Almanya’da Temel Tıp ve Doğal Tıp eğitimleri aldığını, 2006 yılında Berlin’de muayenehane açtığını, 6 yıl kadar fitoterapi ve homeopati ile tedavi yaptığını, sonra da İstanbul’a döndüğünü anlatmıştı.
Aradan yıllar geçti, aynı kentte yaşadığımız halde hiç görüşemedik. Şimdi Seferihisar’da yaşıyor ve eğitimlerini online veriyormuş.
Şaduman Karaca ile hafta başında konuştuk. Doğal Tıp Uzmanı olarak 15 yıllık meslek hayatında koruyucu hekimlik alanında edindiği bilgi ve tecrübelerinden yola çıkarak hazırladığı “Korona Salgınında ve Günlük Hayatta Sağlıklı Yaşam Rehberi” başlıklı çalışmasından söz etti ve dosyayı yolladı.
Covid-19 virüs salgını sırasında her şeyde olduğu gibi genel tıp kurallarına uyacağız, bunda kimsenin kuşkusu yok.
Zaten Şaduman Karaca da çalışmasında bağışıklık sistemini besinlerle güçlendirerek hastalıklardan korunmadan, aralıklı oruç uygulamasıyla bağışıklık florasını dengelemeye, mevsimsel yabani otlardan baharat kullanımına, evde hijyenden kişisel bakıma birçok konuya yer vermiş.
Karaca, “Amacım korona salgını döneminde halk sağlığının korunmasına katkıda bulunmak, enfeksiyon veya başka hastalık durumlarında asla klasik tıbbın yerine geçmek değil” diyor.
4 ay gibi bir sürede dünyanın dengeleri değişti. Gelecek endişesi içindeyiz. Bir yandan sağlığımızı, diğer yandan ekonomik durumumuzu düşünüyoruz.
Dünyada da Türkiye’de de pek çok sektör tehdit altında. İşvereni, işçisi, tedarikçisiyle en fazla tehdit altında olan sektörlerden biri de restoran sektörü. Yakın bir gelecekte hayatın normale dönmemesi halinde çoğu kapanma riskiyle karşı karşıya.
Evlere kapanmak işin en kolay yanı. Başta sağlık çalışanları olmak üzere güvenlik güçleri, belediye çalışanları, yani bizler için işe gitmek zorunda olanlar büyük risk altında.
Sadece kendileri değil aileleri de öyle. Hastalar kadar olmasa da zor durumda olan bir başka grup da sosyal güvencesiz çalışanlar, geçici işini kaybedenler.
Tüm bu karamsar, iç acıtan ortam içinde neyse ki sevindirici gelişmeler de var. Teşvikler veriliyor, salgının kontrol altına alınması için dinamik bir süreç işliyor, önleme ve tedavi yöntemlerinde ilerlemeler kaydediliyor.
Maksut Aşkar – Erim Leblebicioğlu / Neolokal
◊ Yeme-içme sektörünün en çok zarar gören sektörlerden biri olduğunu düşünüyoruz. Önceliğimiz, bir aile olarak gördüğümüz ekibimiz. Şu anda Neolokal ailesi olarak tam kadro evde bekliyoruz.
◊ Açıkçası süreç çok hızlı gelişti. Birlikte birkaç planımız var ama şu anda erken olduğunu düşünüyoruz. Şimdilik hepimiz için evde kalmak en iyisi gözüküyor.
◊ En büyük beklentimiz bu salgının bir an önce bütün dünyada en az kayıpla sona ermesi. Ancak bu krizden sonra bütün dünyada yaşanacak olan ekonomik krizin etkilerinin bize nasıl yansıyacağı konusunda endişelerimiz var.
◊ Salgın bitse bile döneceğimiz dünyanın aynı dünya olmayacağına inanıyoruz. Ekonomik sorunlar bu yeni dünyanın negatif tarafı olacak. Pozitif yanı ise ümit ediyoruz ki, artık dünyanın sorunlarına daha bilinçli bir gözlükle bakacağız. Dünyada ve ülkemizde felaketlere yol açabilecek daha birçok problem var. Bunların başında da iklim değişikliği, küresel ısınma, tarımda kullanılan kimyasallar geliyor.
Osman Sezener / Od Urla / Pizzeria Venedik
◊ Aile şirketimiz 41 senedir sektörün içinde. Bugüne dek birçok kriz gördük, yaşadık. Ancak bu kadar etkili, sonunu bu kadar göremediğimiz bir sürece girmemiştik daha önce.
Kaya Demirer / Frankie / TURYİD Başkanı
◊ Turizm ve yeme-içme sektörü 2015 yılının sonlarından itibaren güvenlik/terör, seçim üzerine seçim, ekonomik dar boğaz derken 2019’la birlikte tam nefes almaya başlamıştı. Şu an tüm sektör yüzde 100 kepenk indirme anlamına gelen ve haftalar içinde kapıya dayanan bir kriz karşısında şaşkınlık içinde.
◊ Yetiştirdiğimiz, bizim işletmemize giren nitelikli arkadaşlar ile yolu ayırmak bugün ekonomik bir zorunluluk olarak kapının hemen ardında gözüküyor gibi olsa da orta ve uzun vadede daha büyük sorunları da birlikte getireceğini biliyoruz. Sürecin 60-75 gün ile sınırlı kalması durumunda işletmeler çok fazla bu yola gitmemeye çalışacaklar gibi gözüküyor.
◊ Öncelikle devlet desteklerini anlamak ve ihtiyacımız olan, uygun gözüken tüm desteklerden faydalanmak istiyoruz. Belirsizlik en büyük endişemiz. TURYİD olarak 2 milyon ailenin, sektörün sorunlarını anlatmaya çalışıyoruz.
◊ Süreç çok hızlı ilerliyor, ekonomik destek paketleri ardı ardına açıklanıyor.
150’den fazla markasıyla 2 bine yakın işletmeyi temsil eden TURYİD, üyeleriyle çok yoğun temas içinde, hukuki ve mali danışmanlık sağlıyor, çağrı merkezi şeklinde tüm enformasyon ihtiyaçlarını karşılamak üzere gece gündüz çalışıyor.
Barış Tansever / Sunset
◊ 2014’ten beri sürekli bir türbülansın içindeyiz. Terör, darbe, döviz krizi derken şimdi de korona... Aslında Sunset 94 krizinin içinde doğmuş bir marka olduğu için genlerimizde krizle mücadele olgusu var, bu nedenle her zaman tedirgin ve ürkeğiz. Biz planlarımızı haziran ayına göre ayarladık.
New York’un sebzeyi merkeze alan ilk restoranı Dirt Candy’nin şefi ve sahibi Amanda Cohen’e ait bu sözler.
Cohen, 26 Mart’ta The New York Times’ta yayınlanan makalesinde kendi öyküsünü ve ülkesindeki restoranların durumunu anlatıyor.
Ama aslında şu an koronavirüs salgınıyla boğuşan tüm ülkelerin restoranlarının durumuna tercüman oluyor.
Restoran sahipleri önünü göremediği için çalışanlarına “3-4 hafta ücretli ya da ücretsiz izinlisiniz” diyemiyor. Belki 6 ay, belki bir yıl sürecek.
O sürede mekânın kirasını ödemekte bile zorlanabilirler. Şu an kapılarını kapatan hiç kimse bir daha açıp açamayacağını, açtığında eskisi gibi işi olup olmayacağını bilmiyor.
Bazı restoranlar paket servisiyle yoluna devam ediyor ama kazanç aynı değil ve onlar de elamanları asgariye indirmek zorunda kalıyor.
Restoranlar normallerine dönebilecek mi?
Şef Cohen, “Zincirlerin lobi yapma gücü var, onlar seslerini duyurabilir ama sadece New York’ta benim gibi binlerce sahibi ve şefi tarafından işletilen restoran var, ki her biri şehrin karakterinin oluşmasını sağlıyor” diyor.
Dijital çağın nimetleri sayesinde koronavirüsün ne olduğu, nasıl bulaştığı, belirtileri, tedavisi, korunma yöntemleri hakkında hemen her şeyi biliyoruz.
Dünya nüfusunun büyük bir bölümü, bazıları geç kalsa da hızla yayılan ve ölümcül olabilen hastalığı ciddiye aldı. Devletler süreci kontrol altında tutmaya, insanlar kendi sağlıkları için üstlerine düşen sorumlulukları yerine getirmeye çalışıyor.
Belli ki yakın bir gelecekte normal yaşamlarımıza dönemeyeceğiz.
Dışarı çıkmamız yürüyüşlerle, en yakın marketten alışverişlerle sınırlı kalacak. Zaten maddi gücü olanlar aylarca, hatta yıllarca yetecek kadar alışveriş yaptı.
Umarım tek derdimiz sıkılmak olarak kalır.
Onun da çaresini sosyal medyada, TV, film kanallarında, kitaplarda ve WhatsApp gruplarında buluyoruz.
İki kara kuzu bir araya gelirse
İki özgür ruh, Akgonca Göztaş ve Ataç Besi üniversite eğitimi için evlerinden çıktıktan sonra, ailelerini her zaman mutlu etmese de hep gönüllerinden geçen işleri yaparlar.
Ataç, Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde eğitim alır ama doktorluk yapmak istemediğini fark edip yakınlarının tüm itirazlarına karşın dağ ve rafting rehberliği yapar, şirketler için ilginç etkinlikler düzenler.
Akgonca ise Hacettepe’de İşletme ve İdari Bilimler Fakültesi’ni bitirir ama hep açık hava işlerinde çalışır. Doğa rehberliği, yelkenli teknelerde gemicilik derken Fransa’ya gider. 8 yıl kadar çeşitli teknelerde şef, hostes, gemici olarak çalışır. Ülkesini özleyip döndüğünde yolu eski arkadaşı Ataç’la kesişir. Sırt çantaları ile gittikleri Tayland’da birkaç ay kalır, geri dönünce de evlenirler.
Patara’da 2 yıl butik otel işletmeciliği yaptıktan sonra yine çantalarını sırtlayıp Güney Amerika’ya giderler. 4 ay boyunca Brezilya, Arjantin ve Şili’yi gezerler. Her kasabanın kendine özel, lokal biralarını tadıp, eve döndüklerinde butik tarzda, farklı biralar üretmeye karar verirler.
Muğla’nın Yeşilyurt (Pisi) köyüne yerleşip, bir yandan organik tarım yaparken bir yandan da bira üretimi üzerine çalışmaya başlarlar. Ataç İngiltere’de bira yapımı ve işletmeciliği okur.
Haklarımız en azından CEDAW, İstanbul Sözleşmesi gibi metinlerle tescil edildi. Türkiye’de de eşitliğin sağlanması, hakların korunması yolunda çok adım atıldı.
Ama ne yazık ki ilk düzenlenmesinin üstünden 110 yıl, 1975’te Birleşmiş Milletler tarafından uluslararası bir gün olarak kabul edilmesinden bu yana 45 yıl geçmesine karşın 8 Mart Dünya Kadınlar Günü halen önemini koruyor. Bize hatırlama, hatırlatma imkânı sağlıyor.
2006’da aramızdan ayrılan Duygu Asena’nın 1987’de yayımladığı “Kadının Adı Yok” kitabının sembolleşen adı maalesef birçok alanda hâlâ geçerli. Kadın haklarının korunması ve cinsiyet eşitliğinin sağlanması için hem ülkemizde hem de dünyanın geri kalanında alınacak daha çok yol var...
Teknolojide kadının adı yok
Hafta başında bir grup kadın gazeteci yazar, Microsoft Türkiye Genel Müdürü Murat Kansu ve kadınlardan oluşan ekibiyle İtalyan lokantası La Scarpetta’da bir araya geldik. Kansu, “Şirket olarak teknoloji sektörünün dünyaya katkı sunan inovasyonlar üretmesinde cinsiyet eşitliğinin önemli rolü olduğuna inanıyoruz” diyor.
2019 sonu itibarıyla kadın çalışanlarının oranı yüzde 39.2 imiş. Ama işin mutfağına baktığımızda yani bilgisayar mühendisi olarak çalışanların oranı yüzde 15’te kalıyor.
Türkiye’de teknolojide kadının adı gerçekten yok denecek kadar az. Üniversite eğitimindeki kadınların yüzde 30’u bilgisayar, elektronik mühendisliği gibi teknoloji eğitimi alsalar da ancak yüzde 9’u bu alanlarda çalışıyormuş.