Şunu söylemeliyim ki siyasi mizahın bu kadar düşük seviyelisine daha önce hiç tanık olmamıştım.
Tebessüm etmek ya da gülmek bir yana bende tiksinti uyandırdı. Bir izleyici olarak zekâma hakaret edildiğini düşündüm.
Almanya’da da izleyicilerin büyük çoğunluğunun benim gibi düşündüğüne eminim.
Ve bu aptal program, Türkiye’de, hak ettiğinden çok daha fazla tepki gördü.
Sanki 14 yıldır memleketi onlar yönetmiyormuş gibi, olup biten her şeyden başkaları sorumlu.
Mesela İstanbul’u 1994 yılından beri, 22 yıldır bizzat Recep Tayyip Erdoğan yönetiyor.
Belediye Başkanlığı’ndan sonra Başbakanlığı döneminde de, şimdi de İstanbul’da ondan habersiz kuş uçmuyor.
Ama bakın Başbakan Ahmet Davutoğlu, geçtiğimiz cuma günü ne dedi:
Çok basit bir oyun aslında, televizyonun uzaktan kumandası ile oynanıyor.
Onu elime alıyorum, birer ikişer saniye arayla düğmelere basarak aynı anda üç film, iki dizi, bir eski maç, en az iki tane de açık oturum seyretmeye çalışıyorum.
Sonunda aklında ne kalıyor derseniz, yanıtım “hiçbir şey”!
Ama zaten bunların çoğunu başından sonuna seyretsem de aklımda kalacak olan şey genellikle “hiçbir şey” oluyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, son ABD gezisi sırasında bu planını önce Başkan Yardımcısı Joe Biden’a açmış.
Bundan sonra da Başkan Obama ile görüştüğünde de aynı öneriyi tekrarlamış.
Verda Özer’in, salı günü Hürriyet’te yayımlanan yazısından öğrendiğimize göre bizimkilerin Amerika’ya önerisi şu olmuş:
“PYD’den vazgeçin. Onların yerine biz, desteklediğimiz Arap ve Türkmen gruplarla birlikte IŞİD’e karşı karada savaşalım.”
Cumhurbaşkanı’nın sayılarını artık kimsenin tam olarak bilemediği başdanışmanlarından eski AKP milletvekili Burhan Kuzu da onun bu sözlerini destekledi:
“Oğlan bizim, kız bizim, niye denetleyelim” dedi.
Mevcut Anayasa’ya göre, TBMM’nin halk adına kullandığı yetkilerden bir tanesi kanun yapmaksa diğeri de yürütmeyi halk adına denetlemektir.
Yargının ise zaten bağımsız olması gerekiyor, bu da Anayasa’nın bir emri.Ve bu arkadaşlar televizyona çıkmış, milletin gözünün içine bakarak Anayasa’yı çiğnediklerini dalga geçer gibi açıklıyorlar.
Çünkü Türkiye’den de 10 kişi ve 101 şirket ile ilgili banka hesapları olduğu söyleniyor.
Elbette bu kişilerin ya da şirketlerin hepsinin kirli işler nedeniyle paralarını offshore hesaplarda tuttuklarını söyleyemeyiz.
Geçmişte yaşadığımız bankacılık krizlerinde ortaya çıktı ki sıradan Türkler bile faiz uğruna offshore bankalara para yatırabiliyorlar.
Öte yandan bir kez daha göreceğiz ki, bu işin siyasi ve hukuki sonuçları sadece demokrasisi gelişmiş, şeffaf ülkelerde olabilecek.
Bu sayı, Suriye’de 18 yaş altı nüfusun üçte birine karşılık geliyor.
UNICEF’in araştırması, bu çocukların 306 bininin, sığınmacı olarak bulundukları ülkelerde doğduğunu gösteriyor.
Başbakan Yardımcısı Lütfü Elvan’ın açıklamasına göre Suriyeli sığınmacıların Türkiye’de doğan çocuklarının sayısı da 152 bin.
Bu da normal çünkü bir başka ülkeye sığınmak zorunda kalan Suriyelilerin yarısı zaten bizim ülkemizde yaşıyor.
“Müzeyyen Hocam bir müsamere için bana ‘Başbakan sen olacaksın’ dedi. Hayatımdaki ilk başbakanlık deneyimim odur.”
Bu sözlerini okuyunca, Başbakan’ın “politika” denilen iş ile çok fazla alakası olmadığını düşündüm.
Çünkü Başbakan, “çekirdekten politikacı” olsaydı, bu sözlerinin muhalefet tarafından nerelere kadar çekilebileceğini düşünür, aklına gelse bile dillendirmezdi.
Şimdi oturduğum yerden hayal edebiliyorum.