İnanıyorum ki yakında uluslararası gastronomi turizmi rotasına da girecekler. Tabii ki Urla, konaklamanın kapasite ve kalite sorunlarını çözerse. Bu eksikliği şimdilik büyük ölçüde Çeşme-Alaçatı’daki butik oteller gideriyor ama onların da çoğu iç turizme yönelik, yaz odaklı çalışıyor. Bu nedenle de fiyat-kalite dengesi kontrolden çıkıyor. Fakat bu sorunların hiçbiri yönetilemez değil.
Yeter ki özel sektör, sivil toplum kuruluşları, ilgili bakanlıklar ve yerel yönetimler koordineli çalışabilsin.
Bölgenin tanıtımının yurtdışından getirilen birkaç şefle yapılamayacağı anlaşılsın. Son dönemde karşılaştığım, özveriyle, en iyisini yapmaya çabalayanların sayısı artsın...
Hus’ta bir akşam yemeği
Hus Bağları’nın ve zeytin ağaçlarının ortasında büyüleyici bir restorandayız. Ay ışığında sonbahar renkleri bambaşka bir güzellikte. Kapalı ve açık alanların tasarımı doğayla uyumlu, sade ve yalın. Hava serin olmasına karşın kimse içeride oturmak istememiş, tedbirini alıp gelmiş ya da verilen şallara sarılmış.
Sonra yavaş yavaş o geceye özel hazırlanmış beş bölümlü, şarap eşleşmeli menü sunulmaya başlanıyor. Kalabalık bir grup olmamıza karşın servis hiç aksamıyor.
Michelin’in ve geleceği duyurulan Gault&Millau gibi uluslararası rehberlerin imparatorluk mirası çok kültürlü mutfağımızı dünya sahnesine çıkartmaya, gücünü ve zenginliğini göstermeye katkısı kuşkusuz büyük olacaktır.
Bildiğiniz gibi rehberin ilk seçkisinde 38 tavsiye edilen, 10 Bib Gourmand, bir yıldızlı dört ve iki yıldızlı 1 olmak üzere 53 restoran yer alıyor. Ben her birinin aldığı ödülleri fazlasıyla hak ettiğine inanıyorum.
Sonuçlar açıklandığında çok gururlandım. Sanıyorum en az şefler ve işletme sahipleri kadar da heyecanlandım.
Veganlığın, vejetaryenliğin ve yeşil anlayışın yükselişte olduğu bir dönemde sürdürülebilir gastronomi felsefesini benimseyen restoranlara iki yıl önce vermeye başladıkları ‘Yeşil Yıldız’ ödülünü de anlamlı ve teşvik edici buldum.
Turizm Bakanlıklarının davetiyle ilk kez gittiğim Katar’ı en çok bu muhteşem ve bir o kadar da heyecanlı deneyimle hatırlayacağım sanırım. İkinci etkilendiğim yanı ise çöl kumu rengindeki geleneksel mimariyi koruyan ve yaşatan anlayışları oldu.
Başkent Doha’da çok başarılı bir kent planlama uygulanmış. Eski kentte inşa edilen yeni yapılar bile geleneksel mimariye uyumlu, tarihlerine saygılı. West Bay ve Pearl denilen modern bölümü ise tam bir gökdelenler kenti ama buraya da mimari bir dil birliği ve estetik hâkim.
Doha aynı zamanda dünyaca ünlü sanatçıların heykelleriyle bir açık hava sanat müzesi. Katara Kültürel Köyü’ndeki Subodh Gupta’nın Gandhi’nin Üç Maymunu, Katar Milli Kongre Merkezi’ndeki Louise Bourgeois’nın “Maman” adlı devasa örümceği, César Baldaccini’nin Souq Waqif’taki “Başparmak” heykeli akıllardan kolay çıkmayacak yapıtlardan.
Son yıllarda turizm atağı yapmak isteyen pek çok ülkenin yaptığı gibi bizim ve bizimle birlikte ülkeyi gezen İtalya ve Almanya’dan davet edilen konuklar için gastronomi ağırlıklı bir program hazırlamıştı. Ve gastronomi kültür-sanatla desteklenmişti.
Ama nedense dünyaca ünlü bu cazibe merkezinin mevsimi neresinden baksanız en fazla 3-4 ayla sınırlıdır.
Ve o sürede de öyle bir yığılma olur ki, giriş-çıkış trafiğinden uçak seferlerine, konaklamadan yeme-içmeye tüm turizm paydaşlarının işleyişi kaotik hâl alır.
Sanıyorum sürdürülebilir bir turizm, huzurlu, keyifli bir tatil için yazın deniz kıyısı, kışın kar tatili anlayışından biraz olsun vazgeçmemiz gerekiyor.
Böyle olursa oteller, pansiyonlar, lokantalar da sadece birkaç ay hizmet vermekten ve fahiş fiyatlara özür bulmaktan kurtulacak.
Ama bunun için Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan yerel yönetime, işletmecilerden biz tüketicilere büyük sorumluluk düşüyor. El ele verir, turizm sezonunu en az 10 aya yayabilirsek tüm taraflar mutlu olur ve Bodrum hem yerleşikleri hem de turistleri için daha yaşanır hale gelir...
KItchen Bodrum
Osman Sezener, Türkiye’nin en yaratıcı ve en dinamik şeflerinden.
Tabii insan birer gün arayla gidince ister istemez ikisini de karşılaştırıyor. Birbirinden çok farklı mutfaklara sahip olsalar da Urla ve Antep’in ortak noktası malzeme zenginliği, yemek çeşitliliği.
Urla son 5 yıldır büyük bir değişim içinde. Yeme-içme kültürünü başarıyla harmanlıyor. Önce Urla Bağ Yolu ile gastronomi tutkunlarının ajandasına girdiler. Sonra da ardı ardına yeşil, atıksız mutfak ve sürdürülebilirlik felsefesine bağlı birbirinden iddialı şef restoranlar açılmaya başlandı.
Her geçen gün de sayıları artıyor. Eğer butik otelciliğin de kalitesi yükseltilirse bölge ve ülke turizmine katkıları büyük olur. Bu sefer konakladığım, Yiğit ve Ülkü Bilge’nin açtığı Kuğu Urla gibi yerleşimin merkezi kadar çeperinde de küçük, her açıdan makul ama zarif butik otellere Urla’da çok ihtiyaç var.
Gaziantep’e gelince... Anadolu’nun en güçlü ve zengin yöresel mutfaklarından birine sahipler. Zaten bu da 2015 yılında gastronomisiyle UNESCO’nun Yaratıcı Şehirler Ağı’na girmesiyle kanıtlanmıştı.
Çok da iyi yapmışım. Hayallerimi, beklentilerimi aşan bir ülke ile karşılaştım, başta doğa ve mimari olmak üzere gördüğüm her şeyden etkilendim. İnsanlarını da çok sevdim. Bunda belki Tiflis Havalimanı’na inince kente girmeden küçük bir köye gitmemin, en iyi şarap üretim bölgelerinden biri olan Kakheti bölgesindeki Telavi kasabasının tarihi kaynaklara göre geçmişi 15’inci yüzyıla uzanan Tsinandali (Sinandali) köyündeki Tsinandali Estate’te konaklamamın rolü olabilir.
Çünkü dağları tepeleri döne döne tırmanarak süren iki saatlik bir yolculuğun ardından nihayet diyerek arabadan indiğinizde karşınıza çıkan yapı karşısında büyüleniyorsunuz. İlk yaptığınız cep telefonunuzu elinize alıp o anı ölümsüzleştirmek oluyor. Sanki orada birkaç gün geçirmeyecekmiş, daha sonra vaktiniz yokmuş, arabaya binip dönecekmişsiniz gibi...
Fransız yazar Alexandre Dumas’ın bir zamanlar cennete benzettiği Tsinandali köyünün en özel yapısı ise, Gürcistan sosyal yaşamının en önemli figürlerinden biri olan ünlü şair, asker Prens Alexander Chavchavadze’nin (Çavçavadze) 17’nci yüzyılda inşa edilen, içinde birçok ilkleri barındıran sarayı.
Avrupa kültür ve sanatının klasik müziğin Gürcistan’daki başlangıcı burası olmuş, ülkenin ilk büyük piyanosu Chavchavadze tarafından burası için alınmış. Meşe fıçılarda dinlendirilerek şişelenen ilk modern Gürcü şarabı da burada üretilmiş.
YAZ BEACH HOTEL
Yalıkavak’ta denizin hemen yanı başında, kendine ait bir plajı olan, evlerin dışını begonvillerin sardığı klasik bir Bodrum evi konseptindeki Yaz Beach Hotel 1990’lı yılların pansiyonlarını hatırlatıyor. Zaten kapılarını 1994’de açmış ama 2017 yılına dek başka bir isimle işletilmiş.
İşin başına ailenin üçüncü kuşağı iki kuzen geçince de değişim başlamış.
İnanç Işıklar, üniversitede uluslararası ilişkiler eğitimi almış; Elif Sünget de yönetim bilimleri okumuş, bir süre farklı sektörlerde çalıştıktan sonra aile şirketlerinin başına geçmişler.
Otelin ortak alanlarından odalarına birçok bölümünü yenilemişler. Ortaya beyaz rengin ağırlıklı kullanıldığı zarif bir butik otel çıkmış. Mutfak ve restoran bölümünde ise isabetli bir kararla bahçelerinde geçen yıl kapılarını açan Galliard Cove House’un sahibi Ahmet Uras ile iş birliğine gitmişler.
HELİS SUITES BİTEZ
Geçen hafta Hürriyet Gazetesi olarak ziyaret ettiğimiz Ordu hakkında yazı yazmak üzere bilgisayarın başına oturduğumda nedense “Neydi beni bu yola çeken, neden karşılaştığım her yeni insan, her yeni yer beni etkisine alıyor” diye düşünmeden edemedim.
Edebiyatla başlayan, sinema televizyonla devam eden ve sosyal antropolojiyle sona eren bir eğitimin ardından da başka türlüsü mümkün olur muydu bilemiyorum.
Hayattaki pek çok şey gibi bunun da tek bir cevabı yok.
Belki de bana bunu düşündüren, ilk kez görme fırsatı bulduğum Ordu’yu Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Mehmet Hilmi Güler ile dolaşmam
ve tanımam oldu.