Paylaş
Ardından “çok başlılıktan ne anladığını” ortaya koyan bir cümle daha söyledi:
“Şu parlamentoda yaşananların büyük bir kısmı artık yaşanmayacaktır, çok başlılık, tüm engellemeler ortadan kalkacaktır.”
Biz de bu cümlelerden anlıyoruz ki Cumhurbaşkanı, Başkan olacak olursa, Meclis’e gerek kalmayacak!
Meclis’teki tartışmalara, görüşmelere, uzlaşmalara ihtiyaç duyulmayacak.
Başkan ne istiyorsa o olacak, herkes sesini kesip oturacak.
Bunu biliyorduk zaten.
“Türk tipi başkanlık sistemi” adını verdiği düzende, ülke başkanlık kararnameleri ile yönetilecek.
Başkan ne diyorsa kanun o olacak, yargı denetimi olmayacak. Sonra da diyor ki “Seçilmişten diktatör olmaz”.
Benzetmek amacıyla söylemiyorum, evlerden uzak olsun ama olabileceğini biliyoruz, Hitler de seçilmişti!
Otoriter tek adam yönetiminin önüne geçebilmenin yolu seçim değildir.
Ya da sadece Başkan’ın seçim ile işbaşına geliyor olması da değildir.
Bir meclisin de seçilmiş olması ve o meclisin halk adına yasama görevini yürütmesi, kanunları çıkarması, Başkan’ın eylem ve işlemlerini denetlemesi, bütçeyi hazırlayıp harcanmasını sorgulaması da gerekir.
Bu da yetmez!
Bağımsız bir yargı organının varlığı da gerekir ki vatandaşların hukuku korunabilsin, idarenin işlemleri denetlenebilsin.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Sistem arızalarından bıktık, bu arızalı sistemle devam edemeyiz” diyor.
Bugünkü sistemin arızalarının neler olduğunu biliyoruz.
Meclis yasama görevini, yürütme organından bağımsız olarak yerine getiremiyor.
Bunu sağlamanın yolu belli: Demokratik bir siyasi partiler kanunu ve seçim kanunu hazırlayıp milletvekillerini liderlerin iki dudağının arasından kurtarmak gerek.
Yargıyı bağımsızlaştırmak, şeffaf ve hesap verebilir bir yürütme gücünü yaratmak gerek.
Cumhurbaşkanı’nın yetkilerini azaltıp yürütmeyi vesayetten kurtarmak gerek.
Ve bunların büyük bölümünü sadece kanun çıkararak gerçekleştirmek mümkün, Anayasa’yı değiştirmeden bile!
Ama o “arızayı” gidermek peşinde değil.
Peşinde olduğu şey, bir tek adam yönetimi!
Sağlık Bakanlığı mı, İstatistik Kurumu mu?
SAĞLIK Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, domuz gribinden ölen vatandaşların sayısını 33 olarak açıkladı.
Siz bu yazıyı okuyana kadar sayı daha da artarsa onu da kuşkusuz ki Sağlık Bakanı’nın açıklamalarından öğreneceğiz.
Bir hafta–on gündür, Sağlık Bakanlığı’nın yetkilileri ve bizzat Sağlık Bakanı, bu konuda açıklamalar yapıyorlar.
Ama bir tuhaflık da var.
Konuşan, sanki Sağlık Bakanı değil de, Türkiye İstatistik Kurumu Başkanı!
Rakamlar veriyor, sayılar söylüyor, şu kadar kişi grip oldu, bu kadarı domuz gribi çıktı, şu kadarı öldü vs.
Vatandaşlara “Şu merkezlere gidin, domuz gribi aşısı olun” gibi bir tavsiye veren yok!
“Şu kadar ünite domuz gribi aşımız var, endişe etmeyin, gidin para ödemeden aşınızı olun” diyen de.
“Filanca belirtiler gördüğünüzde hemen sağlık merkezlerimize gidin, orada tedavi olun, aşı olun vs” diyen de yok.
Varsa yoksa istatistik!
Bundan önceki salgın sırasında zamanın Başbakanı olan Recep Tayyip Erdoğan, aşıya karşı olduğunu, kendisinin aşı yaptırmayacağını söylemişti.
Acaba şimdi Sağlık Bakanlığı’nın bu konulara hiç girmiyor olması, Erdoğan’ın bu konudaki “bilimsel açıklamaları ve teorilerinden” mi kaynaklanıyor?
Bakanlığın esas görevini hatırlaması için kaç kişinin ölmesi gerek?
Korkarım İtalyan yine konuşacak
CUMHURBAŞKANI Recep Tayyip Erdoğan’a hakaret ettikleri için bugüne kadar 105 kovuşturma açılmış, 8 tutuklama kararı verilmiş.
Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e hakaret ettikleri için kovuşturmaya uğrayanların sayısı ise yedi yılda 545 olmuş.
Yani Erdoğan bir rekora doğru yürüyor ve bakalım görev süresi bittiğinde kaç bin kişi kovuşturmaya uğramış ya da tutuklanmış olacak?
Penguen dergisinin iki çizeri Erdoğan’ın önünde ceketini ilikleyen bir vatandaşın başparmak ve işaretparmağını yuvarlak hale getirerek hakaret ettikleri gerekçesiyle 11 ay 20’şer gün hapis cezasına çarptırıldılar.
Dün bununla ilgili internette birçok fotoğraf dolaştı durdu.
Birinde Erdoğan, ceketini aynı hareketi yaparak ilikliyor, yanındaki Bülent Arınç “Bana mı şimdi o hareket” diye soruyor.
Diğerinde Erdoğan yine başparmağı ile işaretparmağını yuvarlak hale getirmiş, ceketini iliklerken görülüyor.
Birçok fotoğraf var böyle, acaba o davayı açan savcı ve kararı veren yargıçlar da görebildiler mi?
Böylece Türkiye, bir karikatür nedeniyle iki karikatüristin hapse mahkûm edildiği bir ülke oldu.
Charlie Hebdo saldırısından sonra Paris’teki yürüyüşe Başbakan Davutoğlu da katılmıştı.
Hatırlarsınız, İtalya Başbakanı bu katılımın “biraz sırıttığını” söylemişti. Böyle söylemesinin nedeni, Türkiye’de gazeteciler ve basın kuruluşları üzerindeki devlet baskısıydı.
Davutoğlu da “İtalya Başbakanı’ndan acilen izahat istedik. Yaptığı açıklamayı asla kabul edemeyiz. Eğer İtalya Başbakanı çıkıp izahat yapmazsa çok sert şekilde mukabelede bulunacağız” diye kükremişti.
Bu iki mahkûmiyetten sonra İtalya Başbakanı yine konuşursa ne yanıt verecek, çok merak ediyorum.
Paylaş