Sağlık Bakanlığı Kanserle Savaş Daire Başkanlığı, Türk Onkoloji Vakfı, Türk Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Derneği, Türk Onkoloji Grubu Derneği, Kanserle Dans Derneği işbirliğiyle “Çocuğunuzu Melanom’dan Koruyun” kampanyası, pilot bölge olarak seçilen Sarıyer’de başladı.
Türk Onkoloji Vakfı Başkanı Prof. Dr. Sıdıka Kurul, deri kanserleri içinde hızlı yayılımı ve ölüm riskinin fazla olması nedeniyle üzerinde önemle durulan melanomun sıklığının arttığını söyledi. Melanoma hayat boyunca yakalanma riskinin giderek attığını belirten Prof. Dr. Kurul, çocukların korunmasında ailelere büyük görev düştüğünü vurguladı. “Bebeklikte güneşe maruz kalmak cilt kanseri riskini 2 kat artırıyor” dedi.
TATİLCİLER DAHA BÜYÜK RİSK ALTINDA
Prof. Dr. Ertuğrul Aydemir, melanom ve diğer deri kansererinde temel nedenin yüzde 90 oranında UV olduğunu belirterek, “Ömür boyu alınan toplam doz birikiyor ve deride hasar yaparak sonuçta deri kanserini oluşturuyor. Toplam doza solaryumlar da katkıda bulunuyor” dedi. UV’nin başka etki şekli de ani ve yüksek doz etkisi. Güneş ışınlarının yanık yapacak kadar yüksek dozda alınması deri kanserleri ve özellikle melonama daha da yaklaştırıyor. Prof. Dr. Aydemir, “Melanomda sürekli güneşten çok, ani güneş maruziyetleri daha etkili. Dolasıyla tatilcilerde yani ara ara ve yüksek doz UV alanlarda daha çok görülüyor” dedi.
Prof. Dr. Aydemir, 11.00-15.00 arasında güneşe çıkılmaması, sık dokulu, kuru ve koyu renkli giysiler giyilmesi, SPF koruması en az 30 olan koruyucuların sürülmesi, bilhassa çok sayıda beni olanların iyi takip edilmesi gerektiğini söyledi.
TÜM DÜNYADA ARTIYOR
Kanserle Savaş Daire Başkanı Doç. Dr. Murat Gültekin kanserin yüzde 90 oranında çevresel faktörlerden kaynaklandığını hatırlattı. Deri kanselerinde en önemli çevresel faktörün de UV olduğunu vurgulayan Doç. Dr. Gültekin, Türkiye’de yılda 735 erkek, 560 kadına melanom tanısı konduğunu söyledi. Tüm dünyada melanom kanserlerinde artışın gözlendiğini belirten Doç. Dr. Gültekin, “Melanom artışı bekliyoruz” dedi.
BIÇAK DEĞER!
ALTI yıllık evli Çiğdem Üresin çikolata kisti olarak bilinen endometriozis sorunu ve bu nedenle geçirdiği ameliyatlar nedeniyle erken menopoza girdi. Evliliklerinin ilk yılında çocuk sahibi olamayınca doktora başvurdu. Bütün hormon ve ultarasonografi verileri erken menopoza girdiğini gösteriyordu. Doktorlar artık yumurtlamadığını, anne olmasının tek yolunun donasyon (başka bir kadından yumurta alınması) olduğunu söylüyordu. Eşi Mehmet Umut Üresin ile yine de şanslarını denemek istediler ve toplam dört kez tüp bebek uygulaması yaptırdılar.
ALTIN YUMURTADAN ELDE EDİLEN EMBRİYO 7 AY DONDURUCUDA BEKLEDİ
Son iki yıldır bütün değerlerin kötüleşmesiyle umutlarını da büyük oranda kaybeden Üresin çifti, tesadüf eseri Bahçeci Sağlık Grubu Fulya Tüp Bebek Merkezi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op.Dr. Erbil Yağmur ile tanıştı. Çiğdem Üresin’in, hem çikolata kistlerinin yaptığı tahbirat hem de geçirdiği ameliyatlar nedeniyle yumurtalık rezervi ciddi oranda azalmış, hormon değerleri erken menopozu işaret ediyordu etmesine de 1-2 adet de olsa yumurta kesesi vardı. Dr. Yağmur, ilaç vermeden yumurta keselerinin büyümesi beklendi. Ve altın değerinde tek yumurta elde etti. Baba Metin Üresin’den alınan sperm ile yumurta döllendi. Elde edilen embriyo Mayıs 2013’de dondurularak saklandı. Gebelik şansını artırmak için aynı yolla başka yumurta ve embriyo elde etme umuduyla yine yumurta üretimi beklendi. Bir yumurta daha toplansa da embriyo gelişemedi. Üresin’in yaşı ilerliyordu, Dr. Yağmur daha fazla beklemek yerine geçen yıl dondurulan embriyoyu Ocak 2014’de Üresin’in rahmine transfer etti.
DOĞUM GÜNÜNDE TEST YAPTI
Çiğdem Üresin doğum günü olan 10 Şubat’da, kimseye haber vermeden ilk gebelik testini yaptırdı. Ya iyi bir doğum günü hediyesi alacak ya da büyük bir hayal kırıklığı daha yaşayacaktı. İlk test sonucu hayatı boyunca unutmayacağı bir doğum günü hediyesiydi, hamileydi. Eşiyle birlikte evde yapılan testleri tekrarladılar. Sonuç değişmedi. Üresin, “Hala inanamıyorum. Tedaviye başladığımızda ben ümitsizdim. İlk rahat nefesi bebeğin hareketlerini hissetmeye başladığımda aldım. Artık Zeynep Ekin bebekle ilgili hazırlık ve planlar yapmaya başladık” dedi.
Boşuna uğraşmayın deniyor
Dr. Erbil Yağmur: Bazı kadınların geçirdikleri ameliyatlar, hastalıklar ya da bilinmeyen nedenlerle yumurtalık depoları ciddi oranda boşalıyor. 20’li yaşlarda dahi görülebilen bu sorunlarla karşılaşan kadınlar, erken yaşlarda menopoza giriyor. Bu durumda doğurganlıklarını kaybediyorlar. Özellikle 35 yaşın altındaki kadınlar hekime başvurduklarında “Erken menopozun eşiğine gelmişsiniz, yumurtalık rezervleriniz çok azalmış AMH, FSH göstergeleriniz çok olumsuz ve dolayısıyla tüp bebek tedavisiyle bebek sahibi olma şansınız da sıfıra yakın. Boşu boşuna uğraşmayın” yanıtıyla karşılaşıyor. Bu şartlardaki kadınların doğal yollarla gebelik şansı da çok çok azalmış oluyor. Tüp bebek tedavilerinde de gebelik şansı yüksek değil. Ancak kolay olmayan bir tedavi süreci olsa da bugün bahsettiğimiz durumları yaşayan kadınlarda tek bir yumurta dahi elde edebildiğimizde bebek sahibi olmalarına imkan sağlayabiliyoruz. Bu nedenle de var olan o tek yumurta altın değerinde ve gebelik oluşturmak mümkün. Adet düzensizliği olan kadınlardan birkaç ayda bir dahi olsa yumurta elde etmek mümkün olabiliyor. Yani kadın birkaç ayda bir adet görüyorsa, hormonal seviyeleri kötü bile olsa eğer gençse yumurta alınabiliyor ve tüp bebek tedavilerinde kullanılarak bebek sahibi olmaları sağlanabiliyor. Burada gebelik olasılığını belirleyen en önemli faktör kadın yaşının 35 yaşın altında ya da bu yaşı çok geçmemiş olması.
İlk kural, genellikle ortak kullanım alanı olan havuzların gerçekten temiz olduğundan emin olun. Başkalarının vicdanına bırakmayın, bunun hangi aralıklarla, nasıl sağlandığını ve test edildiğini takip edin.
Sağlık Bakanlığı’nın hazırladığı ve 2014’te Resmi Gazete’de yayımlanan havuz yönetmeliğinde mikrobiyolojik kirlenme düzeyi ve mikrobiyolojik ölçüm sıklığı özellikle belirtiliyor. Yönetmeliğe göre havuzlarda mikrobiyolojik analiz sıklığı ayda bir kez yapılmalı, özellikle spor komplekslerinde süre iki haftada bir olarak düzenlenmeli. Yine yönetmelikte mikrobiyolojik kirlenmede kabul edilebilir sınır olarak toplam koloni sayısı 200 CFU (coloni forming unit)/ml olarak vurgulanıyor. Ancak insan sağlığını tehdit eden ve bağırsak sistemi hastalığına yol açan koliform bakterilerinin, escherichia coli ve pseudomonas aeruginosa bakterilerinin, suyun mililitresinde bulunmasının kabul edilemez olduğu da belirtiliyor.
Mikroplar için uygun ortam
30 Temmuz’dan bu yana 1000’e yakın kişi yaşamını yitirdi. Dünya Sağlık Örgütü bu ülkelere henüz seyahat kısıtlaması önermiyor. Ancak şu bir gerçek ki özellikle seyahatlerin etkisiyle virüsler coğrafi sınır tanımıyor. Hastalıklar taşınıyor.
İki Bakanlık geçen hafta hastalıkla ilgili açıklamalarda bulundu. Sağlık Bakanlığı, nisan ayında Türkiye Halk Sağlığı Kurumu’nda ilgili bilim kurulunun toplanarak konuyla ilgili değerlendirmelerini yaptığını hatırlattı. Kurulun verdiği kararlardan biri de hastalığın görüldüğü bölgelerden dönenler 3 haftaya kadar hastalık belirtilerinin çıkabileceği konusunda uyarılmasıydı.
Seyahat dönüşü belirtilere dikkat!
Ebola yüksek ateş, şiddetli halsizlik, kas ağrısı, baş ağrısı, boğaz ağrısı şikâyetleriyle başlıyor. Bu belirtileri bulantı, kusma, döküntü izliyor. Daha sonra böbrek ve karaciğer fonksiyonları bozuluyor ve kanamalar başlıyor. Hastalığın görüldüğü bölgelerden döndüyseniz ve az önce okuduğunuz belirtileri vb. yaşıyorsanız derhal bir sağlık kurumuna başvurun. Başvurunuzda da seyahatinizden mutlaka söz edin.
Dışişleri: Et yemeyin!
Dışişleri Bakanlığı da henüz kontrol Ebola’yla ilgili bir uyarı yayınladı ve dikkatli olma çağrısı yaptı. Bakanlık web sitesinde yayınladığı uyarısında, “Ebola vakalarının görüldüğü ülkelerle diğer bölge ülkelerine seyahat edecek vatandaşlarımızın hijyen hususuna azami dikkat göstermeleri, mecbur kalmadıkça kalabalık yerlere gitmemeleri ve et ürünleri tüketmekten imtina etmeleri uygun olacaktır” dedi.
Hacılara ebola koruması
Öte yandan Suudi Arabistan Sağlık Bakanlığı, Sierra Leone, Gine ve Liberya’ya Ebola virüsü nedeniyle Umre ve hac yasağı konulduğunu açıkladı. Bu ülkelerden başvuru yapılması durumunda vize verilmeyeceğini açıklayan bakanlık, havaalanlarında da yüksek güvenlik önlemleri aldı.
Bugüne kadar 670’den fazla kişinin ölümüne yol açan, henüz tedavisi bulunmayan bu yeni hastalığın seyahatler, temaslar yoluyla daha geniş coğrafyaya yayılmasından endişe ediliyor.
Ebolayla ilgili gelen son haber, Liberya’nın salgınla mücadele için komşularıyla sınırlarının birçoğunu kapatma kararı almasıydı. Sonra Liberya’da görevli ABD’li bir doktorun tatil için gittiği ülkesinde hastalığa yakalandığı anlaşıldı. Eşi ve çocuklarıyla birlikte yaşayan doktorun ailesinde de hastalığın görülüp görülmeyeceği endişeyle bekleniyor. Sebebi, virüsün bulaştığı her yüz kişiden 90’ında ölüme yol açması.
Ebola, 1976’da Sudan’ın Nzara ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nin Yambuku kentlerinde eşzamanlı 2 salgına yol açmıştı. Ebola Nehri yakınında bir köyde meydana geldiğinden hastalığa bu isim verilmişti.
Ebola virüsü insanlar ve maymun, goril, şempanze, meyve yarasası, orman antilobu ve kirpi gibi hayvanlarda ölüme yol açabilen ciddi bir hastalık. İnsanlar ya da hayvanlar için özel bir tedavi ya da aşısı bulunmuyor.
Türkiye Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü Seyahat Sağlığı biriminin verdiği bilgiye göre, Ebola virüsünün insana nasıl bulaştığı henüz netleşmedi. Araştırmacılar ilk hastanın enfekte bir hayvanla temas sonucu virüsü aldığı hipotezini ileri sürüyor. İnsan enfeksiyonu oluştuğunda virüs şu yollarla diğer insanlara bulaşabiliyor: “Enfekte bir kişinin kanı ya da salgılarıyla doğrudan temas, enfekte salgıların bulaştığı objelerle temas, defin işlemleri sırasında cenazeye doğrudan temas, iyileşen erkek hastaların spermleri yoluyla, hasta bakımıyla uğraşılırken salgılarla teması olan aile ve arkadaşlar aracılığıyla...”
Ebola hemorajik ateşinden etkilenen bölgelerde yaşayan insanların hastalıktan korunmak için şu önlemlere uymaları tavsiye ediliyor: “Elleri düzenli olarak yıkayın. Eldiven kullanılan durumlarda eldivenleri çıkarmadan önce ve çıkardıktan sonra su ve sabunla ellerinizi yıkayın. Ölü hayvanlarla, özellikle de primatlarla temastan kaçının. Yerel pazarlarda tüketim için satılan primatlar dahil vahşi hayvanların etini yemeyin. Enfeksiyon olasılığını asgariye indirmek için Ebola virüsü enfeksiyonu olduğundan şüphelenilen insan ya da hayvanlarla yakın temas ederken enfeksiyon kontrol önlemlerini uygulayın.
Hastalığın görüldüğü bölgeden döndüğünüzde yukarıdaki belirtilere karşı uyanık olun. Belirtiler başlamışsa, sağlık kuruluşuna gittiğinizde bulunduğunuz bölgeyi ve hastalığı mutlaka hatırlatın.”
Klasik tıbbın henüz çözüm üretemediği bazı alanlarda yeni umudumuz kök hücreler. Rejeneratif (yenileyici, onarıcı) tıp denilen bu yeni sayılabilecek alan, bir yandan kurallarını netleşirken, diğer yandan giderek genişliyor. Türkiye’de bu gelişmenin dışında kalmıyor. Bildik (kan kanserlerinin tedavisi gibi) uygulamalaların dışında halen klinikte kıkırdak dejenerasyonlar, iskemik doku yaraları, arter, ven doku iskemileri (tıkanması), yumuşak doku yara tedavisi, kozmetik amaçlı uygulamalar, rekonstrüktif uygulamalar, immün terapi gerektiren destek tedavileri, fistül onarımı, cerrahi yara onarımı, yanık, yaralanma ve yara izlerinin tamiri, deri ve dejeneratif doku defekt tamiri, iskemik kardiyak hastalıkları tedavisinde başarılı sonuçlar elde ediliyor.
“YAĞ ÇOK ÖZEL VE GÜZEL BİR DOKU”
Yağların kök hücreden zengin olduğunun anlaşılması yeni uygulamaların da kapısını açtı. Göbek yağları veya bacak içinden, lokal anesteziyle alınan 1-2 bardak yağdan özel işlemlerle elde edilen kök hücreler güzelleşme ve gençleşmeye hizmet ediyor.
Liv Hospital Rejeneratif Tıp Kök Hücre Üretim ve Uygulama Merkezi Üretim Sorumlusu Yrd. Doç. Dr. Nesrin Erçelen’in verdiği bilgiye göre, bu tedavinin işlem sürecini üç aşamada gerçekleşiyor. Önce kişinin kendisinden biyopsi ya da liposuction yöntemiyle yağ dokusu alınıyor. Yağın içindeki yenileyici hücreler çeşitli işlemlerden geçirilerek, rafine ediliyor ve konsantre hale getiriliyor. Son aşamada ise yenileyici hücreler tek başına ya da doğal kokteyller kullanılarak hastanın ihtiyacına göre uygun bölgelere enjekte ediliyor. Yrd. Doç. Dr. Erçelen, “Yağ çok güzel ve özel bir doku. Pekçok görevi olduğu gibi yenileyici özellikle hücreden de zengin. Üstelik bu hücrelerin kalitesi de yüksek. Neredeyse kemik iliğinden daha yüksek seviyede kök hücre var” diyor.
BUNLAR DA UMUT VERİYOR
Yrd. Doç. Dr. Erçelen rejenetarif tıp uygulamalarının umut verdiği diğer alanları şöyle sıraladı:
* Akut ve kronik iskemik kalp hastalıkları: Yaklaşık 10 yıldır yenileştirici hücre tedavisi üzerine yapılan çalışmalar yüz güldürücü sonuçlar verdi.
Aslına bakarsanız dondurma her mevsimin gıdası. Ama şu bir gerçek ki yazla daha bir özdeşleşiyor. Düşüncesi bile ferahlık vermeye yetiyor.
Dondurma yemek için başka nedenlerimiz de var. Başta besleyici olması... Uzman diyetisyen Gamze Şanlı Ak dondurmanın yararlarını şöyle anlatıyor:
KALSİYUMU SÜTTEN FAZLA: Sütlü dondurmalar, güçlü ve sağlıklı kemiklerin ihtiyacı olan kalsiyumdan zengin. Biliyoruz ki kalsiyumdan zengin dondurma aynen süt ve süt ürünleri gibi osteoporoz riskini azaltıyor. Dondurmanın 100 gramında, sütten daha fazla kalsiyum var. Kalsiyum sadece kemikler ve dişler için önemli değil. Aynı zamanda kilo vermede de önemli bir rol oynuyor. Yapılan çalışmalar, kalsiyumun yeterli alımının kilo kaybını da desteklediğini gösteriyor. Kalsiyum açısından zengin beslenme karın bölgesinde yağ kaybına katkıda bulunuyor.
PROTEİNİ DONDURMADAN ALABİLİRSİNİZ: Dondurma, aynı zamanda bir protein kaynağı. Proteinler; kemikler, kaslar, kan, deri ve kıkırdak için önemli makro besin öğesi. Doku tamiri ve yapımında görev alır, saç ve tırnaklar için önemli. Proteinler vücutta depo halde bulunmazlar, dondurma protein almak için lezzetli bir alternatif olabilir.
KASLARINIZI TOPARLAR: Sıcak yaz günlerinde egzersiz sonrası dondurma tüketmek, kasların toparlanmasını kolaylaştırıyor. Meyve, yağlı tohumlar, hatta sebze ekleyerek karıştırıp tüketmeniz kaslarınız için çok iyi bir seçim.
Güneşi konuşurken genellikle cilt üzerindeki yakıcı etkisinden söz ediyoruz. Elbette cildin korunması için gerekli önlemlerin alınması şart. Ancak gözler üzerindeki etkisini de atlamamak lazım. Zararlı güneş ışınlarının saydam olan göz içi merceğimizin, proteinden oluşan yapısını bozarak katarakta neden olduğunu belirten Dünyagöz Hastaneleri Medikal Direktörü Prof. Dr. Kazım Devranoğlu, tam da bu nedenle güneşli havalarda veya yoğun güneş alan coğrafyalarda göz sağlığını korumak için kullanılacak güneş gözlüklerinin belirli bir standartta olması gerektiğini hatırlatıyor.
GÖZLÜĞÜNÜZ GÖZÜ TAM KAPATSIN
Kaliteli camlar güneşin zararlı ışınlarını süzerek gözü korurken, kalitesiz olanları göze onarılmaz düzeyde zarar veriyor. Kalite belgesi olmayan gözlükler katarakt nedeni olabiliyor. Prof. Dr. Devranoğlu, “Bu nedenle güneş gözlüğü aksesuar değil bir sağlık malzemesi olarak kullanılmalı. Günümüzde gözlüklerin yanı sıra günlük hayatta sıklıkla kullandığımız lensler bile artık ultraviyole ışınlarını süzebilecek nitelikte hazırlanıyor” diyor. Özellikle gözlük kullanma zorunluluğu olan hastaların (hipermetrop, miyop, astigmat) UV korumalı lensleri tercih etmelerini öneren Prof. Dr. Devranoğlu, “Güneş gözlüğü tüm gözü kaplamalı. Çalışmalar genellikle güneş ışınlarının gözlük kenarından geçerek göze ulaştığını gösteriyor” diyor.
Güneşin zararlı etkileri kataraktın daha erken yaşlarda oluşmasına da zemin hazırlıyor. Dolasıyla uygun bir güneş gözlüğüyle, gözlerinizi yaşlanmaktan da koruyorsunuz. Güneş gözlüğü kullanma alışkanlığı edinemeyen pek çok kişi ozon tabakasındaki delik nedeniyle katarakta artık daha yatkın hale geldi. Genç yaşlarda uzun süre güneşe maruz kalmak katarakt riskini artırıyor. Özellikle uzun süre güneş ışığına maruz kalanların güneş gözlüğü kullanmayı ihmal etmemesi gerekiyor. Prof. Dr. Devranoğlu, “Güneş gözlüklerini göz sağlığımızı koruyucu bir sağlık aracı olarak kullanmamız gerekiyor. Uygun özellikleri taşıdıktan sonra şık bir aksesuar olarak da tabii ki kullanılabilir” diyor.
Gözlük alırken dikkat edilecek en önemli kural ultraviyole korumalı olması. Sağlık Bakanlığı tarafından onay belgesi olan gözlükleri tercih edin. İşportadan ucuza alınan gözlükler çoğu zaman bu özellikleri taşımıyor. Yüzde 99-100 UV korumalı ibaresi olduğuna dikkat edin. Bazı ürünlerde yazan 400nm‘e kadar UV absorbsiyonu ibaresi de aynı anlamı taşıyor.
KATARAKT SIKLIĞI YAŞLA ARTIYOR