Müge Akgün

Yıllar sonra mesleğe başladığı yerde

18 Temmuz 2020
İngiltere’de, University of Surrey’de otel, yiyecek-içecek eğitimi aldıktan sonra Bodrum’da kendi otellerinin işletmeciliği ile iş yaşamına atılan, ardından 1994 yılında Gümüşlük’te Karaf adlı ilk restoranını açan Kaya Demirer, 26 yıl sonra yeni projesiyle tekrar Bodrum’da.

Kaya Demirer’le yazılı basına ilk geçtiğim dönemde Referans gazetesinde (yıl 2004 ya da 2005 olmalı) “Kent ve Yaşam” sayfasını hazırlarken tanışmıştım.

Ortağı Yücel Özalp ile birlikte Niş’te buluşmuş, bana iyi yemek ve iyi müziğin bir arada olabileceğini kanıtlamak istedikleri yeni konseptlerini anlatmışlardı. Daha sonra Topaz gibi başarılı markalar yaratan ikili yollarını ayırdı.

Kaya Demirer yine birlikteliğine inandığı üçlü “eğlence, iyi müzik ve iyi yemeğin” bir arada olduğu Frankie’yi açtı. Frankie kısa sürede İstanbul’da türünün en iyileri arasına girdi.

Demirer’in sivil toplumcu yanı da güçlü. 2001 yılından bu yana Turizm Restoran Yatırımcıları ve İşletmecileri Derneği TURYİD’in başkanlığını sürdürüyor.

O da benim gibi Türkiye’nin turizmde bir cazibe merkezi olmasında gastronominin katkısına inanıyor.

Kaya Demirer, uzun süredir aklında olan hayalini nihayet bu yıl gerçekleştirdi. Torba’da açılan Susona Bodrum’un içinde farklı konseptte iki yeme-içme mekânı projesini hayata geçirdi. İlkinin adı, yerel diyalektte ‘ebegümeci’ anlamına kullanılan ‘Malva’.

MALVA VE EGE MUTFAĞI

Yerel, mevsiminde taze mottosuyla yola koyulan ‘fine-dining’ konseptli

Yazının Devamını Oku

Alaçatı’dan Cunda’ya...

11 Temmuz 2020
Hitap ettikleri kesim, sosyal yaşam ve eğlence anlayışı farklı olsa da Alaçatı ve Cunda birbirine çok benzer. İkisi de aynı kültürel ağırlığı vurgulayan mimari özeliklere sahiptir.


İkisinin de sokak arası, beyaz çarşaflı, dantel perdeli pansiyonları vardır. Oralarda kalmak insana huzur verir.
Artık çoğu profesyonelleşip butik otel olsa da hâlâ masumiyetini kaybetmemiş, kimliğini koruyanların sayısı hiç az değildir. İkisine de ne zaman gitsem bu tarz yerlerde kalmaya çalışırım.
Ama bu kez Alaçatı’da arkadaşlarımız Hande ve Salim Arslanalp’in, Alaçatı ruhunu yansıtan taş evlerinde kaldık. Cunda’da ise yeni restore edilmiş bir otelde.
İnsanın dostlarıyla bir arada olmasının değeri, keyfi hiçbir şeye benzemiyor. Havuz başı sohbeti, Salim’in müzikleri, Hande’nin her birinin tadı hâlâ damağımda muhteşem lezzette yemekleri o kadar özel ki, yürüyüşler ve Alaçatı sokaklarında ne olup bittiğini anlamak için mekanları dolaşmak dışında hemen hiç evden çıkmadık.
Aslında Alaçatı’da evi olanların, yılın en az üç-dört ayını burada geçirenlerin böyle bir yaşamı var. Arada farklı koylara balık yemeye ve denize gitseler de vakitlerinin çoğunu evlerinde geçiriyorlar.
Köyün içinde de gittikleri, güvenlerini kazanmış, mutfağını, hijyen koşullarını ve malzeme kalitesini iyi bildikleri yerler var.

Sosyal mesafe önemli

Yazının Devamını Oku

Pandemi ve Bodrum’da yaz

4 Temmuz 2020
3 ay gibi bir süreyi hemen hemen hiç evden çıkmadan, sosyalleşmeden geçirdikten sonra ilk seyahatimi Bodrum’a yapacak olmamın beni korkutmadığını söyleyemem.


Hatta Bodrum’un girişinde araba konvoyları haberleri ve Belediye Başkanı’nın “gelmeyin” ikazları nedeniyle de biraz önyargılı olduğumu itiraf etmeliyim.
Henüz kendimizi uçağa binmeye hazır hissetmediğimiz için maske ve dezenfektan stoku yaparak arabayla gitmeye karar verdik. Kahve ve benzin molalarında rahatsız olacağımız hemen hemen hiçbir şeyle karşılaşmadık.
Çalışanların hepsi maskeliydi, tuvaletler de bugüne dek olmadığı kadar temizdi. Sosyal mesafe kurallarına uyulmuştu.
Uçakla da gitseydik muhtemelen aynı şeyleri hissedecektim ama kara yolu iyi ve ilginç bir deneyim oldu. Arabayla uzun yol yapmayı özlediğimizi anladık.
Güneş ve sıcak bile fikrimizi değiştirmemize yol açmadı. Yeni yolun, yeni tesislerin keyfini çıkardık. Bodrum’dan sonra Alaçatı ve Cunda’ya uğradık.
Bodrum’a en son ekim ayında gitmiştim. Doğrusu pandemi sonrası nasıl bir Bodrum’la karşılaşacağımız merakı içindeydim. Biraz da kaygılıydım.

Yazının Devamını Oku

Yeni bir sanal çağa doğru

27 Haziran 2020
Korona salgını ve kriziyle giriş yaptığımız 2020 yılı hem dünya hem de kişisel tarihlerimizin unutulmazları arasına girecek. Yaşanan zorlukların, olumsuzlukların ve kayıpların yanı sıra birçok alan ve sektör için de milat olacak. Farklı alanlarda farklı şekillerde düşünmeyi öğrendik. Hepimiz farklı dersler çıkardık. Bazen planların programların ne denli anlamsız olduğunu, bazı durumlarda da ne denli önemli olduğunu kavradık. Kimin aklına gelirdi ki bir yemek sempozyumu, bir gastronomi festivali, yemek etkinliği sanal ortamda gerçekleşsin...

Oxford Yemek Sempozyumu

Yaklaşık 40 yıldır alanının en önemli, en prestijli toplantısı olarak kabul edilen Oxford Yemek Sempozyumu, korona salgını nedeniyle bu yıl sanal gerçekleşiyor.
Her yıl temmuz ayının ikinci hafta sonunda yapılan, yemek tarihi üzerine çalışan yazarlar, gazeteciler, tarihçiler ve antropologların katıldığı sempozyumda seçilen konu derinliğine tartışılıyor. Bu yılın konusu “Bitki ve Baharatlar”.
Sempozyumun yılın temasına uygun olarak düzenlenen yemeklerin ve yemeklerle bağlantılı tüm etkinliklerin organizasyonundan sorumlu yönetim kurulu üyesi ise Türkiye’den bir isim; Gamze İneceli.
Gamze, 40 yıllık bir geleneğe salgın yüzünden ara vermek istemediklerini, dünyanın “tuhaf ve zor bir süreçten geçtiği bu dönemde, ‘sanal’ olsa bile paylaşmak, izlemek, keşfetmek, öğrenmek ve dünyadaki tüm katılımcılarla iletişimde olmanın herkese iyi geleceğini” düşündüklerini söylüyor.
Ona göre sanal olmanın da avantajları var. Sempozyuma her yıl yaklaşık 280 katılımcı kabul edebilirken şimdi iki katına ulaşmışlar.
Ayrıca maddi-manevi zorlanabilen katılımcılar için de fırsat oluyor. İngiltere’ye gidip gelmenin zorlukları ortadan kalkıyor, Oxford sizin evinize, ekranınıza geliyor. Ancak bunun düzenleyiciler için kolay olmadığı da gerçek. Onlar çok daha fazla çalışıyor.

Yazının Devamını Oku

Bilinçli, sorumlu müşteri istiyoruz

20 Haziran 2020
Hafta başında 3 aylık bir aradan sonra şehre indim.


İlk durağım Nişantaşı oldu, ana caddelerinden ara sokaklarına dolaştım. Ancak gördüğüm tablo beni ürküttü. Sokakta yürüyenlerin büyük bölümü maskesizdi.
Ondan da önemlisi sosyal mesafe kuralına uymadığı, masalar ve sandalyeler arasında yeterli mesafe bırakmadığı izlenimi veren küçük kafeler, restoranlar tıklım tıklım doluydu. Belli ki gidenler de önemsemiyor bu durumu.
Kaldırımlara masa çıkarılması da bana çözüm gibi gelmedi. Yürüyenler istemeden o kalabalığın içinden geçmek zorunda kalıyor.
Denetim ve kontrol şart, fakat asıl iş bizlere düşüyor.
Kurallara uymayan yerlere gitmeyeceğiz, yürüyüşlerimizde bile dikkatli olacağız.
“Bir şey olmaz” demek ya da “geçti artık” rehavetine kapılmak 3 aylık çabayı yok edeceği gibi daha kötü sonuçlara da yol açabilir.

Yazının Devamını Oku

Restoranlar açılıyor ama...

13 Haziran 2020
Sadece yemek yediğimiz, karın doyurduğumuz yerler değil, yaşadığımız kentin ya da semtin buluşma noktaları, sosyal yaşamın olmazsa olmazı olan restoranlar, 3 ay kapalı kaldıktan sonra açılmaya başladı.


Benim yaşadığım yer olan Göktürk kahveler, restoranlar kapalıyken hayalet köy gibiydi. Yürürken bir şeylerin eksikliğini, yaşadığınız yerin terk edilmişliğini hissediyordunuz.
Şimdi hayat, canlılık geri geldi. Ancak kuşkular, kaygılar hâlâ sürüyor. Çünkü salgın kontrol altına alınsa da tehlike geçmedi, Sağlık Bakanı ve Bilim Kurulu bizleri hijyen ve sosyal mesafe konusunda uyarmaya devam ediyor.
Geçen hafta ülkemizin önde gelen şeflerinden Hazer Amani, Maksut Aşkar ve Pelin Çakar’la Hürriyet TV’de yayınlanan bir video sohbeti yaptık. Mekanlarının kapalı olduğu dönemi değerlendirdiler, neler yaptıklarını, yeni projelerini anlattılar. Sohbetimizde de sosyal mesafe ve hijyen sorunu öne çıkan başlıklar oldu.
Restoranların saat 22.00’de kapanmasının sakıncalarını da konuşmuştuk ama neyse ki bu uygulamadan vazgeçildi. Yeme-içme mekanları artık saat 24.00’e kadar açık. Ve artık 65 yaş üstü sınırlı olsa da hepimiz dışarıdayız.
Ama asıl sorun bundan sonra başlıyor. Açılan mekanların tümü hijyen kurallarını göstermelik değil de gerçekten ve inanarak uygulayacak mı? Sosyal mesafeye saygı gösterilecek mi?

Yazının Devamını Oku

Ekmek hepimize terapi oldu

6 Haziran 2020
Son yıllarda neredeyse her derdin, her hastalığın müsebbibi görülen ekmeğin iade-i itibarı hem ülkemizde hem de kuzeyden güneye, batıdan doğuya dünyanın pek çok yerinde Covid-19 salgını ile evlere kapanılan dönemde gerçekleşti.

Sosyal medyada evde ekmek yapma tarifleri, videoları en çok izlenen ve beğenilen “post”lar oldu. Birkaç ay önce glütensiz beslenmeyi önerenler ekmek yapmaya başladı. Marketlerde mayalar bitti. İskandinavya başta olmak üzere birçok Avrupa ülkesinde un bulunamadı.
Mayıs ayında web üzerinden yapılan Borough Market Talks’un konusu, farklı şehirlerin Covid ile nasıl başa çıkmaya çalıştıkları üzerineydi. New York’tan Yasmin Fahr, Roma’da yaşayan İngiliz asıllı Rachel Roddy ve Antwerp’ten Regula Ysewijn gibi yeme-içme yazarı katılımcılar, farklılıklar ve benzerlikleri vurguladılar.

En çok ön plana çıkan, ortak nokta hamur ile uğraşmanın bu dönemde bir terapi haline geldiğiydi. Çoğunlukla ev yapımı makarna ve baklagillerle beslendiklerini anlattılar.

Tabii tüm bu anlatılanlar Türkiye ile karşılaştırıldığında çok basit ve sıradan kalır. Sosyal medyada korona günleri eğilimleri üstüne bir araştırma yapılırsa, sanırım ekmek ve ileri hamur yapım tekniklerinde açık ara önde olduğumuz ortaya çıkar. Belli ki ekmek görüntüsü ve pişen hamur kokusu ruhumuza iyi geliyor.

Yazının Devamını Oku

Turizmde yeni bir dönem başlarken...

30 Mayıs 2020
Yolculuk, yola çıkmak, yolda olmak, keşfetmek, dinlenmek, öğrenmek, tatil yapmak, rutinin dışına çıkmak, bir yerlere gitmek insanlığın binlerce yıldır ortak tutkusu. Yaşamlarımızı anlamlandırdığına hiç kuşku yok...

2019’da dünya genelinde 1.5 milyar insan seyahat etmiş, Türkiye’den de 7.4 milyon kişi geçtiğimiz yılın ilk dokuz ayında yurtdışına gitmiş.
Ancak artık bu tablo değişti. 2020’de dünya genelinde turist sayısının 850 milyona ineceği öngörülüyor.
Belli ki bizler de eskisi gibi yurtdışına gidemeyeceğiz. Yurtdışından da Türkiye’ye eskisi kadar çok turist gelmeyecek. Bazı yerlerde salgın yeterince hız kesmedi. Sınırlar henüz tam olarak açılmadı. Birçok ülke de iç turizmi özendiriyor.
İzmirli turizmci, İtaltur’un kurucusu Hande Arslanalp’e göre bizim için önde gelen pazar olan Avrupa ülkelerinde “önce ben, sonra AB ülkeleri, sonra diğer ülkeler” eğilimi hâkim.
“Pandemiye değil ekonomiye bakıyorlar, öyle olmasa İtalya’dan, İspanya’dan öncelikli olurduk” diyor.
Türkiye’nin salgınla mücadele ve sağlık sistemleri konusunda kendini kanıtladığını ve insanların gözünde güvenilir bir destinasyon olduğunu ispatladığını söylüyor.
Yaptıkları uluslararası toplantılardan edindiği izlenim de Almanların da aslında Türkiye’ye gelmek için istekli oldukları yönünde. Belki Almanlar gelebilir ama bu yıl diğerleri tatillerini muhtemelen kendi ülkelerinde geçirecek, yabancı turist sayısı düşük kalacak.

Yazının Devamını Oku