Mesude Erşan

Veremden kimse muaf değil

9 Ocak 2012
İnsanlık tarihi kadar eski olan verem hâlâ çok yakınımızda. Modern kentlerde yaşamak, zengin olmak bu hastalıktan muaf olmak anlamına gelmiyor. Üstelik seyahatler bulaşıcı hastalıkların yayılmasını kolaylaştırıyor.

Geçen hafta 65’inci Verem Savaşı Eğitim ve Propaganda Haftası’ydı, bunu vesile sayıp Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Prof. Dr. Nihat Tosun’un veremle ilgili verdiği bilgileri paylaşmakta fayda var. Verem tıbbi adıyla tüberküloz, “11 Mycobacterium tuberculosis” adı verilen basilin yaptığı, solunum yoluyla bulaşan bir hastalık.

AFRİKA, GÜNEYDOĞU ASYA’YA DİKKAT

Aslında rakamlara bakınca neden halk sağlığı soru olduğunu anlamak güç değil. Dünya Sağlık Örgütü raporlarına göre dünya nüfusunun yaklaşık üçte biri (2 milyar kişi) tüberküloz mikrobuyla enfekte. Yani bunların yüzde 10’unun yaşamlarının bir döneminde vereme yakalanma ihtimali bulunuyor. Nitekim her yıl dünyada yaklaşık 9 milyon kişi vereme yakalanıyor. 2010 yılında 1,5 milyon kişinin bu hastalıktan öldüğü belirtiliyor. Dünya genelinde tüberküloz sıklığının ve buna bağlı ölümlerin en yüksek olduğu bölgeler Afrika ve Güney Doğu Asya bölgeleri.
Türkiye verilerine gelince, 2010’da verem savaşı dispanserlerine kayıtlı toplam tüberküloz vaka sayısı 16 bin 551, yeni vaka sayısı ise 15 bin 183. Hastaların yaklaşık yüzde 65’inde akciğer tüberkülozu varken, yüzde 35’inde akciğer dışındaki organlarda (lenf bezleri, kemik, böbrek, beyin) tutulma görülüyor.

ÖKSÜRÜK 2 HAFTADAN UZUN SÜRERSE RİSKLİ

Veremli hasta konuşurken, gülerken, öksürürken hastalık yapan basilleri havaya yayıyor. Bu mikroplar uzun süre havada asılı kalıyor ve sağlıklı bireyler tarafından solunduğunda, hastalık kolayca bulaşıyor. Hastalık, sinsi ve yavaş ilerliyor. Verem hastalığının genel belirtileri arasında; halsizlik, iştahsızlık, kilo kaybı, ateş, gece terlemesi, çocuklarda kilo alamama bulunuyor. Akciğer tüberkülozunda, öksürük, balgam, öksürükle kan tükürme, göğüs-sırt-yan ağrısı, nefes darlığı şikâyetleri de var. İki-üç haftadan uzun süren öksürüğün olması durumunda veremden şüphelenmek gerekir. Bu yakınmaların başka bir çok hastalıkta da rastlanılabilmesi nedeniyle, bu tür şikayetleri olanların aile hekimlerine ya da en yakın verem savaşı dispanserine müracaat etmesi gerekiyor.
Akciğer dışı organ tüberkülozlarında, hastalığa tutulan organla ilişkili yakınmalar bulunabilir. Örneğin idrarla ilgili şikayetler (kırmızı idrar yapma, idrar yaparken yanma), boyunda lenf bezelerinin büyümesi gibi.

İYİ HİSSEDİNCE TEDAVİYİ BIRAKMAYIN

Yazının Devamını Oku

Meme kanserli kadına anne olma şansı

7 Ocak 2012
Meme kanseri olan kadınların yüzde 10’u 40 yaş altı. Üstelik bir kısmı henüz doğum yapmamış ya da aile planlamasını tamamlamamış. Neyse ki tıp dünyası, kanser tedavisi nedeniyle üreme yeteneğini kaybeden kadınlara anne olma şansı veriyor.

Hemen her gün meme kanseri olan birini duyuyoruz. Meme kanseri özellikle erken evrede yakalanmışsa, beş yıllık sağ kalım oranları yüzde 90’lara kadar çıkıyor. Ancak tedavide kullanılan yüksek doz kemoterapi, kanser hücreleriyle birlikte, sağlıklı yumurta hücrelerini de etkiliyor. Bazı tedavi programları kadınların yüzde 70-90’ında menopoza yol açıyor. Ya da en azından yumurtalıklardaki yumurta sayısını belirgin derecede azaltıyor.
Dolayısıyla doğum yapmayı planlayan kadınların tedaviden önce önlem alması gerek. Acıbadem Maslak Hastanesi kadın hastalıkları ve doğum uzmanı Prof. Dr. Tansu Küçük’e göre, ameliyattan sonra kemoterapi başlayana kadar geçmesi gereken altı haftalık sürede, isteyen hastalar doğurganlığını koruma altına alabiliyor. Son beş yılda hızla gelişen bu yeni anlayışa ‘doğurganlığın korunması’ deniyor.

ÜÇ SEÇENEK VAR

Bu durumdaki kadınlar için tıp üç seçenek sunuyor: Embriyo, yumurta veya yumurtalık dokusu dondurma. Küçük, “Eğer hasta evliyse tüp bebek tedavisi yapılıyor. Elde edilen yumurtalar dölleniyor ve oluşan embriyolar dondurularak saklanıyor” diyor. Bu saklama süresi, yönetmeliğe göre beş yıl veya gerektiği hallerde daha uzun olabiliyor. Kemoterapiden önceki altı hafta bu tedaviyi yapmak için yeterli. Ancak, östrojen reseptörü pozitif meme tümörlü hastalarda östrojen hormonunun yükselmesi istenmiyor. Bunlarda yumurtaları uyarıcı tedavi alışıldık tüp bebek ilaçlarıyla yapılmıyor. Özel ilaçlar kullanılarak, tedavinin kanser hızlandırıcı etkisinden kaçılıyor.
Evli olmayan hastalardaysa yakın zamana kadar umut bağlamaya değecek bir seçenek yoktu. Eskiden beri kullanılan yavaş dondurma yöntemiyle dondurulan her 100 yumurtadan sadece beşinden bebek doğabiliyordu. Ancak son iki yıldaki gelişmelerle yumurta hücresi camlaştırma (vitrifikasyon) tekniğiyle dondurulup, zamanı gelince çözdürüldüğünde yüzde 95’e varan oranda canlı hücre elde edilebilir oldu. Küçük, “Böylece gebelik ve doğum oranı taze kullanılan yumurtalardaki başarıya eşitlendi. Artık istendiği sürece sağlıklı şekilde saklanabiliyor. Tedavi bitip çözüldüğünde normal ve canlı bebek doğumu sağlayabiliyor” diyor.

YUMURTALIK DOKUSU DONDURMA

Zamanı olmayan veya çeşitli sebeplerle tüp bebek ya da yumurta dondurulamayan hastalar ve 34 yaşından daha genç, yani yumurta rezervi yüksek olanlar için bir seçenek daha var: Yumurtalıkların dondurulması. Bunun için laparoskopi (kapalı ameliyat) yapılarak iki yumurtalıktan sadece biri ya da onun da yarısı vücut dışına çıkartıyor. İstenmeyen dokular temizlenerek ayrılıyor. Kalan yumurtalık dokusu küçük, ince şeritler halinde kesiliyor. Dondurma tüplerine 2-3 şerit konarak yavaş dondurma tekniğiyle donduruluyor. Bu dokular da yıllarca saklanabilir. Zamanı geldiğinde istenen sayıda tüp azot tankından çıkarılarak çözülüyor. Küçük, “Meme kanseri tedavisi sonrasında menopoza giren hastalarda bu şeritlerden bir veya birkaçı vücutta kalan yumurtalığın üstüne yama şeklinde dikiliyor. Bir-iki ay içinde hasta tekrar adet görmeye ve yumurtlamaya başlayarak doğal yollardan gebe kalıyor. Yama yapılan her bir yumurtalık dokusu parçası bir buçuk-iki yıl boyunca aktivitesini sürdürüyor. Dondurulan dokular tükeninceye kadar hastanın menopozu ertelenmiş oluyor. Bu dokuların orijinal yerine dikilmesinin uygun olmadığı durumlarda kol derisi altına da konabiliyor, bir sivilce gibi büyüyor ve küçük bir iğneyle toplanabiliyor. Bu yumurta spermle döllenip embriyo oluşturuluyor ve tüp bebekte olduğu gibi rahme yerleştiriliyor” diyor.

UZUN LAFIN KISASI

Yazının Devamını Oku

Yeni yıldan beklentinizi makul düzeyde tutun

2 Ocak 2012
Her yeni yılın başlangıcı birçoğumuz için hayatın muhasebesini yapmaya vesile. Ve yeni kararlar almaya. Ancak psikologlar bunu abartmanın, gerçekleşmeyecek hayal ve planlara yönelmenin yarardan çok zarar verdiğini düşünüyor. Psikolog Ferahim Yeşilyurt’a göre, yeni yılda yeni kararlar almak güzel. Ama mutlaka yeni kararlar alacağım diye strese girip, aceleci davranmak, gerçekleşmeyecek hayaller peşinde koşmak, tüm umutları piyango biletlerine bağlamaksa yanlış.
Malum, insanlar zaman zaman yeni kararlar almak veya bunları uygulamak için belli tarihlere ihtiyaç duyuyor. Örneğin diyete başlayacak birinin pazartesi gününü beklemesi gibi. Yılbaşı da hayata karşı beklentilerimizi, yaşam doyumumuzu yeniden değerlendirmek, hayata karşı bakış açımızı yeniden gözden geçirmek için iyi bir fırsat. Ancak bu tür sorgulamalar için ille de yılbaşını beklemek gereksiz olsa da hatırlatıcı olmasında hiçbir sorun yok.

POZİTİF DÜŞÜNÜN

Yeşilyurt yeni yılın ilk günleri için şu önerilerde bulunuyor:
* Yılbaşında hayatımıza bir an için dışarıdan bakma fırsatını yakalarız. Geçen yıl neredeydim, nereye gitmek istiyorum ve şu an istediğim yerde miyim, gibi sorular sorarız. Böylece geride bıraktığımız yılın muhasebesini yapmış oluruz. Bu muhasebede kendinizi acımasızca eleştirmek yerine geliştirici eleştirilerde bulunmakta fayda var. Örnek vermek gerekirse, “Neden para kazanamıyorum” demek yerine, “Nasıl para kazanabilirim” diye düşünmeye çalışabilirsiniz.

SOMUT ÇÖZÜM ARAYIN

* Beklentileriniz makul olsun. Yeni yılla birlikte hayata yeni bir başlangıç yapmak isteniyor. Yeni umutlar, yeni beklentiler, yeni hedefler belirlenmeye çalışıyoruz. Ancak bunu yaparken bu beklentilerin ulaşılamaz olması kişileri hayal kırıklığına uğratabiliyor. Her ne kadar yıl başı yeni bir başlangıcı ifade ediyorsa da geçmişteki yaşantımızdan bir anda kurtulup yepyeni bir hayata başlayacağımızı düşünmek hayalci bir yaklaşım olacaktır.
* Karar almak mı, hedef koymak mı diye soracak olursanız... Yeni yıldan soyut ve belirsiz şeyler beklemektense daha somut şeyler bekleyin. “Yeni yılda mutlu olmak istiyorum” yerine “Mutsuz olduğum işimi değiştirmek istiyorum” demek sizi hedefinize daha kolay yaklaştırır. Uygun koşulları daha kolay oluşturursunuz.

EĞLENİN VE ÜZÜLMEYİN

Şans oyunları yaşamımızı değiştirebilmek için bir araç olabilir. Tabii ki çıkarsa. Tamamen piyangoya odaklanmak, çıkmaması halinde büyük hüsrana yol açabilir. Yeşilyurt, “Bazı kişiler şans oyunlarını çok fazla abartıyor. Bunun bir eğlence ve heyecan getirmesinden ziyade, kumara dönüştürüyor. Çekilişin sonunda, sonuç olumsuz olduğunda yoğun hayal kırıklıkları yaşanabiliyor. Şans oyunları belirli ihtimaller üzerine kurulur. Yılbaşında büyük ikramiyeyi kazanma ihtimali belirlidir. Ve bu ihtimal de çok yüksek değildir. Büyük ikramiyeyi kazanamadıysanız bu durumu milyonlarca kişi ile paylaştığınızı unutmayın. Sadece ben kazanamadım şeklinde düşünmek, durumu kişiselleştirmek yaşadığınız hayal kırıklığını artıracaktır” diyor.
Yazının Devamını Oku

Bu kitabın 40 yıl hatırı var

31 Aralık 2011
Hematoloji uzmanı Prof. Dr. Hamdi Akan, tam bir kahve fanatiği. Ama sadece tadının değil, sağlığa etkisinin de takipçisi. Dünya literatürünü taradı, bilimsel bulguları ve araştırmaları elden geçirdi. Ortaya ‘Kahve ve Sağlık’ kitabı çıktı.

Prof. Dr. Akan’ın kahve aşkı tıp fakültesi yıllarında başladı. 1980 öncesinde, ortalık karışıktı. Derslere gidemiyor ama sınav dönemlerinde arkadaşlarıyla bir hafta boyunca gece-gündüz ders çalışıyordu. Mümkün olduğu kadar uykudan tasarruf etmek gerekiyordu, bu yüzden çok kahve içiyorlardı. Sadece Türk kahvesi vardı. Ama ocak başında durmak, pişmesini beklemek uzun sürüyordu ve hiç pratik değildi. Yurtdışına gidenlerden ısmarlanan, Amerikan pazarlarından ya da kaçak alınan hazır kahveler imdada yetişiyordu.
Beşinci sınıftayken değişim programıyla İtalya’ya giden Akan, buradaki kahve kültüründen etkilendi. Hemen her sokakta bir kafe vardı. Yavaş yavaş farklı pişirme yöntemleriyle ilgilenmeye başladı. “Hekim olmam nedeniyle bu ilişki sürecinde kafamı hep ‘Acaba sağlık açısından yanlış bir şey mi yapıyorum?’ sorusu kurcalıyordu. Konunun her yönünü araştırmaya başladım. Uzun yıllar boyunca kahve ve kafeinle ilgili yayınlanmış tıbbi bilgileri izledim. Bu kitabın yazılış nedeni de kahveyle ilgili doğruların bilinmesini sağlamak. Kahveyi yüceltme kitabı değil. Derdim kahvenin hem iyi hem de kötü taraflarını sunmak. Kahve fanatiği olduğum halde, bilimsel tarafsızlıktan sapmamaya çalıştım” diyor.
Akan, kahveyle ilgili damak tadını geliştirirken kahve makinelerinde, farklı kahveler yapmayı denedi. 2000’li yılların başında www.kahve.gen.tr’ı kurdu. Yetinmedi; kahveyle yapılan binlerce araştırma, makale, yayını inceledi. Değerlendirdi. Kahve ve Sağlık kitabında paylaştı.

KAHVENİN KANITLANMIŞ BİRKAÇ ETKİSİ 

- UYKUYU KAÇIRMIYOR AMA GEÇİŞİ ZORLAŞTIRIYOR: Kafein kahve çekirdeğinin gerek miktar gerekse etki açısından en önemli bileşeni olsa da, içinde onlarca çeşit farklı kimyasal madde var. Baştta çeşitli yağ, karbonhidrat, protein ve antioksidanlar geliyor. Bunlar kahvenin tadı, kokusu ve fiziksel özelliklerini etkilese de, etkisini asıl belirleyen kafein. Kahve içmenin uykuyu kaçırdığı en bilinen etkilerinden. Ancak çok fazla kanıt yok. Genelde kabul edilen, kafein almanın uykuya geçme süresini geciktirdiği ve uyku süresini kısalttığı.

- ERKEN BUNAMAYI ÖNLÜYOR: Çalışmalara göre kafein uyaranları algılamada, hedef belirlemede, işlenen bilgi miktarını artırmada olumlu etkilere sahip. Üç fincan ve üzerinde kahve içen erkeklerde zihinsel işlevlerin daha iyi olduğu belirlendi. Yine kafeinin alzheimer gibi erken bunamaya yol açan hastalıkları azaltabileceği öngörülüyor. Üç fincandan fazla kahve ya da eşdeğeri çay içen kadınlar, hafıza testlerinde bir ve daha az kahve içenlere göre daha başarılı.

Yazının Devamını Oku

Kış cildi çok yoruyor

26 Aralık 2011
Kış koşulları cildi de zorluyor. Soğuk hava, rüzgar, kapalı ortamların kuru havası cildin de nemini alıyor. İyice kurutuyor.

Cilt hastalıkları uzmanı Dr. Ferihan Bilgin cildin su kaybının kış aylarında daha fazla olduğunu hatırlatıyor. Soğuk yüzeysel kan dolaşımı etkiliyor. Damarlar büzülüyor, dolaşım yavaşlıyor, buna bağlı olarak cilt üzerinde koruyucu tabaka oluşturan sebium üretimi ile hücreleri birbirine bağlayan seramidler azalıyor. Cildin koruma görevi zarar görüyor. Su kaybına uğruyor.
Aslında kişi cildindeki değişimlerin farkına varır. Çünkü cildinde hassaslık, kızarma, nedensiz yanma hissi duyar. Hatta pullanmalar, çatlamalar oluşabilir. Bu koşullardan yüz, eller gibi açıkta olan yerler ilk önce etkilenir. Dr. Bilgin, “Sağlıklı bireyde bunlar görülürken cildin zaten hassas olduğu bazı durumlarda şiddetlenmeler olur. Seboreik dermatit dediğimiz rahatsızlıkta kızarmalar, pullanmalar şiddetlenir. Atopik dermatit dediğimiz durumda kaşıntılar çok şiddetli olabilir, uygunsuz giysi, ayakkabı kullanımı sonucu mantar hastalıkları aktif hale gelebilir” diyor.

YAŞLILARDA KURULUK DAHA FAZLA

Kadın, erkek her yaş grubunun cildi kıştan benzer şekilde etkileniyor. Ama yaşlılarda kuruluk daha fazla olduğu için su kaybının artmasıyla kaşıntı, soyulma ve çatlamalar daha belirgin yaşanıyor.
Cildi kuruluktan kurtarmak için:
* Yüzünüzü ve ellerinizi sabah akşam (akşam daha yoğun) nemlendirin.
* Makyaj temizlerken alkolsüz bir temizleyici kullanın. Her zamankinden daha yoğun, daha zengin bir krem kullanın.

Yazının Devamını Oku

Çocuk isteyenlerin umudu kök hücre

24 Aralık 2011
Kök hücre çalışmaları hummalı bir şekilde sürüyor. Bu konuda iyi haber bekleyen hasta gruplarından biri de kısır erkek ve kadınlar. Hayvan deneylerinin ilk sonuçları umutları boşa çıkarmayacak kadar iyi. Özellikle erkekler için

Üreme çağındaki çiftlerin yüzde 10-15’i istedikleri halde çocuk sahibi olmakta güçlük çekiyor. Mevcut tüp bebek yöntemleri yardımcı ancak henüz tüm ailelerin kucağına bebek veremiyor. Bilim dünyasının yeni ümitlerinden biri de kök hücre tedavileri. Antalya’daki 3. Üreme Tıbbı Derneği Kongresi’nde de bu konu gündemdeydi. Üreme Tıbbı Derneği Başkanı Prof. Dr. Recai Pabuçcu, özellikle fareler üzerinde yapılan deneysel çalışmaların, kök hücre tedavisinin erkek kısırlığına (infertilite) çözüm olacağı yönünde sinyaller verdiğini söyledi. Erkeğin üreme hücresi olan spermler testiste doğrudan üretilmiyor. Üretimi oldukça uzun ve karmaşık bir süreç. Bu araştırmaları daha iyi anlabilmek için basitçe spermin, kök hücresiyle başlayan hikayesini anlatmakla başlayayım:
Spermlerin kök hücreleri testislerde bulunan 46 kromozomlu spermatogoniumlar. Bunlar spermle döllenmiş yumurtanın (embriyonel) gelişimin ilk ayında oluşuyor ve çocuk doğduktan sonra da çoğalıyor. Doğumdan sonra ‘birincil spermatosit’ adını alan hücreler, ergenlik döneminde ilk bölünmeyi tamamlayarak 23 kromozomlu ‘ikincil spermatosit’e dönüşüyor. İkinci bölünmede ‘spermatitler’ oluşuyor. Ve nihayet hücre farklılaşması gerçekleşerek, bildiğimiz olgun spermler oluşuyor.

NORMAL ÇOĞALABİLİYORLAR

Bilim dünyasının üzerinde durduğu kök hücreler spermatogoniumlar. Prof. Dr. Papuçcu, spermatogoniumların çoğalmasındaki sorunun aslında hücrenin kendisinde olmayıp, bunları destekleyen hücrelere ait olduğunu söylüyor. Destek hücreleri genetik olarak bozuk hayvanlara ait üreme kapasiteleri olmayan spermatogoniumların, sağlıklı hayvanlara nakledilmeleri halinde normal çoğalmayı başarabildikleri görüldü. Hatta bunlardan yavru bile doğabildiği gösterildi” diyor.
Bu çok önemli bir sonuç. Çünkü ilk kez kısır bir canlıda, önceden çoğalmasının mümkün olmadığına inanılan hücrelerin çoğalabilecekleri ve yavru yapabileceği gösterildi. Spermatogoniumların uygun şartlar sağlandığında daha ileri farklılaşma gösterme (yani spermatosit ve spermatozoa dönüşebilmesi) yeteneğinin keşfi çok önemli bir aşama.

POLİTİKA KÖSTEK OLUYOR

Son zamanlarda bilim adamları yeni bir haber daha verdi. Testislerden de spermatogonium elde edilebildi. Ve anlaşıldı ki bu hücreler embriyonun üç tabakasını da oluşturacak şekilde farklılaşabilme kapasitesine sahip. Embriyonik kök hücrelerle yapılan çalışmalar hala tartışılıyor. Türkiye dahil pek çok ülkede yasak. Ancak yukarıda sözettiğim iki yeni gelişme etik açıdan daha kabul edilebilir yöntemler olacak.

Yazının Devamını Oku

Seyahatte sindirim sistemini çalıştırmanın yolları

19 Aralık 2011
Özellikle uzun süren seyahatlerde en sık karşılaşılan sorun, bağırsak hareketlerinin yavaşlaması, yani kabızlık. Bazı önlemler alarak kabızlığın önüne geçmeniz mümkün. Besleme uzmanı Elvan Odabaşı Kanar sorunla başetmek için önerilerde bulundu. Sindirim sistemimiz bedenimizin belki de en hassas bölgesi. Stres, üzüntü, beslenme hataları, hareketsizlik, yetersiz sıvı tüketimi, kullanılan ilaçlar direkt olarak sindirim sistemini etkiler. Seyahatlerde de uzun süre hareketsiz kalmak ve sıvı tüketiminin azalması, hatta bazen besin tüketiminin sınırlandırılması gibi durumlar bağırsak hareketlerini yavaşlatıyor.
Uzun süre hareketsiz kalmak, yeterli sıvı ve posa tüketememek kabızlığın başlıca nedenleri. Sağlıklı bir sindirim kanalı için, posa ve sıvı almayı ihmal etmeyin. Seyahatteyken de su, meyve ve sebze yemeyi ihmal etmeyin. Ayrıca bağırsak hareketlerini düzenleyen kefir gibi probiyotik ürünlerden içebilirsiniz.

SORUN CİDDİYSE İLAÇ KULLANIN

Kabızlık beden sağlığını ciddi şekilde etkileyebilen bir problem. Ardı ardına 5-6 gün büyük abdeste çıkmamak dışarıdan müdahale gerektirebilir. Dolayısıyla ciddi kabızlık şikayeti çekiliyorsa doktor kontrolünde ilaç kullanılmalı. Bunun dışında probiyotik tabletler de bağırsak hareketlerinin hızlanması için başvurabileceğiniz önemli desteklerden.

BESİN KARMAŞASINA KARŞI PROBİYOTİK

Seyahatlerde yeni tatlar denemek istiyoruz. Her zamankinden daha fazla yiyoruz. Bedenimizin alışık olmadığı bir besinle ve alışık olunmayan mikrobiyolojik çevreyle karşılaşması ise sindirim sistemi problemlerine neden olabiliyor. İshal, kabızlık veya şişkinlik olarak kendini gösteren bu problemler tüketilen besinlere göre de şiddetlenebiliyor. Gidilen yerlerde farklı lezzetleri tatmak belki de seyahatleri anlamlı kılan bir faktör. Ancak böyle bir zamanda bağırsaklarımızın sağlığını ihmal etmek yolculuğumuzda bizi üzebilir. Dolayısı ile bağırsak sağlığımızı korumak adına başvuracağımız en faydalı takviye yine dost bakteriler yani probiyotik ürünler olmalıdır. Güne başlamadan 1 tablet tüketilen probiyotikler gün içinde sindirim sisteminin besin karmaşası yaşamasını engelleyecektir.

KİLO ALMADAN DÖNMEK İÇİN BUNLARI UNUTMAYIN

* Mutlaka ara öğün alışkanlığınız olsun. Yağsız kraker tercih edebilirsiniz. Çiğnenebilir gıdalar daha çabuk tokluk hissi oluşturuyor. * Kremalı ve aromalı kahvelere dikkat. Light sütle hazırlamış light şuruplarla lezzetlendirilmiş küçük boyları tercih edin. * Bitki çayları ödem atmanıza yardımcı olacaktır. Slim ve lax alternatiflerini yanınızda bulundurun. * Otelde herşey dahil yerine oda kahvaltı tercihini seçin. * En az 2 litre su için. * Ana öğünlerinize sebze çorbası alternatifleriyle ya da mini ızgara tabaklarıyla başlamak ana yemeğinizde daha kontrollü olmanızı sağlar. * Kızartmalar veya kremalı soslarla hazırlanmış et, tavuk ve balık fazla miktarda yağ ve kalori almanıza neden olur. * Tuzdan uzak durun vücudunuzun daha fazla ödem yapmasına neden olacaktır. * Alkol 2 kadehten fazla tüketmemeye özen gösterin tükettiğiniz öğünde ekmek, makarna, pilav, noodle alternatifleri tercih etmeyin. * Hazır veya taze meyve suyu içmeyin. Ekstra fazla kalori almanıza neden olur. Yerine mineralli su tercih edebilirsiniz. Yurtdışında mineralli suların light meyve aromalı olanları da var.

SEYAHAT ÇANTANIZA BUNLARI KOYUN

* Ödem atıcı çay *Probiyotik tabletler * Yağsız ara öğün atıştırmalıkları (paketli ürünler) * Kuru meyve, meyve pestili * Buğday kıtırı * Bulgur çerezi * Elma cipsi
Yazının Devamını Oku

Vermek mi zor orada kalmak mı

17 Aralık 2011
Kilo vermek kadar, inilen kiloyu korumak da zor. “Tamam başardım, zayıfladım” diyerek rehavete kapılmak, veda edilen kiloları geriye çağırıyor. Aşağıda okuyacağınız eski obezlerin kimi yarı yarıya küçüldü, kimi de 10 beden. En az bir yıldır verdikleri kiloyu korumayı başardılar. İşte sırları...

KİLOSUNUN YARISINI VERDİ

Doğru beslenmeyi öğrenerek 130 kilodan, 65 kiloya düşen Özlem Özata (33) tam üç yıldır kilo almamayı başardı. Eğer diyet yaptıysanız bu sürenin aslında ne kadar kritik olduğunu fark etmeniz zor değil. Eski giysileri ve fotoğraflarını gösteren Özata’nın yeni yemek düzeni evdeki hemen herkese yaramış. Erkek kardeşi de 145 kilodan 90 kiloya inmiş. Görenler diyet yaparak zayıfladığına inanmıyor. Midesini küçültüp küçültmediğini soruyor. “Kilo verirken, bana uygun olan, doğru beslenmeyi öğrendim. Sabahın ilk saatlerinden itibaren yatana kadar çay, su niyetine kolalı, asitli içecekleri içerdim. Sofraya yemeklerden önce kola gelirdi. Benim en büyük sırrım doğru beslenmeyi öğrenmemin yanında koladan ve hamur işlerinden tamamen uzak kalmak. Ve tabii ki her gün en az bir saat
spor yapmak” diyor.

10 BEDEN ZAYIFLADI

Gül Yıldırım (47) defalarca kilo vermeye çalıştı. Her seferinde zayıflasa da kat kat fazlasını geri aldı. Son olarak gittiği uzmanın anlattıklarından doğru bildiği pek çok şeyin aslında yanlış olduğunu öğrendi. İlk iş akşam oturmalarının klasik eşlikçisi kola, kuruyemiş, dondurmadan uzaklaştı. Besin gruplarını tanıdı ve nasıl tüketmesi gerektiğini kavradı. İki yılda o da Özata gibi neredeyse kilosunun yarısını kaybetti. 106 kilodan, 61’e düştü. Başka bir deyiyle 58 bedenden, 40 bedene indi. Yıldırım 2007’de verdiği kiloları geri almamak için sağlıklı beslemekle yetinmiyor. Her gün mutlaka spor yapıyor. Bazen salona gidiyor, bazen yürüyor veya bisiklete biniyor. Yıldırım, “Soyunma kabinlerinde çok ağlamıştım. Yıllarca alışverişe çıkıp, tek bir çöp alamadan geri dönmekten bıkmıştım. Erkek reyonlarından dahi bedenime uygun giysi bulamıyordum. Kilo vermek beni özgürleştirdi” diyor.

ALIŞKANLIKLAR DEĞİŞTİ

Nurhan Elbe (53), beslenme uzmanına gidince beslenme konusundaki bütün doğrularının aslında ‘eğri’ oluduğunu anladı. Yeniden beslenmeyi öğrendi.

Yazının Devamını Oku