Anlattığına göre olay şöyle cereyan edecekmiş:Milletvekillerinin, MKYK üyelerinin, il başkanlarının, kadın ve gençlik kolu başkanlarının görüşleri alınacak, sonra bu görüşler doğrultusunda genel başkan adayı açıklanacakmış.
Ataş, Anadolu Ajansı’na da şunu söylemiş: “Cumhurbaşkanımızı yok mu sayacağız? Mutlaka onun görüşlerini de alarak bu önemli kararları birlikte vereceğiz.”
Bu haberi okuyunca gülmekten karnımın ağrıdığını söylemeliyim.
Belli ki Mustafa Ataş Bey, memleketim insanlarının hepsini salak zannediyor.
Kendilerine polis ve savcı süsü veren dolandırıcılar, vatandaşları soymaya devam ediyor.
Bu iktidar dönemine özgü dedim çünkü daha önce böyle bir dolandırıcılık türü ile hiç karşılaşmamıştık.
Şimdi olabiliyor çünkü taa Ergenekon operasyonları döneminden beri vatandaşlarda polis ve savcılardan korkma refleksi gelişti.
Polis ve savcılar eliyle öyle hukuksuzluklar yapıldı ki insanlar, masum olduklarını ispatlayamayacakları korkusuyla, dolandırıcılara para kaptırmayı sürdürüyorlar.
Olaylar hep aynı şekilde gelişir, kahramanların neler yapacağı, neler söyleyeceği kolayca tahmin edilebilir.
Arada bir izlemeyi bıraksanız bile kaçıncı bölümde geri dönerseniz dönün, konuyu kavramakta zorluk da çekmezsiniz, çünkü hiçbir şey değişmemiştir.
Onun için yurtdışına uzun süreli çıktığımda Türkiye’de nelerin olup bittiğiyle pek ilgilenmem. Döndüğüm gün, diziyi kaldığım yerden seyrediyormuş gibi olurum çünkü.
Bu sefer öyle olmadı ama. Bir de döndüm ki Hoca’yı göndermişler.
Cumhurbaşkanı’na göre “DAEŞ, El Kaide, Boko Haram, Eş Şebab gibi taşeronlar, Müslümanların sıkıntılarını ve hassasiyetlerini istismar ederek, İslam’a karşı yürütülen kampanyalara malzeme üretiyorlar”!
Cumhurbaşkanı, bir Müslüman olarak, bu tür terör örgütlerini “İslam dışı” olarak görüyor.
Bu da anlaşılabilir bir şey.
Ancak, burada önemli bir hata da var: Bu tür örgütleri, “İslam’a karşı yürütülen kampanyanın proje ürünü” olarak nitelemek, böyle tanımlamak, sorunun gerçek nedenlerini gözden kaçırmaya da neden oluyor.
Havuz medyasında, Cumhurbaşkanı’na yakın gazeteciler alenen “Başbakan Ahmet Davutoğlu ile işlerin yürümediğini” filan söylüyorlar.
Başbakan da bunları “AKP’yi medya aracılığıyla dizayn etme çabası” ile suçluyor.
Ben, Başbakan’ın, Cumhurbaşkanı’nın arzusu hilafına bir işe girişeceğini hiç düşünmedim.
Çünkü siyasi olarak Davutoğlu’nun gücü, Cumhurbaşkanı ile kıyaslanabilecek durumda değil.
Oysa önceki gün Türkiye siyasetinde deyim yerindeyse yer yerinden oynamıştı.
Muhalefet partileri, sivil toplum kuruluşları tepkilerini ortaya koymuştu.
AKP sözcüleri böyle bir hazırlıkları olmadığını, laiklik ilkesinin vazgeçilmez olduğunu açıklamışlardı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Bizim görüşümüz belli” dedikten sonra bu tartışmanın “gündemi başka yerlere çekme niyeti” olduğunu söylemişti.
Meclis Başkanı, “Müslüman bir ülke olarak neden kendimizi dinden arındırma, geri çekme durumunda olacağız? Bir İslam ülkesiyiz. Bu nedenle dindar bir anayasa yapmalıyız” dedi.
Daha önce “dindar anayasa” diye bir kavram hiç duymamıştım.
Namaz kılan, pazarları kiliseye giden, sinagogda dini törenlere katılan, tapınağa çiçekler sunan bir anayasa var mı acaba?
Demek ki anayasa hukuku derslerini bize boşuna okutmuşlar.
Birisinin yüzüne karşı bu kelimeleri kullanacak olursanız en iyi ihtimalle benzeri sözlere muhatap olursunuz.
Kötü ihtimal kafanıza bir şey atılması olabilir ki şiddete eğilimli bir toplumda böyle bir tepkiyle karşılaşmanız da yadırganmaz.
Ancak Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın avukatları, bu sözlerin ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiği kanısındalar.
Ama onlar bu kanıdalar diye sakın ola ki siz aynı sözleri tanıdık, tanımadık kimse için kullanmaya kalkmayın derim yine de!