Paylaş
Slovenya’daki konuşmasında “İki başlık var: Bir ya 400. Onunla parlamentoda bu işi çözmek. Bir ikincisi, halka gitmek. Bunu hazırlamak için de durmak yok.”
Daha önce hiç böyle konuşmamıştı.
Gittiği her yerde “400 milletvekili” istiyordu, Başbakan’a da bu talimatı vermişti.
Kendine güveniyordu, yeterince tekrarlarsa 400 milletvekilinin çantada keklik olduğunu hesaplıyordu.
Ama şimdi ilk kez “halka gitmekten” yani referandumdan söz ediyor.
Öyle anlaşılıyor ki Cumhurbaşkanı da artık “Anayasa’yı Meclis’te değiştirecek bir çoğunluğu” elde edemeyeceğini görmüş bulunuyor.
Yandaş araştırma şirketleri, havuz medyasında ne kadar gaz verirse versin belli ki Cumhurbaşkanı gerçek sonuçları görüyor, Anayasa’yı tek başına değiştirecek bir çoğunluk elde edemeyeceğinin farkında.
Ama bir anda “400 isterim” sözlerinden de geri dönemiyor, biraz utangaç şekilde “ikinci yoldan” söz ediyor.
Daha seçimlere kadar çok var, bu ülke için gerçekten uzun bir zaman.
Bu zamanın seçmen tercihlerini nasıl değiştireceğini şimdiden kestirebilmek mümkün değil ama her şey böyle giderse sanırım o aradığı “ikinci yol” da bir rüyadan ibaret kalacak.
Mühendislik hatası mı?
IPSOS araştırma şirketi iki ayda bir “Türkiye Barometresi” isimli bir araştırma yapıyor.
Şubat ve Mart 2015 aylarına ait Türkiye Barometresi Araştırması, Tempo dergisinin nisan sayısında yayımlandı.
IPSOS Türkiye Başkanı Vural Çakır araştırmanın ilginç sonuçlarını değerlendirirken, seçimleri etkileyebilecek bir gelişmeyi şöyle değerlendiriyor
“Son altı-yedi ayda, Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı, Ahmet Davutoğlu’nun da Başbakan olmasının ardından kamuoyu algısında değişim başladı. Genel olarak iktidar göstergelerindeki pozitif unsurlar azalıyor. Memnuniyet algısında birkaç puanlık dalgalanmalar olabilir ama son aylardaki araştırmalara göre, memnuniyetsizlik trend haline geldi.
Nedeni şu: Kamuoyunun yıllardır bildiği tek lider Erdoğan idi. Bütün işleri yapardı, çok da güçlü bir liderdi. Hâlâ lider güçlü ama orada artık bir de Başbakan var. Aralarındaki ilişki ayrı konu ama kamuoyu algısı açısından iki başlılık söz konusu. Bu, yönetilmesi çok kolay bir durum değil. Ne yaparsanız yapın, riskli. AKP’nin seçime giderken en önemli birkaç riskinden biri, bu ikili yapı algısı, bunun yok edilip edilemeyeceği.
Seçmene bir vaatte bulunacaksınız. Peki bu vaadin sahibi kim? Erdoğan mı, Davutoğlu mu? Oy verme davranışları açısından icraat, politikalar hepsi önemli ama en önemlisi lider. Çünkü partinin politikalarını, programını kamuoyuna transfer eden, aktaran lider. ‘Bu kişi şu anda AKP’de kimdir?’ sorusu en önemli risklerden birini oluşturuyor.”
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Abdullah Gül’ü siyasetten tasfiye edip, yerine Ahmet Davutoğlu’nu Başbakan yaparken, bir siyaset mühendisliği işine girişmişti.
Öyle görünüyor ki bundan önce başkalarının başına gelen “mühendislik hatasını” o da yapmış.
Bakalım, seçimler bu öngörüyü doğrulayacak mı?
600 yıl sonra saat kulesi keşfetmek!
TÜRKİYE’nin dört bir yanındaki belediyeler, “saat kulesi” yapmak için yarışa girmişler.
Hacer Boyacıoğlu’nun Hürriyet’teki haberinde böyle deniliyor.
Haberi dün gazetede okumuşsunuzdur, tekrarlamayacağım.
Belirtildiğine göre son ihalelerden biri 218 bin 900 liraya bir şirkete verilmiş.
214 bin liraya yaptırılanlar da var, 140–150 bin liraya mal edilenler de!
Kentlere saat kulesi yapma ihtiyacının doğuşu 14. yüzyıla dayanıyor.
İlk saat kulesi de o yıllarda Milano’daki Saint Gottard Kilisesi’ne yapılmıştı.
15. yüzyılın ortalarında bu saatler, şehirlerdeki kiliselerin kulelerinde yaygınlaşmaya başladı.
Kilise olmayan Müslüman memleketlerinde de aynı görevi kentlerin merkezlerine dikilen saat kuleleri gördü.
O tarihlerde okuma-yazma bilenler çok az olduğu için her saat başında, girilen saatin kaç olduğunu gösterecek sayıda çan da çalınıyordu.
1670’lere gelindiğinde saatlere bir balans yayının konması keşfedilince cep saatleri ortaya çıktı.
İlk ucuz kol saatlerinin ortaya çıkması için 1890 yılına gelinmesi gerekti. Başlangıçta sadece kadınlar için bir aksesuvar olarak düşünülen saatler 1. Dünya Savaşı ile birlikte erkekler arasında da yaygınlaştı.
Günümüzde kol saati bile artık “süs” ya da “statü” göstergesi amacıyla taşınan bir aksesuvardan ibaret.
Cep telefonlarından tutun da akla gelebilecek her modern aygıtta bir saat var ve çoğu zaman insanlar kollarındaki saatlere değil, cep telefonlarına bakarak saatin kaç olduğunu takip edebiliyorlar.
Aradan neredeyse altı yüz yıl geçtikten sonra kentlerimizin merkezlerine saat kulesi yapma fikri nereden çıktı?
Bunu gerçekten merak ettim.
Bu bir ihtiyaç değil, kentleri güzelleştirmek için yapılıyor desem o hiç değil.
Aklıma bir tek şey geliyor: Belli ki bir Müslüman kardeşimiz bu işten iyi paralar kazanıyor.
Birileri, kamu kuruluşlarından iyi para kazanıyorsa bilin ki orada avanta da eksik değildir.
Sayıştay şu işi bir kurcalasa, kim bilir neler çıkar!
Paylaş