Paylaş
“ABBAS, Şeria Nehri’nin kıyısında, Kral Abdullah’ın yanı başında hiçbir şey yapmadan öylece oturmaktan sıkılmaya başlamıştı, Kral’ın okuduğu kitaba bir-iki kez şöyle bir göz attı; ne ki kitapta ne bir resim vardı, ne de konuşma. ‘İçinde resim ve konuşma olmayan bir kitap, ne işe yarar ki’ diye geçirdi aklından.”
Bu cümleyi toprağı bol olsun, Allah taksiratını affetsin, Lewis Carrol’dan yürüttüm.
Alis Harikalar Diyarında işte bu cümleyle başlıyor, ben sadece Alis ve ablasının yerine, Abbas ve Abdullah’ı koydum.
Ortadoğu’da yaşıyoruz, bizim bu coğrafyada da içinde konuşma ve resim olmayan kitap bir halta yaramaz.
Kim bilir, belki de iyi felsefe yapamıyor olmamızın nedeni, günümüz Türkçesi değildir, içinde resim ve konuşma olmayan kitaplardan hoşlanmıyor olmamızdır.
Neyse, sözü uzatmayacağım, Abbas, bizim Kedi Bekir ile karşılaşır, namı diğer Sebastian Carlos!
Aralarında şöyle bir konuşma geçer ki bu tapeleri de Bay Lewis’ten temin etmiş bulunuyorum.
Abbas: Lütfen söyler misin bana, buradan ne yana gidebilirim?
Kedi Bekir: Bu gitmek istediğin yere bağlı.
Abbas: Neresi olursa olsun, önemi yok.
Kedi Bekir: O zaman ne yana gitsen olur.
Abbas: Yeter ki bir yere varayım.
Kedi Bekir: Tabii varırsın. Yürümekten yılmazsan, bir yere varırsın elbet.
Abbas: Buralarda nasıl insanlar oturuyor?
Kedi Bekir: Şurada bir Şapkacı Rıfat oturur, şurada Mart Tavşanı Ertuğrul. Hangisine istersen git, ikisi de delidir.
Abbas: Ben deliler arasında ne yapayım?
Kedi Bekir: Başka çaren yok ki, hepimiz deliyiz burada. Ben deliyim. Sen delisin.
Abbas: Benim deli olduğumu nereden çıkarıyorsun?
Kedi Bekir: Mutlaka delisindir. Yoksa burada ne işin var?
Abbas: Peki burada iyi vakit geçirebileceğim, gerçekten akıllı hiç kimse yok mu?
Kedi Bekir: Ha o zaman iş değişir, şuradan sağa dön, ama iyice sağa döneceksin. Karşına büyük bir saray çıkacak, hiç düşünme gir içine, bütün akıllılar orada!
Ve Abbas yola çıkar.
Yolda Mart Tavşanı Ertuğrul ile karşılaşır.
Ona da yolu sorar, işte aldığı cevap:
“Nereye gittiğini bilmiyorsan hangi yoldan gittiğinin bir önemi yoktur!”
Abbas yoluna devam eder.
Sonunda saraya varır.
Ürkütücü büyüklükte, sayısız odası olan, içinde ilginç zekâ yapısına sahip yüzlerce insanın çalıştığı bir saraya!
İçeri girer, sarayın sahibini sorar, “Burada bekle, tören ekibi hazır olunca gelecek” yanıtını alır, bekler.
Sonunda Kral, sanki gökyüzüne uzanacakmış gibi görünen merdivenlerin başında görünür.
Ağır ağır iner.
Bakmayın siz “Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden” diyene.
Merdivenlerden ağır ağır inmek daha makbuldür ve ne kadar ağır inersen ağırlığın da o kadar artar.
O sırada merdivenlerin üzerinde hepsi tepeden tırnağa silahlı ama sanki her biri ayrı bir orduya mensupmuş gibi giyinmiş bir bölük asker belirir.
Abbas şaşırır, “Acaba kellemi uçururlar mı” diye düşünürken Kral durumu anında anlar.
Abbas’ı süzer ve konuşur: “Garip, ucube ya da deli değilim. Sadece benim gerçekliğim, sizinkinden farklı.”
Abbas endişe içinde “Korkuttunuz beni” der.
Kral, “Korkulmak, sevilmekten bin kat daha iyidir” der, “inan bana”!
Abbas endişe içinde sorar: “Bu saray senin mi?”
Kral, mağrur, yanıtlar: “Bir şey ne kadar çok benimse, o kadar az senin demektir.”
Abbas, merdivenlere dizilmiş “müsellah” tiplere bakar.
Müsellah, eski bir kelime, yenisinin ne olduğunu anlamak için “üçlü” kuralını uygulayacağız.
Yani sondaki üç sessiz harfi alacağız önce: SLH.
Araya uygun seslileri koyduğunuzda kolayca okuyabilirsiniz: Silah!
Başındaki “m” ve “ü” harflerini unutmayalım, demek ki bu bir sıfat, demek ki “silahlı” anlamına geliyor.
Daha fazlası için Osmanlıca öğreneceksiniz, size bu konuda bir yardımım dokunmaz, kusura bakmayın.
Müsellah tipler merdivende arkasında dizilince, Abbas’ı yeniden bir endişedir alır.
Çünkü toplumsal genetik kodlarında Cemal Paşa korkusu vardır.
Şam Valisi, İttihatçıların en iyi kalpli olanı yani!
“Beni de asacaklar mı acaba” diye endişeye kapılır, “Deliriyor muyum” diye aklından geçirir.
Sonra çocukluğunda okuduğu Alis Harikalar Diyarında aklına gelir ve oradaki bir cümle:
“Evet, ama sana bir sır vereyim, dünyadaki en iyi insanlar genelde delidir.”
Abbas rahatlar, çünkü zaten Hasan Cemal’in de o sıralarda Kandil’deki zeytinliklerine hasat için gitmiş olduğunu bilmektedir.
“Düne geri dönemem, çünkü o zaman farklı biriydim” diye aklından geçirir, Charlie olmuştur bir önceki gün, binlerce insanla birlikte.
Ve yazarın delirmekte olduğunu anlar.
“Besbelli kafadan kontak, aklını rakıya meze etmiş, üstelik kendisini yakışıklı da zanneden bir yazar var karşımda!”
Yazar, “Höyyyt” der, “kendine gel!”
Abbas, onu yukarıdan aşağıya süzer, “Nem deli, hem intihalcisin” der. “Lewis Carrol’un sözlerini çaldın, yazının başından beri sanki kendin yazıyormuş gibi Alis Harikalar Diyarında’dan alıntılar yapıyorsun, buna düpedüz intihal derler!”
Yazar “Ne yapayım” der, “Saray’daki o sahneyi seyrettikten sonra bende akıl mı kaldı?”
Sonra yazar lacivert atına biner, tıpkı Red Kit gibi uzaklaşırken, uzaktan uzağa bir türkü çığırmakta olduğunu duyarız:
“Minareden at beni, in aşağı tut beni!”
Paylaş