“Bugüne kadar darbe anayasalarına mecbur bırakılmış milletimizin ilk defa sivil bir anayasaya kavuşmasına milletvekillerinin destek vereceğine inanıyorum” dedi.
Başbakan her fırsatta anayasanın “demokratik ve sivil” olacağını söylüyor.
Bu nasıl olacak gerçekten merak ediyorum.
AKP’nin hazırlayacağı yeni anayasanın temel özelliklerinin neler olacağını artık biliyoruz.
Savcılık böyle iddia ediyor.
Doğan Grubu’nda çalıştığım için eş-dost da haliyle bana soruyor: “Bu işin sonu nereye varır.”
Şöyle yanıtlıyorum: “Türkiye’de hâlâ hukuk varsa, kanunlar varsa hiçbir şey olmaz.”
Ceza hukukunda önemli bir kavram var. Evrensel ve Roma kadar eski bir kavram bu.
Mahkeme bu kararını verirken “savunmalarının alınmış olması ve mevcut delil durumu gözetilerek, sanıkların mağduriyetlerine sebebiyet verilmemesini” gerekçe gösterdi.
Tutuksuz yargılamanın esas olduğunu, delilleri karartma ve kaçma olasılığı bulunmayan insanların tutuklu yargılanmalarının yanlış olduğunu hep yazıp çiziyoruz.
Mahkeme de belli ki bu kanaatte ve delil durumunu da yeterince inandırıcı görmediğinden olsa gerek, tutuksuz yargılama kararı vermiş.
Yalnız dikkatinizi çekmek istediğim husus şu: Bu kişiler, IŞİD Türkiye’nin üst düzey yöneticileri olma suçlamasıyla yargılanıyorlar.
Öte yandan, aynı adalet sistemi, akademisyenler bildirisine imza attıkları için üç akademisyeni tutuklamış bulunuyor.
Akademisyenlere atılı suç “terör örgütünün propagandasını yapmak”.
Yılmaz, bunun fedakârlık ve çalışkanlık bakımından olduğunu söylüyor ki adliyelerimizin iş yükü dikkate alındığında haklıdır da.
HSYK Başkanvekili “Türk yargıcı Avrupalı ve Amerikalı yargıçların bilgi ve birikim olarak altında değildir” de diyor.
Bilemiyorum, yargıçlar arasında bir bilgi yarışması düzenlenmediği için bunun kesin bir yanıtını veremeyiz.
Ama yargıçlarımızın da en azından kendi ülkelerinin mevzuatına hâkim olduklarını varsaymalıyız zaten.
Zarrab’ın, ABD bankacılık sistemini dolandırarak karapara akladığı, İran’a yönelik ambargoyu deldiği iddia ediliyor.
Aslında iddia ediliyor sözü de biraz tuhaf kaçıyor bu işte.
Çünkü biz burada biliyorduk ki, Reza Zarrab, İran’a yönelik ambargoyu Halkbank aracılığıyla ve “altın ve değerli taş ticareti” ile deliyordu.
Türkiye’de rahatça çalışabilmek için bakanları maaşa bağladığı, saat gibi pahalı hediyeler verdiği, elbise torbalarında, ayakkabı kutularında rüşvet dağıttığı bir sır değildi.
17 Aralık soruşturması sırasında bütün bunlar, kayıtlarıyla belgeleriyle ortalığa dökülmüştü.
O dönemin Halkbank genel müdürünün evinden de ayakkabı kutularında, banyo keseleri içinde milyonlarca liralık döviz ele geçirildiğini de hatırlıyoruz.
Reza Zarrab ve suç ortakları, Türkiye’de paçayı kolayca kurtardılar.
Ailesi 2013 yılında kayıp başvurusunda bulunmuş. IŞİD’e katılmak için Suriye’ye geçtiği biliniyor.
2015 yılında Suriye’den Türkiye’ye tekrar dönmüş. Sonra İstanbul’a gelmiş, bir gece otelde kalmış ve ertesi gün canavarca eylemini gerçekleştirmek için İstiklal Caddesi’ne çıkmış.
Tıpkı kendisinden önce meydanları kana bulayan IŞİD’ci teröristlerin öyküsü gibi.
Bundan öncekiler için de kayıp başvuruları yapılmıştı. Suriye’ye gidip IŞİD’e katıldıkları biliniyordu.
Sonra kolayca geri dönmüşlerdi. Hatta bir tanesi eylemden önce polisin eline de geçmiş ama bırakılmıştı.
İşledikleri cinayetlerden sonra kimliklerinin kolayca tespit edilebiliyor olması da bir başka önemli not.
Yani bu kişilerin kim oldukları, neleri yapabilecekleri biliniyordu.
“Mutluluğun bir tek türü vardır, ama mutsuzluk bin bir şekilde ve büyüklükte gelebilir.” (Doğan Kitap, Çeviren: Hüseyin Can Erkin.)
Geçtiğimiz yazın başından beri toplumumuzda gözle görülür, elle tutulur bir mutsuzluk var.
Ağır bir atmosfer içinde yaşıyoruz.
Bir yandan şehit cenazeleri, diğer yandan vahşice katledilen sıradan masum insanların haberlerini okuyoruz.
Sosyal medyada, mesaj gruplarında, e–posta zincirlerinde aynı şey dönüp durdu.
Bilmem neredeki polis baskınında şu kadar Kalaşnikof ele geçirilmiş.
Hafta sonunda İstanbul’da olmak çok tehlikeliymiş, mümkünse şehir dışında bir yerlere gitmek gerekiyormuş.
Bilmem hangi ülkenin istihbarat servisi, buradaki vatandaşlarını uyarmış, “Sakın kalabalık yerlere gitmeyin” demiş.
Çocukların okula gönderilmemesini tavsiye eden mi ararsınız, bugün işe gidilmemesi gerektiğini söyleyen mi?
Arada bir de bu palavraların başına “kesin bilgi” notu da ekliyorlar ki söyledikleri ciddiye alınsın.
Bütün bunlar, Almanya’nın temsilciliklerini ve Alman Lisesi’ni tatil etmesinin ardından daha da köpürdü.