Paylaş
Mecbur kalmadıkça otomobil kullanmayı kendime yasakladığımdan beri çok belirgin bir değişiklik var hayatımda.
Daha önce yazmıştım, hatırlayanlar olacaktır:
Yollarda direksiyon sallayanların insanı akıl hastası edecek sürücülük alışkanlıklarından dolayı tek bir günüm dahi aracımın içinde delirmeden geçmez hale gelmişti.
Ya birini boğazlayacaktım ya da kendini bilmez adamın biri (malum, yollarda sayıları pek fazla) kafama levye indirecekti.
Ve bıraktım. Her yere otomobille gitmeyi, bunun rahatlığın bir anahtarı olduğunu düşünmeyi bıraktım.
Otomobillere meraklı bir kız çocuğuydum. 98’de ehliyetimi aldım, aldığım gibi kendimi yollara attım.
Okuduğum üniversitenin, çalıştığım tüm gazete ve dergilerin evden ayrı bir şehirdeymişcesine uzak olması sayesinde hayatımda neredeyse 12-13 sene her gün yüzlerce kilometre yol teptim.
Çoğu günler dört saatten fazlasını trafikte harcadım.
Otoyollardaki virajları, sokaklardaki çukurların yerini bilecek kadar “profesyonel” bir sürücü oldum. İyi araç kullanırım. Paralel parkta, tüm manevralarda, hızlı düşünme-davranma konusunda taksicilerle yarışırım. Ama serseri gibi otomobil kullanmam, o yüzden çoğu zaman “kurallara uyan ve arkasındakini hasta eden kadın sürücü” oldum onlar için.
Ve ömrümün YILLARINI çürüttüğüm İstanbul trafiğinden, iyi bir sürücü olmama rağmen birkaç ay önce istifa ettim.
Şimdi, hayatımı “raylı sistemin izin verdiği sürece” yaşıyorum.
Raylı sistemin ve deniz ulaşımının imkan verdiği sürece onları kullanıyor, gerisinde de mecburen diğer toplu ulaşım imkanlarını kullanıyor, yürüyor veya taksiye biniyorum.
Benzer bir değişikliği yapmaya cesaret edemediyseniz, yeni yıl itibariyle en azından denemenizi öneriyorum.
Zira İstanbul’da trafiğin hiç açılmamacasına kilitleneceği günden çok uzakta değiliz.
Dahası, trafiğin yaşattığı zaman kaybından ve psikolojik travmadan ancak bu şekilde kurtulabilirsiniz.
Benden söylemesi...
Bir korku dünyası olarak taksiler
Deniz ulaşımı araçları yani vapur ve deniz otobüsü, raylı sistem yani metro, tren, tramvay ve hızlı tramvay güzergahlarında yaşamamın mümkün olduğu günler mutluyum, stressizim.
Ama iki defa üst üste taksi çevirmek zorunda kalsam, kırmızıda durması gereken bir minibüs üstüme sürse, her defasında nerede yaşadığımı hatırlıyorum.
Taksici yarasını deşmeden önce, kabul etmemiz gereken bir konu var. Taksiciler, İstanbul trafiği yüzünden psikolojik açıdan sıkıntı yaşayan insanlar.
Çaresi olmayan bir çamur içinde debelenip duruyorlar.
Fakat artık medeniyet için lüzumlu her hareketi, işlerine mani olan düşmanlar olarak görüyorlar.
Başkalarının hayatı, tehlikesiz araç kullanmanın önemi...
Bunlar endişelendikleri konular değil.
Dikkat diyorum
İstanbul’daki çoğu taksi, hem araçlarının içindeki kişiler hem de yolda yürüyen yaya için tehlike oluşturuyor.
Taksiye bindiğinizde gideceğiniz adresi söylüyorsunuz, “Oraya gitmem” diyor, sokağın ortasında sizi indiriyorlar.
Yol beğenmiyor, “Fazla yazar diye mi soktun bu trafiğe beni abla” diye ayarsızca hesap soruyorlar.
Üçkağıtçılık yapıyor, fazla para alıyorlar. Trafik kurallarını takmıyorlar.
Çocuk, yaşlı, kadın dinlemiyor, yollarda üstümüze sürüyorlar. Yayanın değil, taksilerin öncelikli geçişi var İstanbul’da.
Ulaştırma Bakanlığı ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi taksilerle ilgili ortak bir proje hazırlasa... Bu yaraya birileri bir el atsa... Yollardaki taksici terörü artık bir son bulsa...
Fena mı olur?
Paylaş