Paylaş
Sanki 14 yıldır memleketi onlar yönetmiyormuş gibi, olup biten her şeyden başkaları sorumlu.
Mesela İstanbul’u 1994 yılından beri, 22 yıldır bizzat Recep Tayyip Erdoğan yönetiyor.
Belediye Başkanlığı’ndan sonra Başbakanlığı döneminde de, şimdi de İstanbul’da ondan habersiz kuş uçmuyor.
Ama bakın Başbakan Ahmet Davutoğlu, geçtiğimiz cuma günü ne dedi:
“İstanbul’u korumaktan daha aziz bir görevimiz olamaz. Bizim ve hepimizin asli görevi, bu şehri, emanet olarak devraldığımız bu şehri gelecek nesillere en iyi şekilde bırakmaktır. Mimar Sinan’dan ders almış olsaydık, bu aziz şehre, bu aziz şehrin doğasına, dokusuna, tarihine uymayan eserler yapıp şirk koşmazdık.”
Cumhuriyet tarihinin neredeyse dörtte birinde bu şehri kendileri yönettiler, her yeri rant uğruna alışveriş merkezleriyle, gökdelenlerle doldurdular ve
Başbakan hâlâ çıkmış İstanbul’un siluetini korumaktan söz edebiliyor.
Memleketin bir köşesinde kentler, taş üstünde taş kalmayacak şekilde yıkılıyor, her gün şehit cenazeleri kalkıyor.
Kentlere, kasabalara tonlarca cephane, bomba yığınağı yapılmış.
Bunun sebebi de kendilerinin “barış süreci” boyunca valilere “dokunmayın” talimatı vermiş olması.
Ama bakıyorsunuz, hiç oralı değiller. Sanki bu ülkeyi onlar yönetmiyormuş da başkaları yönetiyormuş gibi demeçler birbirini kovalıyor.
Karaman’da kaçak bir öğrenci yurdunda küçük çocuklar istismara uğradı. O yurtlardan ne Vali’nin haberi var, ne Milli Eğitim Müdürü’nün.
Türkiye’nin her yeri böyle yurtlarla dolu. İlk iş bütün bu yurtları denetlemek, ne olup bittiğini iyice anlamaya çalışmak yerine dertleri, yurdun sahibi vakfı korumak.
Öyle de ustalar ki yurtları bıraktık, Kemal Kılıçdaroğlu’nun bir sözü üzerine fırtınalar kopuyor.
Merkez Bankası Başkanı’nı kendileri seçip tayin ettiler. O günden beri ekonomide kötü giden her şeyin sorumlusu Merkez Bankası!
“İstikrar için tek parti iktidarı şarttır” diyorlardı, tek başlarına iktidarlar ve aralarında anlaşıp bir Hazine müsteşarı dahi tayin edemiyorlar.
Uzaydan gelen birileri, söylediklerine bakacak olursa bu partiyi muhalefette zannedebilir, aynen o durumdalar.
ANKARA’DA TATLI BİR TELAŞ!
SUUDİ Arabistan Kralı Selman, resmi bir gezi için Ankara’ya geldi.
Şu anda Ankara’da tatlı bir heyecan yaşanıyor olmalı.
Hatırlayacaksınız, yıllar önce bu köşede yazmıştım.
Suudi kralları ziyarete geldikleri ülkede son derece bonkör davranıyorlar.
Üst düzey devlet yetkililerine ve eşlerine pahalı armağanlar getiriyorlar.
Korumaları ile görevli personele sıkı bahşiş dağıtıyorlar.
Hatta bir keresinde bir jandarma subayı, koruma görevleri nedeniyle kendilerine verilen bahşişi kabul etmeyince, ufak çapta bir kriz bile yaşanmıştı, hatırlarsınız.
Biliyorsunuz memleketimizde bir da kanun var:
Mal Bildiriminde Bulunulması, Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanunu!Bu kanuna göre seçimle işbaşına gelen kamu görevlilerinin yabancılardan aldıkları ve değeri asgari ücretin 10 katını aşan hediyeleri, alındıkları tarihten itibaren bir ay içinde kurumlarına teslim etmek zorundalar.
Seçimle işbaşına gelen kamu görevlilerinin eşlerine verilen hediye niteliğindeki eşyanın da 10 gün içinde, değer tespiti yapılması için defterdarlıklara teslim edilmesi gerekiyor.
Ama bugüne kadar bu konuda bir adım atıldığına hiç tanık olamadık.
Ben eski kralın verdiği hediyelerin akıbetini ilk olarak 18 Aralık 2007 tarihinde sordum.
Hâlâ bir yanıt alamadık.
Ne dersiniz, bu kez tarihin değiştiğine ve bu hediyelerin beyan edildiğine tanık olabilecek miyiz?
YALAN EN BÜYÜK SİLAHLARIDIR
SİYASAL İslam’ın en önemli özelliklerinden birisi de peynir–ekmek yer gibi kolayca yalan söyleyebilmesidir.
Bunun bir sürü örneğini bulabiliriz.
En yakınlardan aklımızda kalan Kabataş yalanıydı.
“Üstleri çıplak, deri pantolonlu, başlarında siyah bandanalar olan, eldivenli 50–60 erkek, sırf türbanlı diye bir kadını taciz etmiş, üzerine işemiş ve pusetteki bebeğini havaya fırlatmış” diye uydurmuşlardı.
Bu cinsel fantezinin bir yalan olduğunun ortaya çıkmasına rağmen, ısrarla yalanlarını sürdürmüş, sonra da içlerinden bazıları çıkıp “Bu işi iyi idare edemedik” diye yazmıştı.
Dün de devlet büyüklerimiz nezdinde son derece itibarlı olan Yeni Akit gazetesinde Abdurrahman Dilipak şunu yazabildi:
“Mustafa Kemal döneminde ilkokul seviyesinde bira dağıtılırdı. Rakı ‘aslan sütü’ idi. Milli içkimizdi. ‘Tekel’ bu anlamda ‘Milli!?’ bir görev ifa ediyordu.
Vatandaşa eroin satılıyordu hem de reklam yapılarak.
‘Bira anne sütü kadar değerli’ idi. Millet askeri de tiryaki yapıldı.”
Yalanın bu kadarını hayal edebilmek için nasıl bir kafa yapısı gerekiyor belli.
Abdurrahman Bey, bu yazdıklarının bir tanesi ile ilgili bir küçücük belge gösteremez.
Ama kolayca bunu yazabiliyor.
Neden acaba?
Okuyucularını “bidon kafa” zannettiği için mi?
Paylaş