Jobs uzun süre tıbbi tedaviyi reddetmiş ancak 2009’da sessiz sedasız Basel’e giderek, radyoaktif 177Lu- Dotatate ilacıyla yapılan tedaviyi almıştı. İlacın özelliği ticari bir firma tarafından değil, laboratuvarda yapılması. Vücuda verildiğinde direkt tümörü bulması
Birçoğumuz nöroendokrin kanserlerini Jobs’la fark etti. Nadir görülen bu kanser, sessiz ilerliyor. Genellikle pankreas, mide-bağırsak sistemi, akciğerde çıkıyor. Hastalar, çok uzun süre belirti vermeyen hastalıkla yaşıyor. Tanısı genellikle tesadüfen konuyor. Fark edildiğinde de iyice yayılmış oluyor. Uzmanlar tam da bu nedenlerle hastalığa ‘Sessiz ölüm’ diyor.
İşte bu sessiz ölüme karşı Avrupa’da beş merkezde yapılan bu tedavi, bir yılı aşkın bir süredir Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde Nükleer Tıp Anabilim Dalı Kliniği’nde de uygulanıyor. Bunun için AB’nin desteklediği European Cooperation of Science and Technology (COST), TÜBİTAK, İstanbul Üniversitesi ve Eczacılık Fakültesi’yle bir bağışçıdan alınan destekle yaklaşık 1 milyon liraya laboratuvar kuruldu. Radyoaktif madde ve bunu tümöre taşıyan bir molekülden oluşan ilacın üretiminde kimyacı, fizikçi, eczacı ve tıp doktorları birlikte çalışıyor. Kurşun duvarların içinde üretilen ilaç damar yoluyla, serumla birlikte veriliyor. Tümör hücresine ulaştığında çok yüksek bir enerji bırakarak ortadan kaldırıyor. Laboratuvarda üretilen ilaçla şimdiye kadar 80 hastaya tedavi uygulandı, 50 hasta da bekleme listesinde.
SGK KARŞILIYOR
Prof. Dr. Levent Kabasakal’ın verdiği bilgiye göre, yöntem ABD’de uygulanmıyor. Çünkü ilaç ticari bir ürün değil. Dolasıyla ruhsatı yok. “Jobs hastalığın tanısı ilk konduğu dönemde bu tedaviyi alsaydı bence hâlâ hayattaydı. Hastalığı tamamen ortadan kaldıramazdı belki ama yaşam süresini uzatıyor. Bugün ABD’de neden bu tedavinin bulunmadığı, neden hastaların Basel veya diğer merkezlere gitmek zorunda kaldıkları tartışması yapılıyor. Bizdeki hastalar ise daha şanslı, SGK (Sosyal Güvenlik Kurulu) bu tedaviyi karşılıyor” diyor.
UZUN LAFIN KISASI
YANLIŞ: El yıkamakla sağlık korunmaz. Eller hep açıkta, ne kadar yıkanırsa yıkansın temiz kalamaz.
DOĞRU: Bir araştırmaya göre, ilköğretim çağındaki çocukların ellerini günde dört kere yıkamaları, solunum yoluyla ilgili hastalıkları yüzde 24, sindirim sistemiyle ilgili hastalıklarıysa (ishal gibi) yüzde 51 azaltıyor.
Yanlış beslenme ve stresin yanı sıra doğuştan gelen bazı bağışıklık yetmezlikleri, çeşitli hastalıklar ve bağışıklık baskılayıcı ilaçlar da bu sistemin dengesini bozabiliyor. Biliyorsunuz bağışıklık sisteminin işi vücudu hasta eden faktörlerden korumak. Ama savaşacak gücü olmayan bir bağışıklık sisteminin bu görevi yerine getirmesini bekleyemezsiniz. Dolasıyla gücünü artırmak için bazı önlemler almanız gerekebilir. Göğüs hastalıkları uzmanı Dr. İlkay Keskinel bunun için şu önerilerde bulunuyor:
- Bağışıklık sisteminin iyi çalışmasının anahtarı, dengeli beslenmek. Bağışıklık sistemini doğrudan güçlendiren sihirli bir besin yok. Önemli olan sağlıklı koşullarda üretilmiş ve hazırlanmış besinleri, dengeli bir biçimde tüketmek.
UYKUNUZA ÖZEN GÖSTERİN
- Yeterli protein alın. Protein kaynağı olarak hayvansal proteinlerle bitkisel proteinleri dengeli bir biçimde tüketin.
- Çiğ sebze-meyve ile beslenin. Sebze ve meyveler içerdikleri doğal vitaminler ve diğer antioksidanlar aracılığıyla, bağışıklık sistemini güçlendirmeye yardımcı olur.
- Probiyotiklerden yararlanın. Yoğurt, kefir gibi besinler, mide-bağırsak sistemindeki bağışıklık sistemi elemanlarının sağlıklı işleyişinde rol alır.
- Hazır içecekler yerine doğal, taze sıkılmış meyve sularından yararlanın. Mutlaka bol sıvı alın.
Bilim adamları “Anal smear testi, rahim ağzı smear testi gibi rutin bir kanser tarama uygulamasına dönüşür mü?” diye tartışıyor. İstanbul’da düzenlenen 36’ncı Avrupa Sitoloji Kongresi’nin oturumlarından birinin konusuysa anal smear testleriydi. Kongrede, anüs kanserine yakalanma riski yüksek olan rahim ağzı HPV (human papillomavirus) enfeksiyonlu kadınlar, HIV pozitifliler, anal yolla cinsel ilişkide bulunanlar ve immün sistemi zayıf olanlara anal smear testi yapılması önerildi.
Kongrede konuyla ilgili sunum yapan GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi Pataloji Servisi’nden Doç. Dr. Dilaver Demirel, “Anal smear testiyle, anüs kanserine yakalanma riski yüksek olanlarda kansere giden değişiklikler saptanabiliyor. Böylece kanser gelişimi tedaviyle önlenebiliyor. Herkese bu testi yaptırın denmiyor. Risk grubundakilere öneriliyor. Testin standartları henüz çok iyi oturmadı. Fakat rahim ağzına yönelik smear testi de başta böyleydi, zamanla oturdu. Anal smear şimdilik sadece risk grubundakilere öneriliyor” dedi.
TANI DOĞRULANIRSA AMELİYAT UYGULANIYOR
Araştırmalara göre, rahim ağzında HPV enfeksiyonu bulunan kadınların anüsünde HPV enjeksiyonu ve anüs kanseri sıklığı daha yüksek. HPV, cinsel organın teması, elle ya da salgılarla bulaşabiliyor. Anüsle rahim ağzının yapısı benziyor. Her iki organ da dışta yassı epitel, içte bez epitelle döşeli. Arada geçiş bölgesi var. Kanserler her iki organda da en sık bu aradaki geçiş bölgesinde çıkıyor. Her iki organda da esas risk faktörü, HPV enfeksiyonu. Yine her iki organın kanseri de kanser öncüsü, aşamalardan geçtikten sonra, yani adım adım gelişiyor. 10 yılda kanserleşiyor. Tüm bu benzerlikler, aynen rahim ağzı kanserinde olduğu gibi anüs kanserini de çok erken dönemde, hastalık başlamadan tanıma olanağı veriyor. Rahim ağzı kanserinde smear testi rutin tarama programlarına girdi. Anüs smear ise henüz bu kadar yaygınlaşmadı.
Aynen rahim ağzında olduğu gibi anal smear’de değişiklik saptanması halinde biyopsi yapılıyor. Tanı doğrulanırsa ameliyat uygulanıyor.
GATA’DA ARAŞTIRMA
Demirel ,GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi’nde, rahim ağzında HPV OLAN 100 kadınla araştırma yapıyor. Rahim ağzından alınan smear’lerde HPV saptanan kadınların rahim ağızları ve anüslerinden smear alınacak. HPV DNA’sına bakılacak, tiplemesi yapılacak. Rahim ağzında saptanan HPV tipiyle anüste saptananın aynı olup olmadığı araştırılacak. Rahim ağzından anüse veya anüsten rahim ağzına HPV bulaşma olasılığı belirlenecek.
UZUN LAFIN KISASI
Değişen metabolizma hızımızı düzenlemek ve kilo kontrolünü sağlayabilmek için beslenmenizi gözden geçirmenizde yarar var. Beslenme ve diyet uzmanı Yeşim Çelik, mevsim geçişlerinde ideal kilonun korunması için dikkat edilmesi gerekenleri anlattı:
* Metabolizmayı hızlandırmak için mutlaka güne kahvaltı yaparak başlayın. Bu hem direncinizi korur hem de kilo kontrolünde yardımcı olur. Ve tabii ki metabolizmanızın yavaşlamasını engeller.
ÖĞÜN ATLAMAYIN
* Ara öğün atlamanız ana öğünlerde daha fazla yemenize yol açar. Ayrıca iştahınızın sürekli açık kalmasına neden olur.
* Yaz geçti diye suyla vedalaşmayın, içmeye devam edin. Su vücudumuzdaki bütün metabolik reaksiyonların temel direği. Soğuk havada su kaybımız daha az olduğu için susama hissimiz azalır, ancak su ihtiyacımızı yine de karşılamamız gerekir. Metabolizmanızı çalıştırmak için susamasanız bile günde 2-2,5 (yaklaşık 10-14 bardak) litre su tüketilmesi gerekiyor.
* Havanın soğukluğu nedeniyle kışın favori içecekleri genellikle sıcaklar. Sıcak içecek olarak genellikle kafein- tein içeriği yüksek olan çay-kahve tercih ediliyor. Bu konuda beslenme uzmanlarının önerisi bitki çaylarının içilmesi.
* Hastalıklardan korunmak, savunma mekanizmasını güçlendirmek için de A ve C vitamininden yeterli beslenmek gerekir. Sonbahar ve kış sebze- meyveleri de yeterli vitamini sağlayacaktır. Narenciye (portakal, mandalina, greyfurt), havuç, kivi, lahanagiller (karnabahar, lahana, brokoli, Brüksel lahanası), yeşil yapraklı sebzeler (maydanoz, tere, ıspanak) da A ve C vitamininden zengin besinler.
SEBZE, MEYVEYİ İHMAL ETMEYİN
İnsan beyni, sert kemikli bir kemerin içinde oturan üç kiloluk yumuşak bir doku. Bu küçük ama hayati organ, kafatasının içinde olsa da ani hızlanma ve hız kesmelere karşı savunmasız. Bisikletten, ağaçtan düşmek, kafaya sert bir cisim çarpması (basketbol, futbol topu, salıncak çapması gibi), zor doğum (bebeğe forseps, vakum uygulanması), kayak yaparken düşmek ve başı vurmak, küçük trafik kazaları gibi basit sandığımız kazalar dahi beyindeki elektriksel akımı değiştirebiliyor.
LOBLAR ARASINDAKİ DENGE BOZULUYOR
Hafif derecede travmatik beyin hasarı da beynin frontal, temporal ve parietal loblarında hasara yol açabiliyor. Bu lobların görevlerine gelince... Frontal lobumuz, frenleme bölgesi. Karşınızkine çok kızdığınızda ve şiddet uygulamaya kalkıştığınızda, “Ne yapıyorsun, bu doğru değil” diyen bir fren sistemi. Temporal lob, kendimize veya başkasına zarar verme düşüncelerinin ilk ortaya çıktığı bölge. Ve frontal lobla bağlantısı var. Bu düşünce frontal loba gelince frenlenmesi beklenir. Parietal lobdaysa empati kurma, duygusal IQ yer alır ve az önce okuduğunuz iki bölgeyle işbirliği içindedir. Dr. Sürmeli, “İşte bu üç bölgenin elektriksel devre dengeleri bozulduğu zaman şiddetin daha kolay ortaya çıktığı düşünülüyor. Hafif travmalar bu dengenin bozulmasına yol açan faktörlerden. Şikâyetler bazen hemen, bazen de yıllar sonra çıkabiliyor” diyor.
Çocukluktaki düşmelerin yüzde 85’i uzun dönemde olumsuz etkiye yol açmıyor. Ancak yüzde 15’i yaşamının ileri bir evresinde bazı sorunlar yaşıyor. Dr. Sürmeli, “Çocukluğundan beri çeşitli şekilde kafasına darbe alanlar okul döneminde dikkatsizlik, motivasyon eksikliği ve öğrenmede zorluk çekiyor. Ayrıca arkadaş ilişkilerinde sorun, ani öfke nöbetleriyle nesne veya kişilere vurmaya başlayabilir. Eline geçirdiğini kırar, atar, küfür ve hakaret edebilir. Sabırsız olur, istediği hemen yapılmazsa karşısındakini veya kendini öldürmekle tehdit edebilir” diyor.
ALKOL VE UYUŞTURUCU DİĞER ETKEN FAKTÖRLER
Dr. Sürmeli dikkat eksikliği, hiperaktivite ve benzer belirtilerin, suç işleyenlerde de sık görüldüğünü de belirterek; “Malum suç davranışları dürtüsellik, kontrolü kaybetme ve öfke içeriyor. Nöroterapi alanını takip edenlerin çoğu uzun yıllardır bu tür bir tedavi yönteminin adli alanda da kullanılmasının ideal olabileceğini düşünüyor. Davranış ve duygu kontrolünde ilerleme nöroterapinin en yaygın görülen sonuçları. Araştırma ve klinik bulgular, suça eşlik eden diğer faktörlerden alkol, uyuşturucu ve depresyonda da etkili olduğunu gösteriyor” diyor.
LİTERATÜR DESTEKLİYOR
Literatür suçlularda beyin anormalliklerinin sık görüldüğünü destekliyor. Nörolojik bozulma rapor eden sekiz çalışmanın üçünde, vakaların yüzde 33-75’inde minör ya da majör nörolojik bozulma; dördünde vakaların yüzde 24-100’ünde kafa travması tespit edilmiş. Beş çalışmadaysa vakaların yüzde 50-100’ünde anormal EEG ve PET tarama bulguları tespit edilmiş.