Slovenya’daki konuşmasında “İki başlık var: Bir ya 400. Onunla parlamentoda bu işi çözmek. Bir ikincisi, halka gitmek. Bunu hazırlamak için de durmak yok.”Daha önce hiç böyle konuşmamıştı.
Gittiği her yerde “400 milletvekili” istiyordu, Başbakan’a da bu talimatı vermişti.Kendine güveniyordu, yeterince tekrarlarsa 400 milletvekilinin çantada keklik olduğunu hesaplıyordu.
Ama şimdi ilk kez “halka gitmekten” yani referandumdan söz ediyor.Öyle anlaşılıyor ki Cumhurbaşkanı da artık “Anayasa’yı Meclis’te değiştirecek bir çoğunluğu” elde edemeyeceğini görmüş bulunuyor.
Yandaş araştırma şirketleri, havuz medyasında ne kadar gaz verirse versin belli ki Cumhurbaşkanı gerçek sonuçları görüyor, Anayasa’yı tek başına değiştirecek bir çoğunluk elde edemeyeceğinin farkında.
Ama bir anda “400 isterim” sözlerinden de geri dönemiyor, biraz utangaç şekilde “ikinci yoldan” söz ediyor.
Daha seçimlere kadar çok var, bu ülke için gerçekten uzun bir zaman.
Bu zamanın seçmen tercihlerini nasıl değiştireceğini şimdiden kestirebilmek mümkün değil ama her şey böyle giderse sanırım o aradığı “ikinci yol” da bir rüyadan ibaret kalacak.
Tarafsız araştırmalar bu bilgiyi doğrulamıyor ama ne gam!
Amaç seçmeni manipüle etmek ve bu işte üzerlerine de yok!
Bunlardan bir tanesi AKP’nin “yüzde 47’ye oturmasının
nedenini” şöyle açıklıyor:
Seçmen istikrar istiyor!Bunu okuyunca kendimi gülmekten alamadım.
Çünkü eğer AKP, hayalini kurduğu gibi bir çoğunluğu elde ederse, Türkiye’yi bekleyen istikrar filan değil, ağır bir rejim tartışması olacak.
Uzunca bir süre yeni anayasa ve sistem tartışmalarıyla uğraşacağız.
Bu haber, yandaş medya yayın organlarında alkışlarla verildi.
Diğer gazeteler de doğal olarak, esas tartışılan konu bu meselenin beyannameye girip girmeyeceği olduğu için haberi bu tarafından verdiler.
Ancak Başbakan’ın o gün yaptığı açıklamada altı çizilmesi gereken bölümler var.
Davutoğlu, konuşmasının bir yerinde şöyle diyor:
“Oturduğum makamın görevinin zayıflatılmasına izin vermem. Ne olursa olsun. Cumhurbaşkanımızı kastetmiyorum. Cumhurbaşkanımızın söylemesi gereken şeyi başkasının söylemesine izin vermem. Cumhurbaşkanımızın bana söylemesi gereken şeyi, kamuoyuna söylemesi gereken şeyi başkasına söyletmem.”Sonra şöyle devam ediyor:
“Benim görevim hakkıyla başbakanlık yapmaktır. Sorumluluk başbakan üzerinde şu anda sistem. Ben bunun hakkını vermekle mükellefim. Bir taraftan başbakanlık yaparken başka sistemin içindeymişim gibi davranamam.”
Bu mesajların kime verildiği ile ilgili çoktan seçmeli bir test sorusu hazırlamama gerek yok.
Yanıtını bırakın, kendinize böyle bir soru sormak aklınıza geldi mi?
Hiç sanmıyorum.
Japon yazar Yasushi Inoue’nin “Aşkın Üç Yüzü” isimli romanında rastlamıştım bu soruya. (Çeviren: Ayşe Teksoy, Telos Yayınları.)
Inoue, umarsız bir aşkın değişik yüzlerini anlatıyor bu romanında.
Aynı erkeğe üç ayrı kadın tarafından yazılmış üç mektup, bizi gizli bir aşkın sırlarına ortak ediyor.
Üç kadından birisi adamın resmi eşi.
İkinci mektup, eşinin kuzini de olan ilişkilerini kimsenin bilmediği gizli sevgili tarafından yazılmış.
Ardından “çok başlılıktan ne anladığını” ortaya koyan bir cümle daha söyledi:
“Şu parlamentoda yaşananların büyük bir kısmı artık yaşanmayacaktır, çok başlılık, tüm engellemeler ortadan kalkacaktır.”Biz de bu cümlelerden anlıyoruz ki Cumhurbaşkanı, Başkan olacak olursa, Meclis’e gerek kalmayacak!
Meclis’teki tartışmalara, görüşmelere, uzlaşmalara ihtiyaç duyulmayacak.
Başkan ne istiyorsa o olacak, herkes sesini kesip oturacak.
Bunu biliyorduk zaten.
“Türk tipi başkanlık sistemi” adını verdiği düzende, ülke başkanlık kararnameleri ile yönetilecek.
Başkan ne diyorsa kanun o olacak, yargı denetimi olmayacak. Sonra da diyor ki “Seçilmişten diktatör olmaz”.
Konuşmalarını dinliyorum, kullandığı retorik bana sanki farklı bir boylamda yaşıyormuşuz izlenimi veriyor.
Önceki gün şöyle konuştu mesela:
“Son yedi ay içinde Cumhurbaşkanımızla herhangi bir konuda iletişim sıkıntısı yaşamadık. Bilgilendirme eksiklikleri olmuşsa bu giderilir. Değerlendirmede farklılıklar olursa bu konuşulur. Kimsenin hükümet ile Cumhurbaşkanı arasında görüş ayrılığı var senaryosu üzerinden bir kaos beklentisi içinde olmaması gerekir.”Görüş farklılıklarının bir “senaryo” olmadığını biliyoruz, çünkü bu farklılıkları bizzat Cumhurbaşkanı’nın kendisi açıkladı.
Meydanlarda “İletişim sorunu var, başkanlığı getirelim bunu kaldıralım” diyen Cumhurbaşkanı’ndan başkası değil.
Bir “senaryo” varsa, yazarı Beştepe Sarayı’nda oturuyor yani!Başbakan, ilk büyük icraat olarak “şeffaflık paketi”ni açıklamıştı, Cumhurbaşkanı “Çalışacak ilçe başkanı, belediye başkanı bulamazsınız” deyince basın toplantısı ile açıkladığı paketten vazgeçen de kendisi oldu.
Hakan Fidan olayını hatırlatmama gerek var mı?
Ya da muhalefet ile konuşularak düzeltilecekken alelacele Meclis’e yine getirilen “güvenlik paketi”nden?
Arınç ile konuyu görüşmüş, Gökçek ile de görüşecek ve uyarılarda bulunacakmış.
“Seçimlere giderken, partimizin itibarını sarsıcı polemiğe giren kim olursa olsun gerekli disiplin işlemlerini yaptıracağız. Kimsenin ayrımcılığı yoktur” diyor.
Nasıl bir disiplin uygulaması yapacağını bilemiyoruz tabii, ama sanırım polemikçilerin ağızlarına biber sürmek gibi bir uygulama değildir!Başbakan Yardımcısı’nın açıklamaları, yenilir yutulur gibi değil.
Gökçek’in, Ankara’yı “parsel parsel paralel yapıya sattığını” söyledi.Bildiklerini seçimden sonra açıklayabileceğini ima etti.
Benim en çok dikkatimi çeken cümlesi ise şu oldu:
“Gökçek, bakın sayın demiyorum, bir yerlere yaranmak istiyor, oğlunun adaylığını onaylatmak istiyor.”Sonra şunu ekledi: “Bana bunu saldırtan kişi, kişileri ortaya çıkarırım. Birilerine yaranmak için yaptığını biliyoruz.”Haliyle bunu merak ettim tabii: Gökçek kime yaranmak istiyor? Kim onu Bülent Arınç’ın üzerine yolladı?
Arınç’ın sözlerine bakılırsa Gökçek’in yaranmak istediği kişi “oğlunun milletvekilliği adaylığına onay verecek olan makam” olmalı.Buna kimin yetkisi var?
ANKARA Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in tweet’lerine göre “paralel yapı”, şöyle diyormuş: “Son anda öyle bir darbe vuracağız ki AKP yerinden kalkamayacak.”
Ve o “darbe” de Bülent Arınç aracılığıyla vurulmuş.
Arınç, hükümet adına değil “paralel yapı” adına konuşuyormuş.
Gökçek, “Arınç artık bizi temsil edemez, hemen partiden de hükümetten de istifa etmelidir” de diyor.
Bir zamanlar Fethullah Gülen cemaatinin bir numaralı adamlarından olan Hüseyin Gülerce de şöyle konuşmuş: “Bülent Bey kusura bakmasın. Kendisi olmasa AK Parti’ye hiçbir şey olmaz.”
Bana öyle geliyor ki Gülerce’nin paralel yapı ile ilişkisi sürüyor, Gökçek de bilerek ya da bilmeyerek paralel yapı adına işler karıştırıyor!
Çünkü Arınç’ın geçtiğimiz cumartesi ve pazar günleri verdiği demeçler yandaş medyada kendisine yer bulamamıştı.