Sağlıkta çoğu kere şansımız tek. Yanlışlarınsa telafisi yok. Ancak artık hekimlere ve ilaca ulaşmanın kaliteli sağlık hizmeti için yetmediği daha yüksek sesle konuşulmalı. Özellikle taşeronlaşmanın ve illaki ucuza hizmet mal etmenin sonuçları da....
TTB Başkanı Özdemir Aktan konuşuyoruz. Prof. Dr. Aktan, sağlıktaki taşeronlaşmanın her yıl birkaç Soma faciası kadar ölüme yol açtığını öne sürüyor. Taşeronlaşmanın en fazla olduğu alanın 131 bin çalışanla sağlık olduğunu belirten Prof. Dr. Aktan, daha ucuza mal etmek adına sağlık hizmeti kalitesi ve malzemeden ödün verildiğini söylüyor.
İşi ucuzlatmak adına tercih edilen taşeronlaşmanın kamu hastane birliklerinin kurulmasından sonra hız kazandığını vurgulayan Prof. Dr. Aktan, “Kamu hastaneleri birliklerindeki genel sekreterler aynı zamanda birer CEO. Yıllık sözleşmeyle çalışıyorlar. Hastaneleri kar ettirmezlerse görevden alınmaları sözkonusu. Böyle olunca ister istemez masrafların kısılması gerekiyor. Bu yüzden en ucuz malzemeler alınıyor, ihaleler veriliyor” diyor.
TEK KULLANIMLIK ALETLER, DEFALARCA KULLANILIYOR
Hergün binlerce hastanın tanı ve tedavi aldığı kamu hastanelerinde kullanılan malzemelerin temininde en geçerli kriterin “ucuz”luk olduğunu hatırlatan Prof. Dr. Aktan, şunları söylüyor:
“Türkiye’de hergün sağlık hizmetlerinde bir Soma yaşanıyor. Taşeronlaşma, ihalelerle en ucuz malzeme ve hizmet alınması yanlış tanı, sorunlu ameliyat ve tedavileri beraberinde getiriyor. Tek kullanımlık tıbbi aletler dezenfekte edilip defalarca kullanılıyor. Cerrahi aletler Çin yapımı. Örneğin kanser hastalarının bağırsak, mide ameliyatlarında kullandığımız stepler denilen, birleştirici aletler var. Normalde bununla bağırsağın iki ucunu tutturduğumuzda sızdırmaması lazım. Ama bizimkiler sızdırıyor. Sızdırdığı zaman hastayı yeniden ameliyat etmek, bir sürü masraf yapmak gerekiyor. Hastaların bir kısmı da maalesef ölüyor. Bütün sistem ucuza mal etmek üzerine kuruldu. Astarı yüzünden pahalıya çıkıyor. Sağlıkta hem taşaronlaşma hem de ucuzlaştırma öldürüyor.”
HASTALIKLAR ATLANIYOR
Denetim eksikliği nedeniyle yoğun bakım, radyoloji, laboratuvardaki tıbbi aletlerin bakım ve kalibrasyonlarının yine en az parayı verenlere teslim edildiğini söyleyen Prof. Dr. Aktan, “Radyoloji ihaleleri de en ucuz fiyat veren firmada kalıyor. Ama verilen fiyatlar MR veya tomografide kullanılan kontrast maddeyi karşılamıyor. Böyle olunca da kalitesiz filmler çıkıyor.” Dolasıyla ya tekrar çekiliyor ya hastalıklar atlanıyor ya da yanlış tanı konuyor.
Yaşları 16-50 arasında değişen gebelerin idrarlarındaki iyot düzeylerine bakılarak yürütülen araştırmanın koordinatörlüğünü Cerrahpaşa Tıp Fakültesi öğretim üyesi kadın hastalıkları ve doğum uzmanı Prof. Dr. Engin Oral ile Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi endokrinoloji ve metabolizma hastalıkları uzmanı Prof. Dr. Murat Erdoğan üstlendi. İstanbul’da toplanan idrar örnekleri, Ankara’daki laboratuvarda çalışıldı. Araştırmaya göre kadınların yüzde 70’i iyotlu tuz kulandığını söyledi. Yüzde 14’ü iyotlu tuz kullanmıyor, yüzde 16’sı ise tükettiği tuzun iyotlo olup olmadığının farkında değil.
Testler hamilelerdeki iyot ortalamasının 75 mikrogram. Hamilelerin yüzde 36’sında iyot oranı 50 mikrogramın altında yani ‘ağır eksik’. Yüzde 70’inde ise 100 mikrogramın altında. Yüzde 90’ında ise Dünya Sağlık Örgütü’nün önerdiği 150 mikrogramın altında.
İYOT EMZİRİRKEN DE ALINMALI
Antalya’daki 12’inci Ulusal Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi’nde çalışmanın sonuçlarını açıklayan Prof. Dr. Oral iyodun hamilelik henüz gerçekleşmeden alınmaya başlanması ve emzirme süreci bitene kadar kullanılması gerektiğini söyledi. İyot, büyüme, gelişme ve metabolizma için hayati öneme sahip tiroid hormonlarının ‘hammaddesi’ olduğunu belirten Prof. Dr. Oral, “Yetişkin bir insanın vücudunda 15-20 mg iyot bulunuyor. Bunun yüzde 80’i tiroid bezinde” dedi. İyot eksikliğinin önlenebilir zeka geriliğinin en önemli nedeni olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Oral şunları söyledi:
“Gebelik ve emzirme sürecinde iyot ihtiyacı artar. Özellikle ilk üç ayda tiroid bezi fonksiyon göstermediği için fetüs için gerekli tiroid hormonlarının ana kaynağı anne. İyot, doğumdan sonra da süt bezlerinden anneden bebeğe geçmeye devam eder. İyot depoları yeterli olan gebeler bu fizyolojik değişiklikleri sorunsuz atlatır. Ancak iyot depoları yetersiz olanlarda, hamilelik ilerledikçe azalacağı için bebekte nörolojik gelişim kusurları, kretenizm (fiziksel, ruhsal ve duygusal gelişimin duraklamasıyla beliren hastalık), fetal-yenidoğan guatrı olmak üzere geri dönüşümsüz hasarlara neden olur.”
ORTA KUŞAKTAYIZ
Dünyada 2 milyondan fazla insan iyot eksikliği riski altında. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre Türkiye orta iyot eksikliği bölgesinde yer alıyor. Gebelik dışındaki dönemlerde günde diyetle alınan 100-150 µg iyot, tiroid bezinin hormon yapımı için gerekli ihtiyacı karşılıyor. Gebelikte ise artan iyot ihtiyacını karşılamak için ilave olarak günlük 100-150 µg iyot alınması gerekiyor.
İYOT EKSİKLİĞİ BÖLGEDEN BÖLGEYE DEĞİŞİR
Tatilini adet dönemine göre planlayan, tüm uğraşılarına rağmen sürprizler yaşayanlar da az değil. Ancak tıptan destek alarak, âdet döneminizi tatil veya seyahatinize göre planlamanız mümkün.
Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği Genel Sekreteri Prof. Dr. Ateş Karateke, âdet kanamasının başlangıç tarihinden 2-3 gün öncesinden progesteron hormonu alınarak sürecin yönetilebileceğini söylüyor. Progesteron bırakıldıktan birkaç gün sonra ise kanama başlıyor.
Doğum kontrol hapı kullananlar da benzer bir ayarlama yapabiliyor. Doğum kontrol haplarının hiç ara verilmeden içilmesi halinde âdet kanaması ötelenebiliyor.
Sağlıklıysan sorun yok
Pek çok kadın ve bazı doktorlar bu hormonal manipülasyonlara karşı çıkıyor. Ancak Prof. Dr. Karateke, söz konusu müdahalenin sağlık açısından hiçbir sakıncası bulunmadığını söylüyor. Ancak östrojen ve progesteron hormonlarına duyarlı tümörü bulunanlar, adı konmamış vajinal kanaması olanlar, meme kanseri olup, tedavi görenler, damar pıhtılaşması ve damar tıkanıklığı sorunu yaşamış olanların doğum kontrol hapı ya da progesteron kullanmaları önerilmiyor.
Prof. Dr. Karateke, 35 yaşın üstünde sigara içen kadınlara doğum kontrol hapının önerilmediğini hatırlatarak, 40 yaşın üstündeki kadınların progesteronla bu sürece yön vermelerinin daha doğru bir seçim olduğunu anlatıyor.
Mutlaka doktora danışın
Öte yandan Anadolu Sağlık Merkezi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Nuri Ceydeli âdet ertelemeyi çok fazla önermediklerini belirterek, “Bu erteleme âdet döneminin kişiye verdiği psikolojik etkileri azaltmaz. Ancak kanamayı durdurur ya da bazı durumlarda azaltır” diyor. Dr. Ceydeli ayrıca şu hatırlatmalarda bulunuyor:
Güneşin yüzünü gösterdiği saatlerde kapalı ortamlarda zaman geçirmek zorunda kalmamız maalesef D vücudun vitamini üretimini azaltıyor. Yorgunluk, halsizlik gibi belirtilerle yokluğunu belli eden D vitamini deponuzun durumunu basit bir kan testiyle öğrenmeniz mümkün.
D vitamini eksikliği günümüz yaşam koşullarının beraberinde getirdiği yaygın sağlık sorunları arasındaki yerini aldı bile.
Pekçoğumuz D vitaminin diş ve kemik gelişimi için şart olduğunu biliyor. Ancak işlevi bunlardan ibaret değil. D vitamini çok daha fazla organ ve sistem için olmazsa olmaz. Son yıllarda yapılan araştırmalara göre başta kanser, diyabet, hipertansiyon, kalp hastalığı, sık enfeksiyon geçirme, romatizmal hastalıklar, MS, kronik yorgunluk, depresyon gibi birçok hastalığın önlenmesinde D vitaminin önemi büyük.
Tatilde ihmal etmeyin
Klinik biyokimya uzmanı Dr. Aytaç Keskineğe, ev, ofis veya aracın camından giren güneş ışığının D vitamini ihtiyacını karşılamaya yetmediğini hatırlatıyor. Çünkü cam ultraviyole B ışınlarını filtreliyor. Dr. Keskineğe, “Şehir hayatı, kapalı ortamlarda geçen günler ve güneşin kendini göstermediği mevsimler günlük D vitamini ihtiyacını karşılamaya yetmiyor” diyor.
Sağlıklı ve çeşitli beslenen kişiler günde yaklaşık 100-150 ünite D vitaminini gıdalardan alabiliyor. Dr. Keskineğe ”Yaz aylarında doğru güneşlenme ile 200-300, doğru beslenme ile 100-150 ünite D vitamini alınsa dahi geriye 700-800 ünitelik açık kalıyor. Bu aşamada vitamin takviyelerine ihtiyaç duyuluyor. D vitamini tahlilini yaptıran ve takviyeye ihtiyacı olduğu doktoru tarafından da onaylanan kişilerin günlük D vitamini desteği almaları ya da 6 ayda bir D vitamini damlaları kullanarak depolamalarını öneriyoruz” diyor. Ancak, D vitamininin fazlasının da toksik etki yapabileceği, karaciğeri yorduğunu unutmamak ve takviye almadan önce ihtiyacı bilmek gerekiyor.
Yılda bir kontrol
Yaşadığınız coğrafyada bulunmayan hastalık etkenlerinin, özellikle mikroorganizmaların sizi gittiğiniz yerlerde bulması hiç zor değil. Bir başka risk dönüşte hastalık yapan etkeni de beraberinizde getirmeniz. Hem kendiniz hem de başkalarını hasta etmeniz. Dolayısıyla nereye giderseniz gidin önce hastalık etkenlerini araştırın, gerekli önlemleri yola çıkmadan alın.
-DSÖ’ye kulak verin: Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) her yıl düzenli olarak ülkelerde görülen enfeksiyonları bildiriyor. Sizin de takip etmeniz mümkün. 2014 başından beri Çin’de insanda görülen avian influenza virus (H7N9), Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nde Ortadoğu Respituvar Sendromu - Coronovirus, Gine’de ise ebola hemorajik ateşi olduğuna dair raporlar yayımlanıyor. Ülkelerde görülen enfeksiyonların yanı sıra, bu enfeksiyonları önlemeye yönelik hangi aşıların zorunlu, hangi aşıların genel ya da risk durumunda önerilen aşılar olduğu da DSÖ tarafından belirleniyor.
-Riski sıfırlayabilirsiniz: Enfeksiyon hastalıkları ve klinik mikrobiyoloji uzmanı Dr. Nermin Etiz, gerek iş gerekse tatil amacıyla yapılan seyahatler için alınacak basit önlemlerle seyahat hastalıklarını azaltmanın hatta sıfırlamanın mümkün olduğunu söylüyor.
Bu köşede sık sık vurgulandığı gibi seyahate çıkmadan aşı yaptırmayı ihmal etmeyin! Enfeksiyon hastalıklarından korunmak için önerilen aşı ya da aşılar mutlaka seyahatten
önce yapılmalı. Ancak unutmamanız gereken bir ayrıntı var: Aşılanmış kişilerde bağışıklık genellikle 3-4 haftada oluşuyor. Kişinin bağışık durumuna, aşıya ve aşının dozuna bağlı olarak bu süre değişiyor. Geç kalmayın.
-Sizi bekleyen hastalıklar: Hepatit A, hepatit B, polio (çocuk felci), difteri, tetanoz, tifo, influenza (grip), pnömokok, kızamık, kızamıkçık, kabakulak, suçiçeği, kolera, kuduz,
şarbon, veba, tüberküloz, meningokok ve sarıhumma seyahatlerde karşılaşabileceğiniz hastalıklar. Meningokoksik menenjit aşısı ve sarıhumma aşıları zorunlu. Seyahate çıkmadan evvel (en az 10 gün önce) mutlaka yapılmalı ve yapıldığı belgelenmeli. Hepatit A ve B, polio, difteri, tetanos ve tüberküloz aşıları ise herkese öneriliyor. Diğer aşılarsa gidilecek ülkedeki riske göre önerilen aşılar.
-İlaç almanız gerekebilir: DSÖ, ülkelerde ortaya çıkan enfeksiyonlar ve önerilen aşılarla birlikte, gidilecek ülkede görülen enfeksiyonları da önleyebilmek için proflaktik anti-infektif ilaçlara başlanması gerektiğini bildiriyor. Örneğin halen pek çok Sahra-altı Afrika ülkesinde sıtma (plasmodium falciparum) görülüyor. Bu nedenle buralara gideceklere mutlaka seyahat öncesi anti-malaryal tedaviye başlanması gerektiği vurgulanıyor.
Türkiye de MERS-CoV önlemleri almaya başladı. Sağlık Bakanlığı yaptığı açıklamada henüz ülkemizde tespit edilmiş MERS-CoV vakası bulunmadığını belirtse de bazı uyarılarda bulundu. Açıklamada MERS-CoV’nin Suudi Arabistan başta olmak üzere çoğunlukla ‘körfez’ ülkelerinde görüldüğü vurgulandı. Ancak bu ülkelerde bulunma veya bu ülkelere seyahatle ilişkili İngiltere ve Almanya dahil 17 ülkede daha hastalığın tanımlandığı hatırlatıldı.
Sağlık Bakanlığı yaptığı açıklamada yeni bir coronavirüs olan ve ağır solunum yolu hastalığına yol açan MERS-CoV’nin Mekke’de tedavisi süren bir Türk’e bulaştığı, ancak 65 yaşındaki hastanın genel sağlık durumunun iyi olduğunu bildirdi. Dünya Sağlık Örgütü söz konusu hastalıkla ilgili ek önlemler alınması veya seyahat/ticaret kısıtlamasını önermiyor. Bakanlık açıklamasında “Sağlık Bakanlığı’nın uyarılarını dikkate alarak Suudi Arabistan’a seyahat etmede sakınca yok” dedi.
Yakın takipteyiz
Sağlık Bakanlığı hastalığın takibiyle ilgili bir Bilim Kurulu oluşturdu. Bilim Kurulu gelişmeleri yakından takip etmeye başladı. 30 Nisan Çarşamba günü son toplantısını yapan kurul aşağıdaki kararları aldı:
-Suudi Arabistan başta olmak üzere hastalığın görüldüğü ‘körfez’ ülkelerine gidecek vatandaşlara, din görevlilerine ve sağlık personeline yönelik MERS-CoV hakkında bilgilendirme çalışmaları yapılması.
-Hac vazifesi için Suudi Arabistan’da bulunan ve Suud hastanelerinde tedavi gören Türk hastalara ait bilgilerin ivedilikle Sağlık Bakanlığı’na gönderilmesi.
-Suudi Arabistan’daki vaka sayılarının artmasına bağlı olası salgın durumu göz önünde bulundurularak Diyanet İşleri Başkanlığı’nın umre ve hac dönemlerinde görevlendirdiği sağlık personeli sayısının ve niteliğinin arttırılması.
Bakanlık haksız değildi, yeni denilebilecek bir hastalık olan MERS-CoV pek çok enfeksiyon gibi seyahat edenler tarafından bir coğrafyadan diğerine kolaylıkla taşınabiliyor.
En son sınır komşumuz Yunanistan’da da MERS vakası paniği yaşandı. Paskalya tatili için Cidde’den Atina’ya gelen bir Yunanın bu virüsü taşıdığı açıklanmıştı.
Aslında bugüne dek görülen tüm Avrupa vakalarının doğrudan ya da doğrudan olmayan bir şekilde Ortadoğu’yla bağlantısı vardı. Bunun anlamı hastalık insandan insana bulaşabiliyor. Şimdiye dek vakaların büyük çoğunluğunun erkek olduğu da biliniyor. Aslında bunun temel nedeni erkeklerin daha çok seyahat etmesi, daha çok dışarıda yaşaması. Dolayısıyla hastalık etkeniyle karşılaşma riskinin artması.
Corona virüs grubunda yer alan MERS CoV, diğerleri gibi soğuk algınlığı belirtilerine yol açıyor. MERS de yine corona virüslerinden biri olan SARS gibi ciddi bir sorun. Ancak SARS’tan farkı, kolaylıkla veya sürekli olarak insanlar arasında yayılması.Virüs ilgili henüz aydınlatılmayan detaylar da korkulmasının diğer nedenlerinden.
10 gün içinde vakaların görüldüğü ülkelere seyahat edenler arasında akut ve ciddi solunum yetmezliği geliştiyse MERS’e karşı dikkatli olmakta yarar var. Her hastalıkta olduğu gibi bağışıklık sistemiyle ilgili sorunu bulunan ve bağışıklığı baskılayıcı ilaç kullanlar için risk daha büyük.
Belirtisi yüksek ateş, nefes darlığı
Virüs ağırlıklı olarak orta yaş ve üzerinde enfeksiyon oluşturuyor. Ancak çocuklar da risk altında sayılıyor. Vakaların çoğunluğunda hastaneye yatış gerektiren şiddetli akut solunum yolu hastalığı ortaya çıktı. Henüz MERS-CoV’a özel tedavi henüz yok.
Ebola virüsünün insanlara nasıl bulaştığı bilinmiyor. Araştırmacılar ilk hastanın enfekte bir hayvanla temas sonucu virüsü aldığı hipotezini ileri sürüyor. Bugün biliniyor ki ebola, enfekte hastalarla doğrudan temas yoluyla insandan insana bulaşıyor.
Türkiye Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü Seyahat Sağlığı biriminin derledi bilgilere göre, ebola virüsü insan ve primatlarda (enfekte maymun, goril, şempanze, meyve yarasası, orman antilobu ve kirpi gibi) sıklıkla ölüme yol açan ciddi bir hastalık. Salgınlarında ölüm oranı yüzde 90’lara kadar çıkabiliyor. İnsan ve hayvanlar için özel bir tedavisi ya da aşısı bulunmayan hastalığa 5 ayrı tip ebola virüsü neden oluyor. İnsan enfeksiyonu oluştuğunda virüsün başkalarına bulaşmasının birçok yolu var. Ebola, enfekte insanlarla doğrudan temas yoluyla insandan insana bulaşıyor. Örneğin enfekte bir kişinin kanı ya da salgılarıyla doğrudan ya da enfekte salgıların bulaştığı objelere temasla. Ebola ilginç bir virüs. Örneğin iyileşen erkek hastaların spermleri yoluyla hastalığı 7 haftaya kadar bulaştırması mümkün. Defin işlemleri sırasında cenazeye doğrudan temas edilmesi de hastalığın yayılmasında etken.
Başlıca belirtiler
Ebola salgınının bulunduğu bölgelerde ve dönüşte yaşabileceğiniz bazı belirtiler hastalığa işaret ediyor olabilir. Ateş, baş ağrısı, halsizlik, kusma, mide ağrısı, iştahsızlık başlıcaları. Bazı hastalarda ayrıca kaşıntı, gözlerde kızarıklık, hıçkırık, öksürük, boğaz ağrısı, göğüs ağrısı, nefes almakta güçlük, yutkunma zorluğu, vücut içinde ve dışında kanamalar da görülüyor. Laboratuvar bulgularında düşük beyaz kan hücreleri ve trombosit sayısı ile yüksek karaciğer enzimleri saptanıyor.
Saydığımız bu belirtiler ebola virüsüne maruz kalındıktan 2-21 gün (genellikle 8-10 gün) sonra çıkıyor. Hastaların bir kısmı iyileşirken, neden bazılarının öldüğü tam olarak anlaşılamadı. Ancak kaybedilen hastaların bağışıklık sistemlerinin virüse karşı yeterince yanıt geliştiremedikleri biliniyor.
Afrika riskli
Afrika’da teyit edilmiş ebola vakaları şu ülkelerden bildirildi: Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Gabon, Güney Sudan, Fildişi Sahilleri, Uganda, Kongo Cumhuriyeti, Güney Afrika. Ayrıca İngiltere’de bir, Rusya’da iki vaka dışında tüm hasta ve ölümler Afrika ülkelerinde oldu.
Yerel pazarlarda vahşi hayvan eti yemeyin