’ta konakladık.
Sonra hep beraber Çıldır Gölü’ne gittik.
Çıldır Gölü her mevsim başka güzel. Geçen yıl ilkbaharda oradaydım ama donmuş, üzerinde kızakla dolaşırken ya da yürürken sonsuzluğa yolculuk duygusu veren Çıldır tek kelimeyle büyüleyici. En az bir kez yaşanması gereken muhteşem bir deneyim.
Gezi sırasında iki Kars Milletvekili Ulaştırma Eski Bakanı Ahmet Arslan, Yunus Kılıç ve Bakan Baş Danışmanı Neşe Çıldık da bizlerle beraberdi. Bakan Danışmanı Tayfun Topal çok başarılı bir organizasyon yaparak kalabalık bir gazeteci grubunu bir araya getirmişti.
Tabii ki gezimiz aynı zamanda bir bilgilendirme toplantısıydı da.
Bakan Ersoy, bu yılın kültür ve turizm yatırımlarından gastronomiye önem verdiği projeleri ve ayrıntılarını bizlerle paylaştı.
Daha dün gibi demek isterdim ama içinde yoğun emek ve zorlu bir süreç barındırdığı,
neredeyse her günü sorumlukla ve titiz bir çalışmayla sürdürdüğümüz için bana sanki çok daha uzun bir süre geçmiş gibi geliyor.
İncili Gastronomi Rehberi ortak akıl ve gerçek bir ekip çalışmasıyla ortaya çıktı.
Hürriyet Gazetesi’nin restoranlar için şeffaf bir değerlendirme sistemi oluşturma misyonunu üstlenmesi, Karaca Grup CEO’su Fatih Karaca’nın “Türkiye’de restoranların bir arada göründüğü güvenilir bir rehberin eksikliğini biz de duyuyorduk” diyerek işbirliğini kabul etmesiyle İncili Gastronomi Rehberi projesini hayata geçirebildik.
Müfettiş seçimleri, restoranların listelenmesi, değerlendirme kriterlerinin saptanması, soruların hazırlanması, sistemin kurulması kolay olmadı.
Zeytinyağı 12 bin yıl önce bu topraklarda keşfediliyor. Böyle bir geçmişle, böylesi kaliteli ürünlerle dünyanın en önemli zeytinyağı üreticisi olabilirdik ama maalesef hâlâ taklit ve tağşişle uğraşıyoruz.
Bu yüzden zeytinyağı dendiğimde aklıma ilk gelen, bilgisine birikimine güvendiğim Ulusal Zeytin ve Zeytinyağı Konseyi İcra Direktörü Dr. Mustafa Tan’dan bir durum değerlendirmesi yapmasını istedim. Dr. Tan aynı zamanda bir üretici de ve o da belli ki dertli.
Bugüne kadar bu değerli ürünümüze yeteri kadar sahip çıkmadığımızı söylüyor. “Sadece 2000 yıllık zeytincilik geçmişine sahip İtalya bizden 10 bin yıl sonra devraldığı bu bayrağı öyle yükseklere taşıdı ki tüm dünya onun sanki öz bir İtalyan olduğunu sanıyor ve hâlâ hayranlıkla izlemeye devam ediyor. İspanya ise global üretim bakımından dünyada lider, biz ise üretimde komşumuz Yunanistan’ın zaman zaman da Tunus’un ardından geliyoruz” diyor.
Ancak Dr. Tan yine de çok karamsar bir tablo çizmiyor. Son 15 yılda gerek ağaç sayısında artış gerekse üretim, tüketim ve ihracatın ambalajlıya doğru yükselişi anlamında güzel gelişmeler yaşandığını vurguluyor. “Şayet Ulusal Zeytin ve Zeytinyağı Konseyi ve Bakanlığımızın koyduğu hedeflerin uygulanmasında teşvikler anlamında daha ciddi ve kararlı kararlar alınırsa zeytin ağacı anavatanı Anadolu’da layık olduğu liderlik koltuğuna da oturabilir” diyor.
Kişi başına tüketim hâlâ 2 litre civarında. Bizim gibi zeytinyağı üreten AB ülkelerinin neredeyse onda biri olmasının birçok nedeni var ama en önemli nedenleri arasında zeytinyağının sadece zeytinyağlı yemeklerde kullanılacağı algısı ve pahalı imajı geliyor.
Mustafa Tan’a göre “Halk zeytinyağına yaklaşmaya bile korktu. Zeytinyağı çok çileler çekti öz vatanı Anadolu’da!
Oysa zeytinyağı ticaret devi İtalya gibi tüm dünyada kabul edilen yararlarını ve değerlerini anlatmalıydık. Türkiye yaklaşık dünya üretimi olan 3 milyon ton zeytinyağı üretecek kapasiteye sahip bir ülke”.
Taklit ve tağşişle mücadele