CUMHURBAŞKANI Recep Tayyip Erdoğan, fırsat bulduğu her yerde bir konuşma yapıyor ve başkanlık sisteminin mutlaka getirilmesi gerektiğini söylüyor.
Ona göre “bu sistemle buraya kadar!”
Eğer daha da ileri gitmek istiyorsak, başkanlık sistemini getirmeliymişiz, böyle diyor.
Arkasından da başkanlık sistemi uygulayan gelişmiş ülkelerden örnekler veriyor.
“Peki, o zaman gerçek bir demokrasideki gibi bir başkanlık sistemi getirelim” diyenlere de yanıtı hazır: “Onlar bize uymaz, biz kendimize uyan başkanlık sistemini getireceğiz.”
Cumhurbaşkanı’nın “başkanlık sistemiyle gelişen ülkeler” diye örnek verdiği her bir ülke için, parlamenter sistem içinde gelişmiş iki ülke örnek verebiliriz aslında.
Ama onun derdi o değil.
“Irak bizim için kan ağladığımız bir yer. Şu ana kadar orada 100 bini aşkın insan öldü. Tarih katledildi. Aynı şekilde Suriye’de 300 bin insan öldü. Beni burada ne Şia ilgilendirir, ne Sünni ilgilendirir. Beni Müslüman ilgilendirir. İnsan yaradılmışların en şereflisidir” dedi.
Daha iki hafta önce, 26 Mart 2015 tarihinde, Fildişi Sahili Devlet Başkanı Vattara ile birlikte düzenlediği basın toplantısında şöyle söylemişti oysa:
“Yemen’de Husilerin yaptıkları sadece mezhepsel bir çatışmadır. Bu adeta Şia–Sünni çatışmaya dönüştü. Biz böyle bir şeye asla olumlu bakmayız. İran bölgeyi kendine domine etmenin gayreti içerisinde. Buna müsaade edilebilir mi? İran’ın yaptığı bizi rahatsız etmiştir. İran’ın bunu görmesi lazım. Irak’a bakın. Bir taraftan DEAŞ’la uğraşılıyor diğer bir taraftan İran’ın oraya gönderdiği Devrim Muhafızları’yla. İran’ın Yemen’den, Suriye’den ve Irak’tan artık oralarda hangi güçleri varsa onları çekmesi lazım. Bu ülkelerin toprak bütünlüğüne saygı göstermesi lazım.”
12 günde ne değişti de, İran’ı bölgeden çekilmeye davet etmekten, birlikte arabuluculuk yapma aşamasına geldik?
Bilebilmek zor, belli ki Cumhurbaşkanı yataktan hangi tarafından kalkarsa, o gün ona göre konuşuyor.
Ters tarafından kalktıysa tersliyor, düz tarafından kalktıysa arabuluculuğa davet ediyor!
Suriye’de 300 bin insan öldü.
İstifasının Enerji Bakanı Taner Yıldız tarafından istendiği söyleniyor, kendi açıklaması da “Ben de istedim, onlar da istedi” şeklinde zaten.
Daha sonra da bazı daire başkanları hakkında soruşturma açılmış, işten el çektirilmişler.
Bizde pek rastlanan bir durum değil, genel eğilim hata yapan bürokratların korunması yönündedir çünkü!
Bu kez değişiklik oldu, hata yapan bürokrat istifa etti.
Yeter mi?
Hayır, yetmez.
O bürokratı göreve getiren kişinin, yani Enerji Bakanı’nın da bir siyasi sorumluluğu var.Halk onu seçti, o makama getirdi ki işleri düzgün yönetsin.
Adamın şöhreti, AKP’ye hizmet etmek ile ilgili.
Şöyle şeyler söylüyor: DHKP–C, Almanya, paralel örgüt ve medya ittifak yapmışlar, Türkiye’yi yönetilemez hale getirecekler ve yarattıkları kaos ile AKP iktidarını devirmeyi planlıyorlar!
Sonra da ekliyor: Ama başarılı olamazlar, çünkü kaos, AKP’yi güçlendirir!
Ben de tam aynı şeyi söyleyecektim, düşüncelerime tercüman oldu.
Sakın, kaos nedeniyle güçleneceğini bilen iktidar, bütün bunları planlamış olmasın?DHKP–C ismiyle bilinen terör örgütü, Emniyet ve MİT’in en iyi tanıdığı, bildiği örgüt olmalı.
Neredeyse isim isim herkesi biliyorlar, takip ediyor olmalılar.
Nitekim, savcının şehit edilmesinden sonra operasyonlara girişip herkesi armut gibi topladılar!
“Terör örgütlerinin hepsi taşerondur. Onu siz bulacaksınız.”Hayır, “onu siz bulacaksınız” talimatını verdiği insanlar, devletin istihbarat örgütünü ya da polisini yöneten sorumlular değil.
Bu talimatı uçağına aldığı gazetecilere verdi!Cumhurbaşkanı, uçaktaki gazetecilere şunu da söyledi:
“Adliye’den, hastaneden, stattan özel güvenlik kaldırılmalı, hatta özel güvenlik tarihe karışmalı.”Hayır, gazeteciler Cumhurbaşkanı’nın bu talimatını yerine getirmek için hemen paraşütlerini takıp, aşağıya atlamadılar.
Atlasalardı da zaten bu konuda ne yapabilirlerdi ki?
Cumhurbaşkanı’nın böyle bir taktiği var!
Düzgün gitmeyen bir iş olduğunda, bir olay meydana geldiğinde, hemen çıkıp sanki kendisi bu ülkeyi yönetmiyormuş gibi talimatlar yağdırıyor, kişileri, kurumları suçluyor.Bu talimatları niye olaylar meydana gelmeden önce verip, sorumluları harekete geçirmiyor, orası meçhul!
12 yıl bu ülkeyi yöneten sanki kendisi değilmiş gibi, devletin başında sanki kendisi yokmuş gibi davranıyor.
Zor bir soru, yanıtını verebilmek de o kadar kolay değil.
En kolay yanıt, herhalde çekip gitmek olmalı.
“Aradığı insanı bulduğunda beni bırakıp gidecek” fikri ile yaşanmaz çünkü.
Aşk ilişkisinde “ikinci tercih” olmak, sevdiğin insanın “aradığı gibi birisini bulamadığı için” seninle birlikte olduğunu bilerek yaşamak zordur.
Kalbin “Kal, boşver, senin gibi birisini nereden bulacak ki” der, mantığın ise “Tak sepeti koluna”!
Dan Brown, ‘Cehennem’de, kahramanı Robert Langdon’un ağzından şöyle diyor:
“Apollon ile Dionysos arasındaki çekişme mitolojideki ünlü bir çelişkidir. Mantık ile kalp nadiren aynı şeylerin gerçekleşmesini ister”.
SAVCI Mehmet Selim Kiraz’ın şehit edilmesi ve Emniyet Müdürlüğü’ne bombalı saldırının sorumlusu olan örgüt, Türkiye’de Emniyet’in ve MİT’in yabancı olduğu, tanımadığı bir örgüt değil.
Nitekim, rahmetli savcının odasından ilk fotoğraf sosyal medyada yayınlandığında, eski polis müdürleri şahısları teşhis ettiler, isimlerini yazdılar.
Böylesine tanınan, hareketleri ve üyeleri takip edilen, hatta isim isim bilinen bir örgüt, Adliye Sarayı gibi iyi korunduğunu varsaymamız gereken bir yerde cinayet işleyebiliyorsa, bundan kimi sorumlu tutmalıyız?Yanıt belli: Emniyet’in bugünkü yöneticilerini ve MİT’in bu işlerle görevli olan yöneticilerini!
Elbette bütün bunların bir siyasi sorumlusu da var, o da Başbakan Ahmet Davutoğlu’ndan başkası değil.Peki o ne yapıyor?
Bir terör eylemini, özgürlükleri kısıtlamak için bahane olarak kullanıyor.
Gazetecilerin bir cenaze törenini izlemesine engel oluyor, bununla da yetinmiyor, “kim olursa olsun ve ne niyetle çıkarsa çıksın. Sokağa izinsiz şekilde çıkarak, ülke güvenliğini tehdide müsamaha gösterilmeyecektir” diyor.
Hayır bayım, sokağa çıkmak için kimsenin sizden izin istemesi gerekmiyor.
Başarılı operasyon her şeyden önce rehinenin sağ olarak kurtarılması ile mümkün olabilirdi, bu başarılamadı.
Bu başarılamadığı için de şimdi polis üzerine bin tane spekülasyon duyacağız, komplo teorileri dinleyeceğiz.
Ve bizim gibi ülkelerde, böyle şeylere inanacak insan bulmak hiç de zor değil, komplo teorilerine meraklıyız çünkü.
Operasyondan sonra yetkililerden şöyle bir açıklama beklerdim:
Bu operasyonda taktik ve stratejik hataların yapılıp yapılmadığı ile ilgili bir soruşturma da başlatıldı.Otopsiden sonra da savcımızın hangi silahtan atılan kurşunla hayatını kaybettiğini öğreneceğiz.Çok yönlü bir soruşturma yürüteceğiz ki bundan sonra böyle rehine operasyonlarında benzer kayıplar yaşamayalım.Bunu beklerdim, çünkü medeni memleketlerde böyle yapılıyor.
Her kötü olaydan bir ders çıkarılıyor ki o dersler günün birinde lazım olduğunda başka hayatları kurtarmaya olanak versin.Şehit savcı Mehmet Selim Kiraz’a rahmet, yakınlarına başsağlığı ve sabır diliyorum.