Paylaş
Çünkü Türkiye’den de 10 kişi ve 101 şirket ile ilgili banka hesapları olduğu söyleniyor.
Elbette bu kişilerin ya da şirketlerin hepsinin kirli işler nedeniyle paralarını offshore hesaplarda tuttuklarını söyleyemeyiz.
Geçmişte yaşadığımız bankacılık krizlerinde ortaya çıktı ki sıradan Türkler bile faiz uğruna offshore bankalara para yatırabiliyorlar.
Öte yandan bir kez daha göreceğiz ki, bu işin siyasi ve hukuki sonuçları sadece demokrasisi gelişmiş, şeffaf ülkelerde olabilecek.
Oralarda kirli işler çevirenlerin yakalarına adalet yapışacak ve hesabını soracak.
Ama demokrasisi yeterince gelişmemiş, şeffaf olmayan, düzgün işleyen bir hukuk düzeni olmayan ülkelerde böyle bir hesaplaşma asla olmayacak.
Bakın Ruslar şimdiden Putin ve ailesi ile ilgili hesapların “CIA oyunu” olduğunu söylemeye başladılar.
Dünyanın başka yerlerindeki az gelişmiş demokrasilerde ve otoriter rejimlerde aynı şey olacağına şimdiden bahse girebilirim.
Bizde böyle bir şey ortaya çıkarsa bilin ki kabak “paralel–üst akıl ve onların yandaşlarına” patlayacaktır.
Zaten bugüne kadar da bu tür olaylardan dolayı hiçbir Türk, Türkiye’de ceza almadı.
Lockheed yolsuzluğundan başlayarak Deniz Feneri’ne, Siemes ve Smith Wesson’a, denizaltı alımlarına kadar yurtdışında kıyamet koptu, burada yaprak kımıldamadı.
Ayakkabı kutularında ele geçirilen, kaynağı belirsiz paraları bile iade ettik.
Onun için o on kişi ve 101 şirket her kimse bilsinler ki telaşa mahal yok.
Olur böyle vakalar, Türk adaleti aklar!
BİLEREK YARATILAN 'İKİ BAŞLILIK' GÖRÜNTÜSÜ
BAŞBAKAN Ahmet Davutoğlu, Diyarbakır’da gazetecilerle sohbet ederken “PKK, 2013 Mayıs’ına dönerse her şey yeniden konuşulabilir” dedi.
Başbakan, bunun için PKK’nın silahlı unsurlarını Türkiye dışına çıkarması gerektiğini belirtti.
Başbakan’ın bu sözleri söylediği sırada Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ABD’de bulunuyordu.
Cumhurbaşkanı da dönünce Kızılay Genel Kurulu’nda bir konuşma yaptı.
Bu konuşmasında “Çözüm süreci başlamalı” diyenleri oldukça ağır sözlerle eleştirdi. Bu görüşte olanların PKK’nın güdümünde hareket ettiğini belirtti.
Ve sonra şunu söyledi:
“Biz çözüm süreci dedik, onlar aldattılar. Onların hiçbir sözüne güvenilmez artık, bitti. Ortada müzakere edilecek de, görüşülecek de bir konu yoktur.”
Devletin zirvesindeki iki kişinin, iki gün arayla birbirinin tam tersi sözler söylemiş olmaları gerçekten ilginç.
Belli ki Cumhurbaşkanı ile Başbakan, Güneydoğu’da aylardır süren ve kentlerin yıkılmasına, yüzlerce cana mal olan bir konuda farklı düşünüyorlar.
Normal olarak bu konuda yetki Başbakan’ın olmalı.
TBMM’ye karşı sorumlu olarak icranın başında o var çünkü.
Ama yine biliyoruz ki Türkiye’de işler artık “normal” değil.
Bir de “paralel icra” oluştu ve bu icranın başında da Cumhurbaşkanı var.
Böyle önemli konularda bile farklı şeyler söyleyebiliyorlar.
Cumhurbaşkanı, Başbakan’ı sıkça bu durumlara düşürüyor.
Kendi seçip partinin başına getirdiği ve Başbakan yaptığı bir insan ile böyle temel konularda görüş ayrılıkları içinde olmaları da biliyoruz ki mümkün değil.
Ama Cumhurbaşkanı, bilerek böyle bir “iki başlılık” görüntüsü yaratıyor.
Amacının ne olduğunu biliyoruz:
Bu sistemin “iki başlılık yarattığını” herkese göstermek istiyor ki yapılacak anayasa değişikliğinde “tek adamlık” hayaline kamuoyunda destek yaratabilsin.
'ÜST AKIL' KİM?
ABD Başkanı Obama, bir soru üzerine şöyle konuşmuştu:
“Gerçek olan bir şey var ve bunu doğrudan da söyledim: Türkiye’deki bazı eğilimlerden rahatsız olduğum bir sır değil. Ben basın özgürlüğüne, din özgürlüğüne, hukuk ve demokrasiye güçlü bir şekilde inanıyorum.”
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da Obama’nın “gıyabında konuşmasından üzüldüğünü” söyledi.
Cumhurbaşkanı, üzüntüsünün nedenlerini gazetecilere şöyle açıkladı:
“Kanaat önderleriyle Adalet Bakanlığımızın açıklamasını paylaştım. Dinlediklerinde, aslında söyleyecek sözleri kalmıyor. Ama farklı bir söz de söyleyemiyorlar. ‘Ülkenin Cumhurbaşkanı bunların çoğunun terörle bağlantılı olduğunu açıklıyor, peki bu durumda neyi savunuyoruz’ diyemiyorlar. Üst akıl dediğim olay da bu zaten. Üst akıl, Türkiye üzerinde oyun oynuyor. Türkiye’yi bölmek, parçalamak, güçleri yeterse yutabilmek. Diyarbakır’da 7 kardeşimiz şehit oldu. Ama burada konuştuklarımızdan Türkiye’deki terör saldırılarına değinenler sadece bir-iki kişi. Lahor’a değinen de sadece bir kişi oldu. Diğerlerinin tümü sadece Paris ve Brüksel’deki saldırıları konuşmakla yetiniyor. Halbuki biz terör nedeniyle 40 bin can kaybı yaşamış bir ülkeyiz. Bunun adeta görmezden gelinmesi kabul edilemez.”
Doğrusunu isterseniz, Bu iki konuşma arasında bir ilişki kuramadım.
Obama, Türkiye’deki özgürlükler ile ilgili otoriterleşme eğiliminden rahatsız olduğunu söylüyor.
Cumhurbaşkanı ise oradan yola çıkıp Lahor bombalarına, Batı’daki çifte standartlara, Diyarbakır’daki şehitlere geliyor.
Ve dönüp bütün bunları “üst akıl” diye hayali bir şeye bağlıyor.
Bu üst akıl kim? Neden Türkiye’nin bölünmesini istiyor? Obama ile ilişkisi nedir? Nasıl bir güce sahip?
Bana öyle geliyor ki işin içine böyle esrarengiz “üst akıl” gibi bir güç karıştırarak, asıl konu yani Türkiye’deki otoriterleşme eğilimine yönelik eleştiriler geçiştirilmeye çalışılıyor. Olan biten, bundan ibarettir.
Paylaş