Türkiye’de organ bağışı ve nakli Sağlık Bakanlığı’nın denetim ve kontrolü altında. Halen Türkiye Organ ve Doku Bilgi Sistemine (TODBS) kayıtlı 24 bin 336 hasta organ nakli olabilmek için bekliyor. İster canlıdan, isterse beyin ölümü gerçekleşmiş kişiden olsun TODBS’a kayıt yapılmadan, dolayısıyla bakanlığın denetimi olmadan hiçbir nakil gerçekleştirilemez. Organ dağıtımı da yine bu sistem üzerinden adil ve şeffaf bir biçimde, en uygun alıcıya ulaşacak şekilde yapılıyor. Tek sıkıntı, organ bulmak. Kendi karaciğerini, böbreğini yakınıyla paylaşanlar, ölen yakınlarının toprağa gidecek organlarını bağışlamaktan kaçınıyor.
VASİYET VARSA AİLENİN KABULÜ ARTIYOR
Halen TODBS’ye kayıtlı organ bağışçısı sayısı 17 Haziran itibariyle 66.025. En fazla organ bağışında bulunan il İzmir. Onu İstanbul ve Adana izliyor. Ancak bu kadar insanın (66.025) organ bağışı kartı taşıması ve sisteme kaydı yetmiyor. Kanunen bağışçı olması yetse de aileye soruluyor. Kartına rağmen aile onay vermezse organları alınmıyor. Sağlık Bakanlığı Organ Nakli Hizmetler Birimi’nden Dr. Mehmet Ali Aydın, “Kişilerin organ bağışçısı olma isteği ya da organ bağışında bulundukları bilgisini aileleriyle paylaşmaları çok önemli. Bu şekilde organ bağışı konusu aile içerisinde tartışılmış, konuyla ilgili farkındalık oluşturulmuş olur. Organ nakli koordinatörlerimizce yapılan aile görüşmesi esnasında, zaten bu konudan haberdar olan ailenin, bağışı onaylama olasılığı artıyor” dedi.
AİLEYE HÜRMET EDİYORUZ
Kuma gömülmek geleneksel tedavilerimizden. Ancak Central Hopsital fizik tedavi ve rehabilitasyon uzmanı Dr. Şahap Demirboğan, sanılanın aksine sıcak kumun tedavi edici bir özelliği olmadığını söylüyor. Kumun sıcak olması ve basıncından hoşnut kaldığı için vücutlarına kum banyosu yaparlar. Halbuki, tüm vücut kuma gömülürse ve vücudun üzerindeki kum miktarı artarsa kalp zorlanmaya başlar ve beyindeki basınç da artar. Dr. Demirboğan, “Bu etkiler tepedeki kızgın güneşle birlikte, tansiyonu yükselterek daha da zararlı hale getirir. Özellikle tüm vücudu etkileyen güneş, kum ve kaplıca gibi vücudu ısıtan olaylar uzman hekimden onay alınmadan kesinlikle yapılmamalı” uyarısında bulunuyor.
İyi geldiği bir hastalık yok
Dr. Demirboğan aslında yüzeyel sıcaklık veren başka malzemeleri tedavide kullandıklarını anlatıyor. Ağrıyı kesme, dolaşımı arttırma ve kas spazmını azaltma hedeflendiğinde yüzeysel ısı veren araçlardan yararlanılıyor. Örneğin elektrikle ısınan yastık- battaniye, sıcak su şişeleri, sıcak havlu ya da kompresler, sıcak su paketler-hotpackler, sıcak kum-tuz-kül tohum torbaları ve ısıtılmış taşlar gibi. Dr. Demirboğan, “Ancak kızgın kumun (sadece kum olması nedeniyle) birebir iyi geldiği bir hastalık yok. Kızgın kum yüzeysel sıcaklık verdiğinden belli durumlarda bu etkiden yararlanmanın bir zararı da yok. Biz genellikle hastalarımıza fiziksel tedaviyi öneriyoruz” diyor.
Peki güneşin tepede olmadığı zamanlarda kuma gömülsek? Dr. Demirboğan, “Kum sıcaklığı dışında ağırlığıyla dokulara basınç uygular ve masaj etkisiyle rahatlama sağlayabilir. Bunun dışında sıcak olmayan kumun hiçbir tedavi etkisi yok” diyor. Ve uyarmaya devam ediyor. Kum banyolarını genellikle kireçlenme sorunları ve kas gevşemesi için kullanılıyor. Ancak sıcak kumun etkisi geçici bir süre için rahatlama sağlıyor. Bu nedenle saatlerce kızgın güneşin altında, kumun içine gömülü olarak kalmanın bir faydası yok. Aksine kişinin genel sağlığına zararı var.
Bakteriye karşı alabileceğiniz kişisel önlem pek yok. Ama en azından kendinize iyi bakarak, bağışıklık sisteminizi güçlü tutmanızda yarar var.
Lejyoner hastalığını yapan ‘legionelle pneumophilia’ bakterisi, göl, nehir, dere, çay, akarsular gibi yüzey sularının, termal su banyoları ve çamurların normal florasında bulunuyor. Doğadaki sulardan şehir şebeke suyuna geçebiliyor. Bina su sistemleri içine yerleşip ve koşullar uygunsa çoğalıyor. Klimalarla da bulaşan ve yayılabilen bakteri bir zatürree türü olan lejyoner hastalığını yapıyor.
OTELDE KEŞFEDİLDİ
Lejyoner hastalığı, ilk kez 1976’da Philadelphia’daki Amerikan Lejyon Kongresi sırasında, otelde kalanların arasında görülen zatürree salgınının ardından tanımlandı. Bu salgından 221 kişi etkilenmiş, 34’ü de yaşamını kaybetmişti. Kısa adı CDC olan ABD Hastalık Kontrol Merkezi aylarca çalışarak ölen hastaların akciğerinden alınan otopsi örneklerinde nihayet suçlu bakteriyi bulabildi. Bakteri o güne kadar tanınmayan yeni bir çeşitti. Salgın yaptığı grup ve enfeksiyonun geliştiği sistem göz önüne alınarak ‘legionella pneumophila’ olarak adlandırıldı. Daha sonra yapılan geriye dönük araştırmalarla, bu salgının ilk olmadığı, değişik zamanlarda otellerde ve hastane enfeksiyonu şeklinde salgınlar yaptığı gösterildi.
KLİMALARA DİKKAT
TÜRK Nöroloji Derneği de 2014 Türkiye Beyin Yılı Projesi’ni hayata geçirerek konuya dikkati çekiyor. Derneğin yönetim kurulu başkanı Prof. Dr. Ersin Tan, yaşam süresi arttıkça nörolojik hastalıkların da arttığını belirterek, “Örneğin Alzheimer 80 yaş üstü her 5 kişiden ikisinde, 85 yaş üstünde ise her 5 kişinin üçünde görülüyor. Ülkemizde 350-400 bin civarında Alzheimer hastası olduğunu tahmin ediyoruz. Tüm Beyin hastalıkları açısından bakarsak toplam sağlık harcamalarının beşte birini beyin hastalıklarının tedavisi ve hastaların bakımına ayrılan büyük bir miktar oluşturuyor” dedi.
AKRABA EVLİLİKLERİ RİSKİ ARTIRIYOR
Beyin yılı etkinliklerinde beyin hastalıklarıyla ilgili bilinç oluşturmayı hedeflediklerini anlatan Prof. Dr. Tan, şunları söyledi:
“Sık yapılan akraba evlilikleri Türkiye’de kalıtsal nörolojik hastalıkların daha yaygın görülmesine yol açıyor. Ülkemizde her 6 kişiden birinde nörolojik hastalık (beyin damar hastalıkları, epilepsiler, bunama, başağrıları, kas hastalıkları, çevresel sinir hastalıkları, bel ağrıları, parkinson gibi hareket hastalıkları, multipl sklerozve.) veya belirti var.”
BEYNİ GENÇ TUTMAK İÇİN
Beyin sağlığını tehdit eden faktörlerin başında ileri yaşın yanısıra alkol, sigara, obezite ve diyabet geliyor. Prof. Dr. Tan, beyin sağlığı için ayrıca şunları öneriyor: Egzersiz, bol oksijene ihtiyaç duyan beyin hücrelerinin gıdası gibi. Yürüyüş, koşu gibi dış alanlarda yapacağınız aktiviteler beyin sağlığınızı korumaya katkıda bulunuyor. Düzenli uyku, sigara ve aşırı alkol tüketiminden uzak durmak, her gün 1.5-2 litre arasında su içmek, bol bulmaca çözmek, Akdeniz diyeti uygulamak, yağlı besinlerden uzak durmak da faydalı.
EN ÇOK BAŞIMIZ AĞRIYOR
Türkiye’de en sık görülen nörolojik hastalıklara gelince, başağrısı, beyin-damar hastalıkları başağrısı, inme, epilepsi, Parkinson, Alzheimer, multiple skleroz (MS) ve kas hastalıklarını sayabiliyoruz. Konuşma bozuklukları, bayılma, kol ve bacakta ani gelişen güç kaybı, unutkanlık, başağrıları beyin hastalıklarını işaret edebiliyor.
Üstelik tam da yararlanma zamanı. Erenköy Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Hastanesi uzmanlarından Dr. Fırat Satak, deniz, kum ve güneşten en etkili yararlanmanın yollarını anlattı.
* DENİZ TERAPİSİ: Denizin tıbbi kullanımının bilimsel adı ‘talassoterapi’. Deniz suyu başta sodyum klorür (tuz) olmak üzere bir çok mineralden zengin. Isıtılarak kaplıca tedavisinde olduğu gibi kür halinde kullanılabiliyor. Yüzme ise egzersiz amaçlı yapıldığında omurga için çok faydalı. Gelişme çağındaki çocukların uygun bir fizik yapıya sahip olması için en sık önerdiğimiz egzersiz yüzme. Ayrıca sıcak kum ve deniz çamurları da tedavide kullanılıyor. Alglerden zengin deniz çamurları kozmatik amaçlı kullanım alanı bulabildiği gibi ısıtılarak kas eklem hastalıklarının tedavisinde de kullanmak mümkün.
* D VİTAMİNİ BİR HORMON: Ülkemiz güneş açısından çok şanslı. Kuzeydeki ülkeler yıl boyunca daha sınırlı gün ışığı alırken, ekvatora yaklaştıkça yeryüzüne düşen güneş ışınlarının şiddeti artıyor ve uzun süre maruziyette istenmeyen etkiler ortaya çıkıyor. Güneş kaynaklı ultraviyole cilde hızlı yaşlanmadan, kanser hastalıklarına kadar geniş bir yelpazede zararlı olabiliyor. Güneş enerjisiyle bize hayat verirken, D vitamini sentezini uyarıyor. D vitamini cildimizde kolesterolden sentezleniyor ve sindirimle aldığımız kalsiyumun ve diğer minerallerin barsaklardan emilerek kana karışmasını sağlıyor. Her yaşta kemik sağlığı için çok önemli bir hormon.
* DİREKT IŞINLARA DİKKAT: Deniz ve güneşten faydalanırken dikkat edilmesi gereken en önemli nokta güneş ışınlarının yeryüzüne dik geldiği ve ultraviyolenin en yoğun olduğu saatlerde (10.00-16.00) güneşten uzak durmak. Güneşe çıkmak zorunda kalınırsa şapka, UV filtreli güneş kremleri veya sık dokulu kumaştan imal edilmiş kıyafetler tercih edilmeli. Ayrıca unutulmamalıdır ki direkt güneş ışığı olmasa bile beton zeminden veya su yüzeyinden ultraviyole yansıyarak cildi etkileyebilir. Günlük D vitamini ihtiyacını karşılamak için güneş tepeye çıkmadan, günde 15 dakika, koruyucu sürmeden güneşlenmek yeterli.
Ancak sığ sular, balıklama atlayanlar için tuzaktan farksız. Kıyıdan ya da yukarıdan baktığınızda derin gördüğünüz, gerçekte sığ olan sulara baş aşağı düşmek boyun kırıkları, dolayısıyla omurilik felçleri hatta ölümlere yol açabiliyor.
Boyun kırıkları omurilikte zedelenme, ezilme, kesilme şeklinde olabileceği gibi, omuriliğin beyine yakın üst kısımlarında ani şişme de gelişebiliyor. Solunum merkezi omuriliğin ani şişmesinden etkilenirse kişi boğulabiliyor. Bazen de boğulmaktan kurtulsa dahi bu defa da felç olma riskiyle karşı karşıya kalınıyor. Central Hospital fizik tedavi ve rehabilitasyon uzmanı Dr. A. Şahap Demirboğan’ın verdiği bilgiye göre, derinliği fazla olmayan sulara balıklama atlama sırasında, alnını yere çarpan kişilerde boyun omurgasının aniden geriye doğru zorlanmasından kaynaklı hasarlar görülebiliyor. Bu zorlanma omurga, boyun bölgesindeki omurları birbirine bağlayan bağlar ve omurilikte aşırı derecede zedelenmelere neden olabiliyor. Omurilikteki hasar sonucu da birçok sinir hücresi kaybediliyor. İşlevini kaybeden sinir hücreleri hiçbir şekilde geriye getirilemiyor. Bu yüzden de vücudun aşağı bölgesinde felç oluşuyor. Omuriliğin tamamı ileri derecede zarar gördüğünden kollar ve bacaklarda da duyu kaybı gelişiyor.
Eğer omurilik hasarı kısmen olmuşsa kollar ve bacaklarda ciddi kuvvet kaybı görülebiliyor. Bunun sonucunda hasta yürüyemeyebiliyor. Omurilikteki sinir hücrelerini onarmak neredeyse imkânsız olduğundan felç riski çoğunlukla kalıcı oluyor.
İç organlar da etkileniyor
Dr. Demirboğan, “Sığ suya atlamayla oluşan felç, sadece duyu ve hareket kaybına neden olmuyor. Aynı zamanda iç organlarda da bozulmalara yol açabiliyor” diyor. Kaza sonrasında kişide bağırsak boşaltımı gerçekleşmeyebiliyor, akciğer-idrar yolu enfeksiyonları ve böbrek işlevinde bozulmalar görülebiliyor. Ayrıca cildin direnci ve duyusunda azalma olacağından bası yaraları açılabiliyor. Tüm bu rahatsızlıklar rehabilitasyon sürecinde gecikmelere yol açıyor. Hastanın sağlık durumunun daha ağırlaşmasına sebep oluyor.
Ancak bronz cildin cazibesine kapılıp, korunmayı ihmal edenlere birkaç hatırlatma yapmakta yarar var. Unutmayın güneş DNA’nın onarım mekanizmasını bozuyor. Hücrelerin kendilerini yenilenemesini sabote ediyor.
Dermatoloji uzmanı Dr. Nilhan Atsü’nün verdiği bilgiye göre, güneşin DNA üzerindeki olumsuz etkisi ayrıca ciltte lekelenmeye zemin hazırlıyor. Cildi kurutuyor, nem kaybını artırıyor. Üstelik güneşin zararlı etkileri günün her saatinde sürüyor. Ancak asıl kuvvetli olduğu saatler, yeryüzüne dik ışınlar gönderdiği 10.30-16.00 arası. Güneşin zararlı etkisi o anda meydana getirdiği yanıklardan ibaret değil. Güneşlenmenin zararları yıllar içinde birikiyor. Zaten deri yaşlanması, lekelenmesi de çocukluk çağından itibaren yaşam boyu alınan güneş ışığının geç dönem etkileri.
ÇOCUKLUKTA DEPOLANAN GÜNEŞ KANSEROJEN
Çocuklara azami oranda dikkat etmekte yarar var. Özellikle erken çocukluk çağlarındaki ağır güneş yanıkları, su toplamaları ve tekrarlayıcı yanıkların ileri dönem cilt kanserleri riskini arttırdığı kanıtlandı. Dr. Atsü, ”Çocukluk çağında, özellikle ağır güneşlenmeden korunmak gerekir” diyor.
Sahiller güneş ışınlarının en direkt geldiği bölgeler. Dolaysıyla yaz tatilinde güneşe çıkmadan yarım saat önce güneş koruyucular uygulanmalı ve cildin emmesi beklenmeli. Dr. Atsü, 3 saatte bir de tekrarlanması gerektiğini hatırlatıyor.
ÖNCE SOLARYUM, SONRA GÜNEŞ DİYENLERDENSENİZ DİKKAT!
Pekçok kişi, plajda bembayaz dolaşmamak için tatilden önce solaryuma uğruyor. Hala solaryumun, güneşten daha az zararlı olduğunu düşünenler var. Ancak son yıllardaki veriler solaryumun da kanserojen etkisini ortaya koyuyor. Dr. Atsü, “Solaryum da sürekli kontrolsüz kullanıldığında, yıl boyu yapıldığında güneşle aynı etkileri göstererek deri yaşlanması ve deri kanserini arttırıcı etki yapıyor. Öncesinde bir dermalatoji uzmanına görenmekte yarar var” diyor.
----başlık---
Göbeğe Türk standardı
---spot---
Türk erişkin nüfusunun göbek yani bel çevresi kriteri yeniden belirlendi. Türkiye Endokrinoloji Metabolizma Derneği’nin yeni yayınlanan Obezite Kılavuzu’nda yer alacak olan yeni değerlere göre, bel çevresi kalınlığı kadınlarda 80, erkeklerdeyse 90 santimetreyi geçince risk artmaya başlıyor. Alarm zilleriyse kadınlarda 90, erkeklerde 100 santimetrede çalmaya başlıyor.
Mesude Erşan
---yazı--