Herkesin hemfikir olduğu bir konu var. Kamu hekimlerinin çalışmasına yönelik bazı düzenlemeler yapılması gerekiyordu. Ancak son değişiklikler, pire için yorgan yakmak değil de nedir? Gelinen noktaya bakın. Uzun yılların eğitim ve deneyimiyle yetişmiş onlarca hekim ya istifa etti ya emekli oldu ya da belki bu arada değişiklik olur umuduyla iki yıllık uzun izne çıktı. Kalanların önemli bir kısmına hasta bakmaları yasaklandı, “Madem öyle sadece eğitim verebilirsiniz” dendi. Hastaya dokunmadan nasıl eğitim verilir, ben çözemedim.
Hiç olmazsa kamuda hekime ulaşabilen hastalar bu kıymetli olanaktan yoksun kaldı. Hastalar şimdi 20 küsur yıldır kendilerini takip eden hekimlerine ulaşamıyor. Tümörünü ameliyat edecek, karaciğer naklini yapacak cerrah bulamıyor. Bu hizmetlere sadece özel sektörde ulaşabilirler ama küçük bir servet ödeyerek (ortalama bir ameliyat için 40-50 bin lira hatta daha fazla)...
Herkes başbakan değil ki özel sektöre kaçırdıkları hekimi kamu hastanesine çağırıp ameliyatını yaptırabilsin. Hepimizin günün birinde ‘doktor efendi’ye ihtiyacı oluyor işte. Bu satırları okuyanlar, “Ne olacak hastaneler doktor dolu” diye düşünebilir. Tamam doktor var. Ama kronik hastalar izlenemiyor, komplike hastalar hocalara ulaşamıyor, zor ameliyatlara kimse el süremiyor veya sürmek istemiyor.
YENİLERİ KİM YETİŞTİRECEK
Hastanelerde hekimler üzerindeki performans baskısı ayrı bir handikap. Basit işlemler daha fazla performans puanı getiriyor ve risksiz. Son gelişmelerden sonra hekimlere açılan hukuki davalar ve şiddet arttı. Gereksiz yapılan tetkikler hatta ameliyatları, hekimlerin kendileri itiraf ediyor. Artan ilaç harcamaları cabası. Boşalan kliniklerde yeni hekimleri kimlerin yetiştireceği de meçhul. ‘Eğitim ve araştırma hastanesi’ ibaresi tabelada kaldı. Hepsi sadece hizmet veren kurumlara dönüştü. Hocalar ne asistanlarla ne de öğrencilerle hasta görüp ameliyat yapamıyor. Araştırma yapmak ve bilim üretmekse ütopya. Bunun için hekimlerin ne zamanı ne de bütçesi var. Nasıl olsa el oğlu-kızı üretiyor, biz onlardan alır kullanırız işte!
HERKES AYNI GEMİDE
TTB (Türk Tabipleri Birliği) İkinci Başkanı Prof. Dr. Özdemir Aktan 34 yıllık hekim, 30 yıllık genel cerrahi uzmanı ve 26 yıllık üniversite öğretim üyesi. “Hekimleri hiç bu kadar umutsuz ve motivasyonsuz görmedim. 12 Eylül sonrası da hekimlerle çok uğraşıldı ama şimdi durum farklı. Kimse gelecekten umutlu değil. Pratisyen hekim, öğrenci ve öğretim üyesi fark etmiyor. Herkes aynı gemide olduğunun farkında” diyor.
CEBİMİZDEN ÇIKAN PARA ARTACAK
Erdoğan birey olarak, sağlık bilgilerini saklı tutma hakkına elbette sahip. Peki vatandaşların, Başbakanlarının sağlığıyla ilgili daha fazla bilgiye sahip olma hakkı yok mu? Bence var. Hiç olmazsa kulaktan kulağa yayılan söylentileri kesecek kadar...
Doyurucu bir açıklama yapılmalı
PROF. DR. ÖZDEMİR AKTAN (TÜRK TABİPLERİ BİR. İKİNCİ BŞK.)Her insan gibi başbakan da birey. Onun da sağlık bilgilerinin saklanması düşünebilir. Ama kamu görevlilerine böyle bakamayız. Başbakan başta olmak üzere, kamu yöneticileri bizim hakkımızda, bazıları da çok ciddi kararlar veriyor. Dolasıyla dünyanın bütün gelişmiş ülkelerinde yöneticilerin sağlıklarını bilmek o toplumun hakkı olarak görülüyor. Doktorlar hastaları kim olursa olsun, rızaları olmadan sağlıkları hakkında açıklama yapamaz. Ancak cumhurbaşkanı, başbakan ve bakan gibi kamu yöneticilerinin sağlık durumlarıyla ilgili ayrıntılı bilgi resmi bir açıklamayla verilmeli. Bu açıklama da doyurucu olmalı. Başbakan’ın ameliyat açıklaması bir sürü soru işaretini beraberinde getiriyor. Böyle olunca bir sürü spekülasyon, dedikodu çıkıyor.
Aday olurken, vitrine çıkmayı kabullenmeli
PROF. DR. METİN ÇAKMAKÇI (ETİK VE İTİBAR DERNEĞİ BAŞKANI) Başbakan herhangi biri değil. Hem toplumsal varlığın önemli güvencelerinden; hem de merak edilen, kaygı duyulan, aileden biri (özellikle yüzde 50 oy aldıysa). Sağlıklı olması ya da en azından sorunun bilinmesi çok önemli. Burada yanıltıcı, yanlış yorumlanabilecek bilgi söz konusu bile olamaz. Bir toplum lideri bu göreve aday olurken vitrine çıkmayı baştan kabullenmiş olmalı. Nitekim, gelişmiş Batı ülkelerinde böyle. Komşu ülkelerle ilişkilerden banka faizlerine kadar her türlü kritik değişken, bir başbakanın hastalığından etkilenebilir. Kaldı ki net bir açıklama yapılmadığında her türlü söylentinin çıkacağını ve bunların gerçekten daha can sıkıcı olacağını kabul etmek gerekir. Tabii ki açıklanacak sağlık bilgisinin ayrıntı derecesi ölçülü olmalı. Mutlaka anlaşılır olmalı, anlamaya yetmeli ve olumsuz da olsa kesinlikle doğruyu yansıtmalı.
İstemiyorsa karısına bile söylenmez
PROF. DR. NİL SARI (CER. TIP FAK. DEONTOLOJİ VE TIP TARİHİ ABD BŞK.)AB’nin bütün etik sözleşmelerinin değişmez maddelerinden biri, her bireyin ‘biricik’ olması. Başbakan’ın kendi fikri önce gelir. Yani Başbakan’a, “Milletiniz tarafından öğrenilmesini istiyor musun?” diye sorulur. Başbakan da “Kimsenin duymasını istemiyorum” derse sağlığıyla ilgili bilgilerin karısına bile söylenmemesi gerekir. Ben de bu hakkının korunması gerektiğini düşünüyorum. Başbakan daha detaylı bilgi verilmesini istemiyorsa, basının bu konunun üstüne gitmesi de hoş değil. Zaten zaman içinde her şey ortaya çıkıyor. Başbakan da bir birey. Bugün illa da bunu öğrenmek hastaya haksızlık. Eğer işler yürüyor, aksamıyorsa ve açıklanmasını istemiyorsa bu hakkını korumak gerekir.
YÖNETMELİK GİZLİLİK HAKKI VERİYOR
Demokratik dendiğine bakmayın, virüsün yıkımı büyük. Dünyada yılda 500 binden fazla çocuğun ishal, kusma ve aşırı sıvı kaybına bağlı ölümünden sorumlu. 2 milyon çocuğu da hastanelik ediyor. Üstelik en fazla 3-24 ay arası minikleri etkiliyor. Türkiye’de her yıl yaklaşık 500 bin bebek rotavirüs nedeniyle hastaneye götürülüyor.
Ankara’daki 4’üncü Aşı Sempozyumu’nda konuşan Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Zafer Kurugöl, rotavirüs enfeksiyonlarının hijyen koşullarından bağımsız olarak, gerek gelişmiş gerekse gelişmekte olan ülkelerde benzer sıklıkta görüldüğünü söylüyor.
Rotavirüs enfeksiyonu özellikle 3-24 aylık bebeklerde ağır seyrediyor. Yakın zamana kadar rotavirüs enfeksiyonları beş yaş altı çocuklarda aşıyla korunabilir ölümler arasında, zatürreeden sonra ikinci sıradaydı. Bebeklerdeki zatürree aşılarının gelişmesinden sonra rotavirüse bağlı ölümler ilk sıraya yerleşti. Bu virüsün yol açtığı ishaller, diğer ishallere göre daha ağır seyrediyor ve daha çok hastane yatışına neden oluyor.
KIŞIN TAVAN YAPIYOR
Beş yaş altı çocuklarda görülen akut gastroenterit (kusma ve ishale neden olan bağırsak enfeksiyonu) vakalarının yaklaşık yüzde 40’ından rotavirüs sorumlu. Türkiye’de çocukların hemen tümü iki yaşına kadar rotavirüsle enfekte oluyor. Prof. Dr. Kurugöl, “Gelişmiş ülkelerde 14-18 ay arasında sık görülürken, gelişmekte olan ülkelerde daha erken dönemde, 6-8 aylıklarda tavan yapıyor. Tropikal ülkelerde tüm yıl boyunca görülen enfeksiyon, ılıman iklim kuşağındaki ülkelerde ve Türkiye’de kış aylarında en yüksek düzeye ulaşıyor” diyor. Hastalık, hafif veya orta derecede ateş, kusma ve ardından sık ve sulu dışkı çıkarmayla seyrediyor. Şiddeti, belirti vermeyenden, öldürücü su ve tuz kayıplarına yola açan gastroenteritlere (kusma-ishal) kadar değişebiliyor.
EN ETKİLİ YÖNTEM AŞI
Virüs dışkı bulaşmış el, gıda, su veya malzemeden ağız yoluyla alınıyor. Genel kullanımdaki kimyasal dezenfektanlara ve sıcaklık değişimlerine dayanıklı. Kuru yüzeylerde altı günden 60 güne kadar canlı kalabiliyor. Temiz su, hijyenik gıda kullanımı virüsün bulaşmasını çok az etkiliyor. Bakteriyel kusma ve ishallerden korunmada önemli olan toplumsal ve kişisel hijyen kuralları rotavirüs enfeksiyonlarının önlenmesinde etkili değil. Bu yüzden hastalıktan çocuğu korumanın en iyi yolu aşılama. Rotavirüs aşısı Sağlık Bakanlığı’nın zorunlu aşılama programında yer almıyor. Ancak dileyen aileler bebeklerini aşılayabiliyor.
UZUN LAFIN KISASI
Etrafımızda öksüren, aksıran, ateşlenenlerle dolu. Hastalık etkeni mikroplar her yerde. Gerektiğinde, doktor kontrolünde ilaç kullanın elbette. Ama ıhlamurun soğuk algınlığında iltihap ve ağrı giderici etkisinden de yararlanabileğinizi hatırlatmak isterim.
Yeditepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmakognozi ve Fitoterapi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Erdem Yeşilada, iki yıl önce bir araştırma yaptı ve ıhlamur çiçeklerinin iltihap ve ağrı giderici etkileri deneysel olarak ortaya koydu.
Prof. Dr. Yeşilada, ıhlamur içerisindeki bileşenlerden bazılarının (flavonoit) iltihap giderici ve ağrı kesici etki gösterirken, bazı bileşenlerin (müsilaj) de boğazı yumuşattığını söylüyor. Sonuçta da boğazda tahrişi önlüyor ve bu suretle soğuk algınlığı şikayetlerinin hafifletilmesinde tedaviye yardımcı oluyor. Ihlamurun bir başka hoş özelliği lavanta gibi yatıştırıcı olması.
IHLAMUR VE AYVA ÇAYI ÖKSÜRÜĞÜ YATIŞTIRIYOR
Ihlamura biraz ayva ve bal katılması gücünü artırıyor. Prof. Dr. Erdem Yeşilada, soğuk algınlığı hissedildiği dönemlerde öksürükte yatıştırıcı ve boğazı yumuşatmak için ıhlamur çiçeği ve ayvanın birlikte kullanılmasının yararlı olacağını söylüyor. Ayva meyvesi ve yaprakları da taşıdığı bileşenleri nedeniyle öksürüklerde tedaviye yardımcı. Özellikle ıhlamurla birlikte hazırlanan çayın hem lezzetinin hem de etkinliğin artmasını sağlıyor. Ayva ve ıhlamur karışımından elden edilen çaya tatlandırıcı şeker yerine istenirse bal ilave edebilirsiniz. Böylece öksürüğün ve diğer soğuk algınlığı belirtilerinin daha etkili kontrol edebilirsiniz.
NASIL DEMLENMELİ
Ihlamurdan en iyi şekilde yararlanmak için ocakta uzun uzun kaynatmamak gerekiyor. Prof. Dr. Yeşilada, ıhlamurun mutlaka kapaklı bir kapta demlenmesi gerektiğini söylüyor. Üzerine kaynar su dökülen ıhlamurun demlenmesi için 15 dakika bekleyin, sonra için. Prof. Dr. Yeşilada’nın önerisi demliğe küp şeklinde kesilmiş ayva ve elma parçası da atılması.
Araştırmalara göre Türkiye’de yaşayan her 10 kadından biri vajinismus (istemsiz kasılma nedeniyle cinsel birleşmenin gerçekleşememesi) sorunu yaşıyor. Yeni yeni yaygınlaşmaya başlayan on-line terapi, vajinismus tedavisinde de kullanılmaya başlandı. Online terapide de danışan ve danışman bilgisayar ve internet aracılığıyla görüşüyor. Böylece aradaki mesafe ve zaman sorun olmaktan çıkıyor.
Online terapiyi uygulayanlardan biri de psikolojik danışman Dolunay Kadıoğlu. 10 yıldır yüz yüze cinsel terapilerle çiftlere yardımcı olan Kadıoğlu, son bir yıldır da on-line cinsel terapi uyguluyor. “Aslında konu cinsellik olunca kişiler ofise gelmekten de online görüntülü görüşmekten de çekinebiliyor. Online terapi, yüz yüze danışmanlığa alternatif değil. Ancak özellikle kişinin yaşadığı ilde ya da ülkede yardım alabileceği uzman yoksa, onu anlayacak, aynı dili konuşacağı uzmanı bulamıyorsa, işten izin alma gibi nedenlerle zaman sorunu yaşıyorsa, yüzyüze görüşmekten çekiniyorsa ya da evden çıkmasında bir engel varsa gayet efektif kullanılabilen bir araç” diyor.
Terapide kullanılan pek çok yöntemin online da uygulanabileceğini anlatan Kadıoğlu, vajinismus, ereksiyon sorunları gibi cinsel işlev bozukluklarında tek başına çoğunlukla yettiğini söylüyor: “Ofiste vajinismus tedavisinde kullandığım tüm cinsel terapi yöntemlerini online’da da kullanabiliyorum. Vajinismusun çözümünde seans sayısına baktığımda online terapi ve yüz yüze terapi arasında fark yok. Yani her ikisinde de ortalama 4-8 seans arası sürüyor. Bu konuda yapılan çalışmalar henüz sınırlı. Bu nedenle yüz yüze terapinin yerini tutup tutmadığını bilemiyorum. Ama işe yaradığını görüyorum” diyor.
YURTDIŞINDA YAŞAYANLAR İÇİN İYİ BİR ÇÖZÜM
Türkiye’de cinsel tedavi merkezlerine başvuran her iki kadından birinin derdi vajinismus. Ankara’da çalışan Kadıoğlu’nun İstanbul, Manisa, Aydın, Hatay, Batman ve daha pek çok ilden danışanı var. Ama Almanya, Avusturya, Suudi Arabistan, Kanada gibi Türklerin yoğun yaşadığı ülkelerden de çok sayıda hasta ve çifte de destek veriyor. Kadıoğlu, “Malum geleneksel bir toplumuz, dolasıyla bizdeki vajinismus sıklığı (10 kişiden biri), Batılı ülkelerin kat kat üzerinde (yüzde 1-6). Batılı ülkelerdeki kadınlarımız kendi dilinde sorunlarını anlayacak ve tedavi edecek uzman bulmakta zorlanıyorlar. Onlar için online terapi hayat kurtarıcı” diyor.
Kış güneşine 20 dakika vize
Araştırmalar D vitaminin kanser, kalp ve damar rahatsızlıkları, meme sağlığı, diyabet ve obezite ile ilişkisini gösteriyor. Güneşin giremediği ofisten geç saatte çıkmak, kısa yaz tatilleri, güneş koruyucuları D vitaminden mahrum bırakıyor. Beslenme uzmanı Elvan Odabaşı Kanar, D vitamininin kronik rahatsızlıklar ve kanser başta olmak üzere birçok rahatsızlıkla yakın ilişkisi olduğunu söylüyor: “Günün güneşli vaktini daha çok kapalı ortamda geçirenler risk altında. D vitamini sentezleyebilmemiz için güneş ışığına doğrudan temas etmemiz şart. Böbrek rahatsızlığı olanlar da D risk grubunda” diyor.