Farklı illerde ihaleler yapılacak, en çok para ödemeyi taahhüt eden av turizmi acenteleri elde ettikleri kotaları avcılara satacak ve Türkiye’nin önemli canlı türleri av turizmine kurban edilecek.
Avlanma izni verilen hayvanlar arasında, taraf olduğumuz uluslararası sözleşmelere göre korumakla yükümlü olduğumuz bozayı, çengel boynuzlu dağ keçisi gibi türler de var.
Bozayı aynı zamanda ‘Nesli Tehlike Altında Olan Yabani Hayvan ve Bitki Türlerinin Uluslararası Ticaretine İlişkin Sözleşme’ kapsamında yer alıyor.
Doğal yaşam ortamları hızla daralan yabani hayvanlar ister istemez insanlarla karşı karşıya gelince sayıları artmış gibi bir algı yaratılıyor ve bu tür kararların alınmasında gerekçe olarak bu kullanılıyor.
Böylesine kritik kararların elde güvenilir bilimsel veriler olmadan, gözlemlere dayanarak verilmemesi gerekir.
Kafaya göre ekosistem düzenlenemez.
Kurtlar mesela bu keçilerle vs besleniyor.
VAKTİYLE tarımda kendi kendine yeten az sayıda ülkeden biri sayılan Türkiye nasıl oldu da bu özelliğini yitirdi ve susamdan buğdaya her şeyi ithal eden bir hale düştü?
Her şeyin AKP ile başladığını söylemek haksızlık olur ama AKP’nin ithalatçı ülkelerin ve çokuluslu şirketlerin değirmenine su taşıdığını inkâr etmek de yalancılık olur.
*
Her şey 1980’lerde üretim fazlaları için yeni pazarlara ihtiyaç duyan ülkelerin ve çokuluslu tarım ve gıda tekellerinin Türkiye’ye dayattığı uyum programlarıyla başladı.
1977-1988 arasında tarımın ticaret hadleri yüzde 45 oranında düştü. Destekleme alımlarının tarım katma değerine oranı düştü. Tüccarların gücü arttı. Ticaret sermayesinin sömürüsü arttı. Aynen şimdi patateste de olduğu gibi, çiftçiye ödenenle bizim markette ödediğimiz fiyat arasındaki makas açıldı. İhraç fiyatlarıyla çiftçinin eline geçen arasındaki makas da açıldı.
Demokrasi, özgürlük, hak, hukuk başlıklarıyla HDP’nin kalabalıkları coşturması, insanlara yeniden hayal kurdurtabilmesi önemli.
CHP’nin soğuk bir kalkınma yaklaşımından ziyade yoksulları, emekliyi, işçiyi kucaklaması kayda değer.
MHP’nin kadına şiddete odaklanması takdire şayan.
Peki ya çevre?
*
Tarihi dokunun her geçen gün biraz kaybolduğu, gökdelenlerin gölgesinde güneşe ve renge hasret kaldığımız şehirlerde.
Sadece bize de has değil bu durum; dünyanın pek çok yerinde şehirlerde yaşamını sürdüren insanların hayatında en fazla yer kaplayan renk gri.
AkzoNobel Marshall tam da bu yüzden dünya çapında ‘Renk Hareketi’ni (Let’s Colour) yaygınlaştırıyor.
Bu proje insanlara, yaşadıkları alanları bir damla boya ile yenilemek ve hayatı renklendirmek için ilham veriyor.
Gri ve kasvetli alanları renkli hale getiren Renk Hareketi tüm dünya insanlarına “Birlikte, istediğimiz her şeyi değiştirebiliriz. Hepimize ilham vermesi gereken gücü gösterecek basit bir boya damlasını hep birlikte ekleyebiliriz. Bu sizin yatak odanızın duvarı veya okulunuz olabilir, fark etmez. Herkes bunun bir parçası olabilir” diye sesleniyor.
AkzoNobel’in dünya çapında sürdürdüğü ‘İnsan Şehirler’ adlı girişim dünyada kentsel toplulukları geliştirmenin, canlandırmanın ve bu topluluklara hayat vermenin altı yolu olduğunu öne sürüyor: Şehirler daha renkli olmalı. Kentsel miras sahiplenilmeli. Şehirlerin canlanabilmesi için insanlar birbirleriyle bağ kurabilmeli. Eğitim bir kentin can damarı olmalı. İnsanların dinlenebileceği ve spor yapabileceği alanlar olmalı. Kentsel tasarım iklim değişikliğini dikkate almalı.
Türkiye’de Marshall tarafından 2010’da Kadıköy Ayrılık Çeşmesi Sokağı’nda başlatılan Renk Hareketi, Yıldız Sarayı, Manisa’nın Kula ilçesi, Kadıköy Yeldeğirmeni Mahallesi ve Kastamonu’ya ulaştı.
KÜÇÜK partilere ve bağımsız adaylara uygulanan ciddi bir baskı var bu ülkede. “Oyları bölüyorsunuz” propagandası her daim işliyor.
Seçmen 50 yıldır “Oyunuz boşa gitmesin... Bu, köprüden önceki son çıkış” laflarını dinliyor. Bunun etkisiyle epey kimse istemediği, onu temsil ettiğini düşünmediği partilere oy verip duruyor.
Ezici bir çoğunluk hep partilere oy veriyor ama “Say” desek, İstanbul milletvekillerinden mesela kaçının ismini sayabilir seçmen?
Oysa sadece partileri değil, Meclis’te bizi gerçekten temsil edecek kişileri de seçiyor olmalıyız. Vekilimize “Oyumuz sana, karşılığında sen de beni duy, gör, temsil et ve hesap ver” diyebilmeliyiz.
Hele de bu siyasi iklimde bağımsız adayın demokrasi ruhuna çok daha uygun olduğunu bilirken.
*
İHTİYACIN çok üstünde tüketim ve parçası olduğumuz düzenin bunun üzerine kurulu olması benim ne ahlaken ne de vicdanen savunabildiğim veya kaldırabildiğim bir şey değil.
Bu yüzden, bu düzene hizmet eden reklamlara da sempatiyle bakamıyorum.
Kanal değiştiriyorum, ‘Reklamı Kapat’a tıklıyorum, sayfayı çeviriyorum. Ama kantarın topuzu kaçınca da bir çift laf etmek şart oluyor.
Aynen hafta başında ünlü bir çay markasının ‘Kadınlar Ne İster’ temalı reklam filmi internet üzerinden yayınlandığında olduğu gibi.
Kadınları ayakkabı, çanta ve 34 beden peşinde koşan, yaşını gizleyen, arsızca gördüğü her şeyi isteyen sığ yaratıklar olarak yansıtan reklama markanın nasıl onay verdiği, nasıl bir akıl tutulması yaşandığı meselesi bir yana...
Beni en çok reklamın beyni olan ajans hayrete düşürdü. Metin yazarları arasında kadınların yer almadığını düşünmek istedim. Umarım öyledir.
Ucuz, kolay ve cinsiyetçi ‘mizah’ yoluyla kadınlara hakaret eden reklama tepkiler tavan yapınca marka, hassasiyeti anladığını söyleyip reklamı geri çekti. Bu olay sanırım herkese bir ders oldu. Umarım yani.
2015 genel seçimlerinde yurtdışında yaşayan seçmenler adaylara değil, siyasi partilere oy verecek.
Yurtdışı oyları Türkiye’nin genel oylarına eklenerek oransal olarak partilerin oylarına şehir şehir dağıtılacak.
2014’teki Cumhurbaşkanı seçimi öncesinde yurtdışında yaşayan gönüllüler bir araya gelip Gurbetin Oyları adlı sivil bir girişime imza atmışlardı.
Bu girişim, şeffaf seçimlerin gerçekleşebilmesi için farklı ülkelerde bir araya gelmiş bireyler ve platformlardan oluşuyor.
Amaçları, yurtdışındaki seçimlerin güvenilir ve şeffaf şekilde yapılmasına katkıda bulunmak; eşitlikçi, önkoşulsuz demokratik katılımın önündeki engelleri aşmak ve oylara sahip çıkmak.
Bunun yanı sıra yurtdışında yaşayan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının oy kullanmasını teşvik etmeye, gönüllülerin sandık gözetmeni olabilmeleri için bilgi akışını sağlamaya çalışıyorlar.
Gurbetin Oyları, 2014’teki Cumhurbaşkanı seçiminde 10 farklı ülkede hem seçim öncesi verdiği sandık güvenliği eğitimleriyle hem de seçim süresince sandık başında ve seçim sonrasında oyların Türkiye’ye taşınmasında partilerüstü bir sivil oluşum anlayışıyla hareket etti.
BİZ 30 yıl evvel çocukken bale de yaptık, halkoyunları da oynadık; şarkı da söyledik, türkü de; şiir de okuduk, Divan edebiyatına da aşina olduk.
O zamanlarda kimsenin “Bu özümüzde vardır, şu yoktur” diye bizi bunlardan herhangi birine zorladığını veya yapmamızı engellediğini hatırlamıyorum.
Aradan 30 yıl geçti; öyle bir yere döndü ki memleket, erk sahipleri çocukların haftalarca çalışarak hazırlandığı gösteriyi engelliyor, el kadar çocukları ağlatıyorlar.
Bu zalimlik değilse nedir?
*