Melike Karakartal

Az buzladınız

10 Ocak 2013
Flulaştırılmış ‘meme çatalı’ sayesinde sansürde yeni bir eşik belirlendi. Hayırlı uğurlu olsun...

Önceki gün yayınlanan “Turist Ömer” filminde “meme dekoltesi buzlanması” ile sansür konusunda yeni bir eşik belirlemiş olduk.

Böylece gündüz gündüz meme çatalı görecek olan çocukların ahlakını koruduk.

İŞTE BUZLANAN O SAHNELER / WEB TV

Neye ceza vereceğini şaşıran RTÜK’ten para cezası yeme ihtimalini de sıfıra indirmiş olduk.

Yazının Devamını Oku

Bin yıl öncesinde yaşayanlar

9 Ocak 2013
Bir zamanlar insanoğlu, yoldan çıkmış toplumları kontrol altına almak, ahlaksızlıkları, çarpıklıkları düzeltmek için birtakım “ahlak” normları belirleyip, topluluklar üzerine korku salıp bunlar üzerinden düzen sağlamaya mecburmuş.

Binlerce yıl öncesinden bahsediyorum.

Bugünkü gibi elimizdeki bilgiyi ne yapacağımızı şaşırdığımız, enformasyon bombardımanına tutulduğumuz, insanların hatta evrenin nasıl oluştuğunu bile çözdüğümüz bir dünyadan çok uzak olan, çok eskilerde kalan bir zamandan...

İnsan vücudunu bilmez, tanımazlarmış. Hastalıkların nedeni bilinmezmiş.

Kendi hayatlarının gözleriyle göremedikleri bir dünyanın kurallarına göre yönetildiğinin farkında değillermiş.

Yazının Devamını Oku

Süreyya Operası’nda son durum

8 Ocak 2013
İstanbul, kültür ve sanat etkinliklerinde dünyanın en gelişmiş şehirlerinden biri olarak kabul ediliyor biliyorsunuz.

İngiliz bilim adamlarının yaptığı araştırmalara göre İstanbul’da nüfusun yüzde 80’inin her hafta o opera senin, bu bale temsili benim gezdiği belirlenmiş.

İnsanlar, klasik müzik dinletilerine, tiyatro gösterilerine bilet bulamadığı zaman büyük bunalımlar yaşıyormuş.

Gün geçmiyormuş ki bir aile evladına sanat sevgisi aşılamasın...

Durum böyle iken, alışveriş merkezlerine olan ilgisizlik ise dükkan sahiplerini çok endişelendiriyormuş.

Yazının Devamını Oku

Buzul çağındayız ya, kürk şart!

5 Ocak 2013
Tarih öncesi çağlarda, mağara adamı dostlarımız henüz “kumaş” dediğimiz hayat kurtarıcı nesne icat edilmediği için birtakım hayvanların derilerini yüzüp üstlerine geçirirlermiş.

Bu, ısınmanın tek yoluymuş. Hayvan derisinin soğuğu izole edici özelliği ve üzerindeki kıl yumağı, hayvan avlayıp mağaralarında oturan, zorlu kış koşullarına göğüs germeye mecbur olan insanlar için hayati önem taşımaktaymış.
Artık günümüzde bu izolasyonu hayvan öldürmeden sağlayan teknolojiye sahip olduğumuz için “vahşetle ısınma” yöntemini kullanmamız gerekmiyor.
Eh, bu gerçek ışığında, kürkün modern dünyada bir yerinin olmaması gerekirdi, değil mi?
Eğer dünyamız akıl yolunda doğrusal bir ilerleme ile gelişseydi, teknolojiyle birlikte hayvan postu giyme ihtiyacının son bulmasını beklerdik.
Fakat ne yazık ki bu olmadı. Bir vakitler insanlar donarak ölmesin diye kullanılan kürk, şimdinin lüks tüketim ürünü.
Yani kürk, hayati önem taşımayan, tüketim dünyasının bir parçası haline gelmiş, kimileri için statü belirleyen bir giyim öğesi. Soğuktan donmamak için değil, ekonomik vaziyet ile ilgili mesaj vermek için kullanılıyor.
Ne çarpık bir dünya ki, düşünün, cüzdanınızın gücünü, hayat standartlarınızın ne durumda olduğunu belli etmek için doğada sayıca az kalmış bir canlının katledilip yüzülmüş derisini üzerinize giyme ihtiyacı hissediyorsunuz.

Yazının Devamını Oku

Geçmiş olsun

4 Ocak 2013
Şeker Portakalı müstehcen, Fareler ve İnsanlar sakıncalı.

Aile içi evliliklerin, çocuk yaşta evlendirilen kadınların “çok normal” algılandığı, kadınların ikinci sınıf vatandaş kategorisinde değerlendirildiği, cehaletin yönettiği bir ülkede kitap içinden “ahlaksızlık” cımbızlanıyor.
Akıl ve mantık kaideleriyle değil, bastırılmış hislerle şekillenmiş bir beyin haritası, ülkenin resmi eğitimini biçimlendiriyor.
Dahası, kitap okumayan bir ülkenin eğitim sistemi içinde yer alan bir grup öğretmen, ödev söz konusu olduğunda internetten kitap özeti arayan bir neslin o hiç okumadıkları kitaplardan zarar göreceğini iddia ediyor.
Bu insanlar, klasiklerin varlığından ancak dizisi çekilir de, Beren Saat oynarsa haberdar olan bir neslin, Şeker Portakalı’ndan zarar göreceğini sanıyor.
Tek kültür-sanat aktivitesi alışveriş merkezinde sinemaya gitmek olan yeni neslin öğretmenleri, öğrencilerinin Fareler ve İnsanlar’dan kötü etkileneceğini düşünüyor.
Hayatını oyalanmakla geçirmenin normal olduğunu düşünen milyonlar, bize “yeni normaller” öğretiyor.
Bunlara hiç şaşırmayın. Cehaletin ne boyutlara ulaştığını, halimizin ne kadar acıklı olduğunu gösteren günlük olayların bir parçası.

Yazının Devamını Oku

Ruh emen erkekler

3 Ocak 2013
Dün ruh emen kadınları konuştuk. Tarifi yaptık, teşhisi koyduk, yeni yıldan “bizlere uzak olsunlar” diye diledik, cebe koyduk.

Peki ya erkekler? Elbette ruh emici erkekler de çok var etrafta...
Bugün tarif/teşhis sırası onlarda.
İşte buyrunuz...
Yontulmamışlar: Kimi zaman babalarının otomobillerini serseriler gibi kullanırken, kimi zaman bir takım kadınlara ayarsızca kur yaparken, kimi zaman da hiçbir fikri olmadığı konularda ahkam keserken görürsünüz onları.
En büyük düşmanları kış güneşidir o yüzden hep güneş gözlüğü takarlar. Pek hoş, pek yakışıklı ve modern görünürler... Ancak cilaları bir “medeniyet anı” söz konusu olduğunda hızla dökülüverir.
Dar kapılardan önce onlar geçerler, trafikte öncelikli geçiş hakkına sahiptirler, sokakta yürürken asla yol vermezler. Yontulmamışlar kapı tutmaz, ancak kapıyı bırakırlar.
Önce kendileri geçer ve arkalarında insan var mı yok mu bunu önemsemeksizin kapıyı bırakır, arkalarındaki insanların otomatik kapanan kapı tarafından tokatlanmasını sağlarlar.

Yazının Devamını Oku

Ruh emen kadınlar

2 Ocak 2013
Merhaba pazartesi gibi davranan, çarşambayı selamlayan ama hafta sonuna bugünü saymazsak iki gün kaldığı için sevinen Habitus okuru.

Bu sene çevrelerindeki insanların ruhlarını emmeye kendilerini vakfetmiş, hep 21 yaşında kalacak olan ama hayatının yarısını çoktan geride bırakan kadınlardan bahsedelim. Tarifi yapalım, teşhisi koyalım ve 2013’ten bize tatlı, güzel insanlar getirmesini dileyelim.
Hep kıskanıldığını düşünen kadın: Etrafındakilerin tüm motivasyonunun onu kıskanmaktan ve hırslanmaktan geldiğini düşünür. Halbuki esasında, herkes kendi hayatı içinde debelenmektedir, kendi dertleriyle uğraşmaktadır. Daha ziyade kendi işi, ailesi ve yakın çevresinden kaynaklanan duygusal gel-gitler yaşamaktadır ama “hep kıskanıldığını düşünen kadın” ne olursa olsun konuyu kendine yorar. Yakınlarındaki birinin canı sıkılıyorsa eğer, bu mutlaka kıskandığından ve karşısındakinin “Neden ben onun sahip olduklarına sahip olamıyorum” kudurmasındandır. Hayatı hep 21 yaşında gibi yaşar bu tatlı insanlar...
Evlenince canavarlaşan kadın: İlişki yaşarken erkeğe söz geçirmek konusunda çekimser davranan kadın, yüzüğü taktıktan sonra adama ev hayvanı muamelesi yapmaya başlar. Kocası, kadının “izin verdiği” alanda yaşar, izin verdiklerini yapar, ipler kadının ellerindedir. Aslında erkek buna müsaade etmemiştir ama kadın evlendikten sonra “Senin hayatını kontrol etmek için senden müsaade mi isteyecektim bir de!” kafasına doğrudan geçtiği için bu sorunun çözümü yoktur. Kadın evde küçük bir devlet kurmuş ve başkanlık sistemine doğrudan geçiş yapmıştır.
Dünyanın merkezi kadın: Toplum içindeki insanlarla, dünyadaki diğer canlılarla uyum ve huzur içinde yaşamasının imkanı yoktur. Çünkü dünyanın ekseni kendisidir, diğer tüm insanlar, canlılar ve eşyalar onun etrafında dönmektedir. Hayatında ne varsa hepsine uydusu muamelesi yapar. Hep rahatsızdır, hep mutsuzdur çünkü herkesin ona uyum sağlamasını ister ve bu genelde mümkün olmaz. Bir tane en yakın kız arkadaşı vardır. Yakın kız arkadaş, “dünyanın merkezi kadın”ın etrafında yörüngeye oturmuş bir uydu gibidir, kendi hayatı yoktur, arkadaşının kontrolü altında, onun isteklerine göre yaşar. Uzun vadeli arkadaşlık yapmanın yolu yoktur çünkü dünyanın en iyisi olsa da kendi hayatınızı unutmanızı, onunkini yaşamanızı isterler.

Tuzu kuruluk müessesinden çıkanlar

Mükemmeliyetçi bi’ insanım tipi kadın: Ensesi kalın kocasıyla ilgilendiği, ev dekorasyonuyla haşır neşir olduğu, cilt bakımı yaptırdığı ve vicdan rahatlatma seansı olarak yaptığı hayır işleri dışında çok sıkılan kadınlar. Her röportajda, her sohbette “Ben mükemmeliyetçi bi’ insanım” vurgusu yapan bu kadınlara sormak istiyorum: Be arkadaş. Sokağa çık, bir etrafına bak. Binalara bak, yaşadığın şehre bak, başındaki devlete bak, trafiğin haline bak. Yaşadığın ülkede mükemmeliyetçi olamazsın arkadaşım. Hayat buna izin vermez çünkü. Çok rica ediyorum bırakalım bu lafları.
“Cool” kadın: Her anı, oturuşu, kalkışı, dizüstü bilgisayarını açışı, konuşması, el-vücut hareketleri, mimikleri “cool” bir dergi onunla çekim yapıyormuş hissi yaratır. Yapı itibariyle soğuk, mesafeli, donuk “cool”lardan değildir, öyle olmak istemiştir ve olmuştur. O kadar olmuştur ki en rahat olduğu zamanlarda bile bir stil kaygısı, “herkes benim cool olduğumu düşünsün” endişesi vardır. Çok rahatsızdır ama rahat görünür. Genellikle tuzu kuru ailelerin, annelerin, babaların kızlarından çıkar “cool kadın” profili. Cool olmaya verdikleri emekle dünyayı yıkıp yeniden kurabilirler, çok akıllılardır, kafaları bir sürü işe çalışır ama tuzu kuruluk müessesesi alanını daraltır. Ergen genç kız endişelerine sahip, yetişkin bir tuzu kuru cool kadın gördünüz mü ona “Merhaba canım” deyiniz. “Aşk hayatın nasıl canım, bana herkesin bilmediği, bir grup cool insanın keşfettiği gizli adresler söylesene?” diye sorunuz, şu hayatta bir işe yaradığını hissettiriniz.

Yazının Devamını Oku

Yeni yıldan ‘daha az taksi terörü’ diliyorum!

1 Ocak 2013
Trafiğin hayatınızdaki yükünü, ondan kurtulmadan algılayamıyorsunuz.

Mecbur kalmadıkça otomobil kullanmayı kendime yasakladığımdan beri çok belirgin bir değişiklik var hayatımda.
Daha önce yazmıştım, hatırlayanlar olacaktır:
Yollarda direksiyon sallayanların insanı akıl hastası edecek sürücülük alışkanlıklarından dolayı tek bir günüm dahi aracımın içinde delirmeden geçmez hale gelmişti.
Ya birini boğazlayacaktım ya da kendini bilmez adamın biri (malum, yollarda sayıları pek fazla) kafama levye indirecekti.
Ve bıraktım. Her yere otomobille gitmeyi, bunun rahatlığın bir anahtarı olduğunu düşünmeyi bıraktım.
Otomobillere meraklı bir kız çocuğuydum. 98’de ehliyetimi aldım, aldığım gibi kendimi yollara attım.
Okuduğum üniversitenin, çalıştığım tüm gazete ve dergilerin evden ayrı bir şehirdeymişcesine uzak olması sayesinde hayatımda neredeyse 12-13 sene her gün yüzlerce kilometre yol teptim.

Yazının Devamını Oku