Mesude Erşan

4 ameliyat, 2 böbrek için

16 Eylül 2014
Bulgaristan’da 10 yıldır kadavradan böbrek bekleyen Mariyan Georgiev(31) ile 20 yıldır bekleyen Malatyalı Mete Aslan’ın (48) kaderleri İstanbul’da kesişti. <br><br> Fotoğraflar: Selçuk Şamiloğlu

Gönüllü vericileri bulunan ancak uyumlu olmadığı için nakil yapılamayan Georgiev ile Aslan’ın yakınları çaprazlandı. Birbirini ilk kez hastanede tanıyan anne Tatyana Aslan’a, Aslan’ın ağabeyi Niyazi de Georgiev’e böbreğini verince iki hasta sağlığına kavuştu.

Asker olan Mariyan Georgiev’in böbrekleriyle ilgili ilk şikayetleri 10 yıl önce başladı. Bir süre ilaçlar, yakın takiple idare eden böbrekleri 3 yıl önce iflas edince diyalize başladı. Yaşamını günde 3 saat, 4’er saat diyalize girerek sürdürmeye başladı. 7 yıldır severek yaptığı mesleğini bırakmak zorunda bıraktı. Tanı konar konmaz ülkesindeki kadavradan nakil listesine alınmıştı ama beklediği haber bir türlü gelmiyordu.

Mete Aslan aslında ilk böbrek naklini 1995’de Hindistan’da oldu. Hatırlamak istemeyeceği kadar kötü koşullarda takılan böbrek sadece 5 ay dayandı. Yeniden diyaliz ve organ bekleme günleri başladı. Çalışamıyor, istediğini yiyip içemiyordu. 11 kardeştiler, ağabeyi Niyazi Aslan (64) böbreğini vermek istiyordu. Ancak kan grupları uymadı.

BULGARİSTAN’DA NAKİL İÇİN KAMPANYA YAPILDI

Yazının Devamını Oku

Soğuklar geliyor sağlıklı beslenin

15 Eylül 2014
Güçlü bağışıklık sistemine en fazla ihtiyaç duyduğumuz zamanlar. Bağışıklığı kuvvetlendirmenin en etkili yollarından biri ise doğru beslenme.

Giderek serinleyen havalar, kısalan günler ve biten tatiller, enfeksiyonlar ve depresyon başta olmak üzere hastalıkları çağırıyor. Sonbaharla artan mutsuzluk eğilimi daha kalorili ve haliyle şişmanlatıcı gıdalara yönlendiriyor. Tam da bu nedenlerden ötürü beslenmeye daha da dikkat etmek gerekiyor. Emsey Hospital’dan Beslenme ve Diyet Uzmanı Osetya Batıbay yeterli ve dengeli beslenmek için gün içerisinde her besin grubundan yeterli miktarda tüketilmesini öneriyor. Yani et, süt, tahıl ve meyve-sebze gruplarının hepsinden.
Mevsim geçişi ve havaların soğumasıyla hastalıklara yakalanma riski artıyor. Bu nedenle bağışıklık sistemini güçlendirici, antioksidan içeriği yüksek olan gıdalar önemli. Çünkü antioksidanlar, hücrelerdeki oksitlenmeyi önleyen maddeler olarak nitelendiriliyor. Batıbay, “Bunu vücuttaki bazı enzimleri arttırıp, savunma mekanizmasını daha da güçlendirerek gerçekleştiriyor” diyor. Bu sayede vücut direnci artıyor, böylece enfeksiyonlara yakalanma riski azalıyor ve eğer hastalık oluşmuşsa daha kısa sürede atlatılmasını sağlıyor. Karaciğer, yeşil yapraklı sebzeler, havuç, kayısı, yumurta, kuşburnu, koyu yeşil sebzeler, karnabahar, patates, turunçgiller, soya yağı, bitkisel yağlar, yağlı tohumlar, deniz ürünleri, kırmızı ve beyaz et, tahıllar, ceviz, mantar, süt ve süt ürünlerini ihmal etmeyin. Probiyotik besinler de bağışıklık sistemini destekliyor. Probiyotik yoğurt veya kefir probiyotik ihtiyacınızı karşılayabilir.
Sonbaharda artan depresyon eğilimini ve stresi kontrol altına almak için özellikle B grubu vitaminlerinden zengin besinleri yiyin. Tam tahıllı ekmekler, kuru baklagiller, yeşil yapraklı sebzeler, et ve süt ürünleri gibi... Bu dönemde bol sebze ve meyve tüketmek, bol su içmek, kan şekeri kontrolünü sağlamak ve bolca balık tüketmek depresyon eğitilimine karşı fayda sağlayabiliyor.

Bunları ihmal etmeyin

Günde dört saatten fazla aç kalmayacak şekilde 4-6 öğün beslenin.
Tatillerde beslenmenizde kontrolü elden bırakmamaya çalışın.
Kalorili atıştırmalıklar yerine sağlıklı ve az kalorili olanları tercih edin.

Yazının Devamını Oku

HIV(+) hasta ilacını bulunamıyor

8 Eylül 2014
AIDS’ye yol açan HIV virüsüne yönelik kullanılan “raltegravir” etken maddeli ilaç piyasada bulunmuyor. Marmara Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları Kliniği Koordinatörü Prof. Dr. Volkan Korten, HIV(+) virüsüne karşı etkili ilacın eksikliğinin tedavilerin aklaması, hastalığın kontrolden çıkması ve tedaviye direnç gelişmesine yol açabileceği uyarısında bulundu.

MSD ilaç firmasının ürettiği “raltegravir” etken maddeli ilacı genellikle dirençli HIV (+)’lilerde kullandıklarını belirten Prof. Dr. Korten, “Bu hastalar tedavilerini bırakmamalı, düzenli kullanmalı. Tedavideki aksamalar hastalığın kontrolünü zayıflatır. Raltegravir’i başka bir ilaçla değiştiremiyoruz. Çünkü alternatefi yok. Piyasada bulunmaması sadece tedavinin aksamasına değil, hastalığın kontrolden çıkmasına da yol açabilir. Virüse karşı direnç gelişebilir” dedi.

İlaçlardaki geri ödeme sorunu gibi nedenlerle Türkiye’deki HIV (+)’lilerin tedavi seçenekleri pekçok ülkeye göre çok daha az olduğunu söyleyen Prof. Dr. Korten, “2-3 haftadır hastalar ilacı bulamayıp, ne yapabilecekleri konusunda bize danışıyor. Sözkonusu ilacın olmaması hastanın sonuçlarını kötü etkiliyor. Çünkü HIV virüsünün çoğalmasını önleyen ilaçlardan. İlacı alamayan hastada direnç gelişip başkasına bulaştırırsa o da tedaviye daha dirençli olur. HIV(+)’lilerin tedavileri aksamamalı” dedi.

SADECE BİZİM DEĞİL, TOPLUMSAL BİR SORUN

3.5 yıl önce HIV (+) tanısı konan 33 yaşındaki hasta 13 aydır, günde iki kez raltegravir içiyor. Temmuz sonundan beri ilaca ulaşmakta sıkıntı yaşandığını belirten hasta, “İlaç yazdırmaya gittiğimizde sorunu farkettik. Önce eczaneler, sonra depolarda tükendi. Ciddi düzeyde endişeliyiz. İlacı biten arkadaşlarımız var. Diğer hastalara ilaç bulmak için İMECE yapıyoruz. Elimizdeki ilaçlardan kim kaç tane verebiliyorsa ilacı bitenlere ulaştırıyoruz. Ama bu böyle sürmez. Aslında bu sadece bizim değil aynı zamanda toplumsal bir sorun. İlaca ulaşmamız hastalığın yayılmasını da engeller. İlaç özellikle HIV dışında başka bazı kronik sorunları bulunan hastalar için kritik öneme sahip” diyor.

VİRÜS YOKSA, BULAŞ DA YOK

HIV/AIDS ile yaşayan hasta ve yakınlarının kurduğu Pozitif Yaşam Derneği’nden adını vermek istemeyen bir yönetici WHO ve UNAIDS’e (Birleşmiş Milletler AIDS Ortak Programı) göre HIV yayılımını durdurmanın en önemli yollarından birisinin tedaviye erişim olduğunu hatırlattı. Tıp biliminin 1996’da geliştirilen ve kullanıma sokulan ilaçlarla HIV’i kronik bir virüs taşıyıcılığı durumuna indirerek çok önemli bir adım attığını belirten yetkili, “Bu tehlikeli virüsün kronik bir taşıyıcılık durumuna dönüşmesi milyonlarca insanın hayatını kurtardı ve düzenli tedavi bulaştırıcılığı azalttığı için virüsün yayılımı büyük ölçüde engellenmiş oldu. Düzenli tedavi alan HIV (+)’liler yaşam kaliteleri ve sürelerinden hiçbir şey kaybetmeden hayatlarına devam edebiliyor. Taşıdıkları virüs miktarı minimum düzeye indiği için bulaştırma olasılıkları da ciddi oranda azalıyor. Bu yüzden ilaca erişim ve süreklilik HIV tedavisinin ve yayılımın önlenmesinin en önemli adımı” dedi.

MSD: EN KISA ZAMANDA VERİYORUZ

İlgili ilaç firması MSD’den bir yetkili sorunun ruhsat dosyasındaki güncellemeden kaynaklandığını söyledi. Sorunun halledilmesi için Sağlık Bakanlığı ile görüşmelerin sürdüğünü, en kısa zamanda da çözüleceğini belirten yetkili, “İlaç elimizde var. Sorun giderilir giderilmez piyasada olacaktır” dedi.

Yazının Devamını Oku

Mevsimler değişiyor, hastalıklara dikkat!

8 Eylül 2014
Dört mevsimi yaşamanın bir şans olduğunu düşünenlerdenim. Herbirinin keyfi ayrı. Ve tabii ki derdi de. Vücut bir şekilde yeni mevsime uyum sağlıyor. Ama geçişlerdeki ani sıcaklık değişiklikleri bağışıklığımız için zor bir sınav olabiliyor.

Genellikle bağışıklık sisteminde sorunu olmayanlar geçişleri daha rahat atlatıyor. Fakat astım, kalp ve damar, diyabet, astım gibi kronik hastalığı bulunanlar, çocuklar, yaşlılar ve hamileler bu süreci zor geçirebiliyor.
İnsan vücudunu ve sağlığını etkileyen en önemli nedenlerden biri de sıcak-soğuk değişimleri. Ani değişen hava şartları ve kısa süreli sıcaklık farklılıkları vücudun bu duruma alışmasını zorlaştırıyor. Bu durum ise vücudu strese sokuyor. Dolasıyla savunma sistemini zayıflatabiliyor. Özellikle mevsim geçişlerinde mevcut bazı hastalıklar kontrolden çıkabiliyor.
Sonbahar-kış aylarında vücudun direncinin düşmesinin sonuçlarından biri gribal hastalıklara daha sık rastlamak. Grip virüsleri birçok insanı etkilemesinin yanı sıra özellikle kronik hastalığı olan kişiler için daha fazla risk oluşturuyor. Ayrıca kalp hastalığı, hipertansiyon ve şeker gibi kronik hastalık grubunda çok daha hızlı ilerleyerek zatürreeye dönüşebilir.

Bunlarla güçlenin

Central Hospital dahiliye uzmanı Dr. Salim Bereket sadece mevsim değişikliklerinde değil her daim bağışıklığı güçlü tutmanın beklenen ve sürpriz sorunların üstesinden gelmeyi büyük oranda kolaylaştıracağını söylüyor. Bunun için de dört kritik öneride bulunuyor: Sağlıklı beslenin, uykudan fedakarlık etmeyin ve düzenli uyuyun, stresten kaçın. Ve artık reçetelere girdiği gibi düzenli egzersiz yapın.


Hissedilen sıcaklık kişiden kişiye değişebiliyor

İnsan vücudunun normal sıcaklık seviyesi 37.5 derece. Beynimizin ortasındaki merkezde, vücut sıcaklığını ayarlayan ısı düzenleyiciler bulunuyor. Bu merkez, dışarıdaki ısıyı kontrol altına alarak, vücudun sıcaklığını artırıyor veya azaltıyor. Ancak ani hava değişimlerinde bu merkez zorlanabilir. Dışarıdaki sıcaklığı hissetmek ve algılamak her insanda farklılık gösteriyor. Fizyolojik nedenlere psikolojik etkenler eklendiğinde, hissedilen sıcaklık kişiden kişiye göre değişebiliyor. Ani değişen sıcaklık ve nem oranı yüzünden kişilerde uykusuzluk, halsizlik, yorgunluk ve depresyon görülebiliyor. Ayrıca psikolojik ve hormonal dengeler de bozulabiliyor.

Yazının Devamını Oku

Dondurma hasta etmez

6 Eylül 2014
Pek çok aile ateşini yükselttiği, boğaz enfeksiyonu ve ağrısına yol açtığı gerekçesiyle çocuğuna dondurma yedirmiyor, yemiyor. Halbuki işin aslı, enfeksiyona dondurma değil, mikroorganizmalar yol açıyor.

Yaz sıcağında bile cereyanda kalmaktan kaçınıyoruz. Esinti yerine buram buram terlemeyi tercih ediyoruz. Hava 30 dereceyken çocuklarımızı sıkı sıkı giydiriyor, hatta battaniyeyle örtüyoruz. Klimayı uygun derecede çalıştırmaktansa boncuk boncuk ter atıyoruz. Bu ve daha pek çok ‘kültürel’ özelliğimizin temeli hasta olma korkumuza dayanıyor.
Halbuki çok net biliniyor ki hastalık yapan esinti, cereyan vs. değil virüs, bakteri, mantar gibi mikroorganizmalar. Bunları farklı yollardan alabiliyoruz. Mikro organizmalar vücudumuza girse bile hepimiz hasta olmuyoruz. Bağışıklık sistemimizin durumuna göre ya hastalanıyoruz ya çok hafif geçiriyoruz ya da hiç hissetmeden yenip geçiyoruz.

Bademciğin gerçek düşmanı
Yaygın efsanelerden biri de dondurmanın hasta ettiği. Bilhassa boğaz-bademcik enfeksiyonuna ve ağrılara yol açtığı inancı yaygın. Liv Hospital kulak-burun-boğaz hastalıkları uzmanı Prof. Dr. Sarp Saraç, bir kez daha enfeksiyon yapanların mikroplar olduğunu hatırlatıyor ve “Sıcak veya soğuk bir şeyin hasta etmesi sözkonusu değil” diyor. Sıcak veya soğuk içtiğinizde boğazınızda hissettiğiniz ağrının nedenine gelince... Eğer boğazınız, ağızdan nefes alıp verme veya reflü nedeniyle tahriş olmuşsa yani zarar görmüşse ağrı hissediyorsunuz. Prof. Dr. Saraç “Hasta şişlik tarif etse de baktığımızda görmüyoruz. Hastaların kendileri öyle hissediyor. Bademcik iltihabı ya da boğaz enfeksiyonuyla dondurmayı ilişkilendirmek doğru değil” diyor.

Boğazı virüs bozar

Yazının Devamını Oku

Geleceğin ilaçlarını genetiğimiz belirleyecek

3 Eylül 2014
İlaçlardan en yüksek oranda ve en az zararla yararlanmanın anahtarı genetiğimizde gizli. Biliyoruz ki ilaçlardan yararlanmamız kadar, vücutta kalış süresi ve atılması da genetiğimizle doğrudan ilişkili.

İlaçlar vücuda alındıktan sonra bir yolculuğa çıkıyor. Sırasıyla emiliyor, dağılıyor, parçalanıyor ve nihayet vücuttan atılıyor. Bu yolculakta ilaç molekülünden yararlanım, vücuttan atılım hızı ve süresi kişinin genetik yapısına bağlı olarak değişiyor. Aynı ilacın, aynı dozda etkisi bile kişiden kişiye farklılık gösteriyor. Hatta vücuttan atılım hızları ve dolayısıyla vücutta kalış süreleri de...
İşte tam da bu nedenle son yıllarda farmatogenetik bilim dalı gelişti. Farmakogenetik için basitçe, ilaç hareketi ve kişinin ilaçlara karşı verdiği cevabın genetik yapıya göre bireyler arasında değişmesiyle uğraşan bilim dalı denebilir.

KONTROL GENETİKTE

Konuyla ilgili görüştüğümüz Prof. Dr. Dilek Demir Erol, vücutta ilaçlarla ilgili önemli olayların kontrolünın genetik yapıyla ilgili olduğunu vurguluyor. “Yine ilaçların vücuttan atılımında rol oynayan enzimlerin hücrelerdeki sentezleri, kişilerin genetik yapılarıyla doğrudan ilişkili” diyor.
YARARLANIM YÜZDE 100’E YAKLAŞACAK

Peki farmakogenetikteki gelişmeler, halen kullanılan klasik üretilmiş, kimyasal ilaçların yakın gelecekte ortadan kalkmasına yol açar mı? Prof. Dr. Erol, “Konvansiyonel ilaçların kullanımdan kaldırılması söz konusu olamaz. Ancak uygulamaları farklılaştırılabilir ve kişinin genetik yapısına uygun dozda kullanılması sağlanabilir” diyor.
Akla gelen bir başka soru da farmakogenetiğin tedavi şansını yüzde 100’lere çıkarıp çıkaramayacağı. Prof. Dr. Erol, kişinin ihtiyacı kadar ilaç verileceği için alınan cevabın da o oranda başarılı olacağını söylüyor. Günümüzde yapılan uygulamayı basitçe ifade edecek olursak, elimizdeki ilaçlar “konfeksiyon” olarak hazırlanıyor. Herkes aynı dozda almak zorunda. Prof. Dr. Erol şöyle devam ediyor:

Yazının Devamını Oku

Önce tatil, sonra doğum

1 Eylül 2014
Tatil, anne adayları için doğumla başlayacak uykusuz, yorgun gün ve gecelere dinlenmiş girmek için iyi bir fırsat.

Ancak tatilinizi planlarken hamilelik aylarınızı gözönüne alın. En ideal zaman hamileliğin 18-24’üncü haftaları.


Uzmanlar ilk aylardan itibaren seyahate izin verse de en güvenli dönemin 18-24’üncü haftalar olduğunu belirtiyor. Hamileliğin ilk üç ayı daima dikkatli olunması gereken zaman dilimi. Memorial Hizmet Hastanesi Kadın Doğum ve Hastalıkları Bölümü’nden Op. Dr. Hüseyin Mutlu’nun verdiği bilgiye göre, ilk üç ayda görülen kanama ve son ayda doğumun başlama olasılığına karşın daha dikkatli olmakta fayda var.
Risk varsa uzun seyahatlerden kaçının
Uzun yolculuklarda uçağı tercih edebilirsiniz. Ama belli kurallara dikkat edilerek otomobil yolculukları da yapılması yasak değil. Yurtdışı seyahatlerine çıkarken gerekli tüm tedbirleri almanız ve acil durumlarda kullanılabilecek ilaçlar konusunda doktorunuza danışmanız gerekiyor. Hamilelikte erken doğum tehdidi, kanama gibi sorunlar yaşamış ve hâlâ risk taşıyanlaraysa uzun seyahatler yapmaları önerilmiyor.

Sıcaklardan kaçının


Yazının Devamını Oku

Araba kullanıyorsanız sık sık mola verin

25 Ağustos 2014
Seyahate kendi kullandığınız araçla çıkmayı tercih ediyorsanız bazı önlemler almanızda yarar var. Bu daha konforlu, sağlıklı ve güvenli bir yolculuğu da beraberinde getirecektir.

İlk kural, direksiyon başına yorgun ve uykusuz oturmayın. Zira uykusuz araç kullanımı dikkat dağınıklığına, dolasıyla kazaya zemin hazırlıyor. Uzun süre durmadan araç kullanmak da dikkat eksikliğine yol açabiliyor. Bu nedenle, sık sık mola verin. Hatta molalarda kısa yürüyüşler ve basit gerilme egzersizleri yapın. Böylece gerilmiş kaslardaki stresi azaltabilirsiniz. Basit egzersizler, bel-boyun fıtığı atakları, yumuşak doku travmalarıyla karşılaşma riskini de azaltır.
Acıbadem Mobil Sağlık uzmanlarının diğer uzun yol önerileri şöyle:
-Önce araç kontrolü: Sıcak havalarda araçlarda su seviyesi düştüğü ve lastikler daha fazla zarar gördüğü için, uzun bir yolculuğa çıkmadan aracı detaylı olarak kontrol etmek büyük önem taşıyor.
-Koltuk ayarını doğru yapın: Koltuk ayarlarını yola çıkmadan önce mutlaka yapın. Koltuğun sırt kısmının dik, sürücünün kalçasının ise koltuğun sırt ve oturak kısmının ortasına sıkışmış olması lazım. Bacakların içi koltuğun zeminiyle temas halinde durmalı. Eğer araç içi aksamlarla bu ayarlamalar yapılamıyorsa, araç koltuğu ile uyumlu bel desteği alarak vücut ergonominizi destekleyebilirsiniz.
-Direksiyonu doğru tutun: Araç kullanırken oturuşunuzun yanı sıra direksiyonu nasıl tuttuğunuza dikkat edin. Düzgün bir tutuş için kollarınızı hafif açılı bir biçimde uzattığınızda, bilekleriniz direksiyonun üzerine konulabilecek uzaklıkta olmalı. Bu sayede dönüşleri dirseklerinizi hafifçe bükerek kolayca yapabilirsiniz. Ayrıca direksiyonu tamamen çevirdiğinizde kollarınız çapraz pozisyondayken bile omuzlarınızın koltuktan kalkmaması gerekiyor. Uzatılan ve gerilen kollar çabuk yorulacağından sürücü direksiyondaki titreşimleri hissedemez ve bu da sürüş güvenliğini riske sokabilir. Gerilmeyi engellemek için bacaklarınız dizlerinizden bükülmüş konumda olması lazım. Ancak dizlerinizin konsolun ya da direksiyonun altına temas etmemesi önem taşıyor. Böylece olası bir kaza anında yaralanmayı en aza indirmeniz mümkün.
-Bol sıvı alın: Sıcak hava stres ve konsantrasyon güçlüğüne yol açabiliyor. Önlemek için bol bol su tüketin, hafif ve yağsız yiyecekleri tercih edin, yolda açık renkli, terletmeyen, rahat pamuklu kıyafetler giyin.
-Serinde kalın: Araç içini klimayla soğuttuktan sonra yola çıkın.

Yazının Devamını Oku