Bu kanunları uygulamak durumunda olanların, en başta da yargının sorunlara nasıl yaklaştığı ile ilgilidir.
Türkiye’de yargı bugüne kadar özgürlükleri genişletici yorumları tercih etmedi.
Demokratik hakların kullanımı açısından sorun olan kanunların her değiştiğinde, yargı mevzuatın içinden yeni bir madde bulup çıkardı, hep başa döndük.
Biliyorsunuz Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin içtihatları, Anayasamıza göre artık bir iç hukuk kuralı sayılıyor ama yargımız bu kararları bile görmezden gelebiliyor.
Gazeteci yazar Ahmet Altan’a bir köşe yazısı nedeniyle verilen mahkûmiyet kararı bunun en son örneğidir, bununla ilgili görüşlerimi bu köşede yazmıştım.
Dün Milliyet’te Gökçer Tahincioğlu’nun haberinden öğreniyoruz ki Yargıtay Başsavcılığı, şike davası ile ilgili olarak yazdığı tebliğnamede “Basit suç şüphesi bile iletişimin takibi için yeterlidir, kuvvetli şüpheden kasıt basit suç şüphesidir” diyor.
Anayasamız haberleşme özgürlüğünü temel bir hak olarak kabul ediyor. Bu nedenle vatandaşların telefonlarını, e–postalarını, mektuplarını izleyebilmek için mahkeme kararına ihtiyaç var.
Siz soru sorarken, ben cevap verirken geriliyorum” demiş.
Bu devirde gazetecilerin soru sorarken “gerilmelerinde” şaşılacak bir durum yok, “zamanın ruhu” medya üzerinde ağır baskıyla da kendisini gösteriyor, gerilimin nedeni bundandır.
Meselemiz neden herkesin tef gibi gerildiği bir ülkede yaşıyor olduğumuzdur.
Acaba bunda ülkeyi yöneten ekibe başkanlık eden kişinin, toplumu “onlar–bizler” diye ikiye bölmesi olabilir mi?
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Dolmabahçe’deki çalışma ofisinin penceresinden dışarı baktığında Boğaz’ın güzelliklerine dalıp zihnini ve gözlerini dinlendireceğine, Kadıköy vapurundan inen insanların kılık kıyafetlerinden bile rahatsız oluyorsa, insanlar gerilmesinler de ne yapsınlar?
Sorun Başbakan’ın tef gibi gergin olmasında.O gerginlikle öyle sesler veriyor ki bütün toplumun akordu bozuluyor.Aslında gerilmesi için hiçbir neden yok.
Başbakanlığını, meşruiyetini tartışan kimse yok.
Bu sözlerini Bakanlar Kurulu toplantısının ardından “hükümet sözcüsü” sıfatıyla yaptığı için, bu bir hükümet politikası olarak ilan ediliyor.
Arınç bu açıklamasında şunu da söyledi:
“Belirli bölgelerde emrivakiler yoluyla de facto durumların yaratılmasının Suriye’nin birlik ve beraberliği üzerinde son derece olumsuz neticeler doğuracağı açıktır.”AKP hükümetinin “Suriye’nin birlik ve beraberliği” konusunda bu kadar hassas olması yeni bir durum!
Suriye’de bir içsavaşa dönüşen ayaklanmanın taraflarından biri olan Özgür Suriye Ordusu’na mülteci kampında karargâh kurma izni verileli şunun şurasında iki yıl ancak oldu.
Bu işin başından beri her türlü gösterge, bugün nelerin olabileceğine işaret ediyordu aslında.
Türkiye–Suriye sınırı kevgire döndürülüp, Ortadoğu’nun Peşaver’i haline getirilirken de “Suriye’nin birlik ve beraberliği” söz konusu değil miydi?
Ortaya çıkıyor ki hükümet, Mısır’da bir askeri darbenin gelmekte olduğunun farkında olmadığı gibi, Suriye’de de nelerin olabileceğinin farkında değilmiş.Belli ki Ortadoğu’da Arapların ağabeyi olma hayalleri gözlerinin kör olmasına neden olmuş.
Hatırlayacaksınız Ahmet Hakan da eskiden avukatı olan Aslan’ı “halim selim birisi” olarak tanıdığını yazmıştı.
Zeyid Aslan ve ailesiyle Kübra Par’ın yaptığı söyleşiyi Habertürk gazetesinde okudum.
Aslan “öfke kontrolü için psikoloğa gideceğini” söylüyor.
Bir siyasetçi için cesur sözler. Kendisini hiç tanımam ama sadece bunu açık yüreklilikle söylediğine bakarak samimiyetine de inandığımı söyleyeyim.
Aslan “öfke kontrolü” dersleri alırken fırsat bulup kendisini bu hale neyin getirdiğini de sorgulamalı.
Bulacağı yanıtlardan biri de kuşkusuz ki “içinde bulunduğu siyasi ortam” olacaktır.
Başbakan’ın frenleri boşalmış öfkesinin yarattığı siyasal iklimin bir kurbanı olduğunu görecektir.Dilerim, alacağı dersler işe yarar, milletvekili olarak sorumluluğunun sadece kendisine oy veren insanlara karşı olduğunu, gözü kapalı bir şekilde Başbakan’ın peşine takılmasının yanlışlığını görür.
Bir ibadeti yerine getirdiği için huzur içinde oruçlarını açıp dualarını edecek insanlara verdiği mesajların ne bu ayın anlamıyla ne de oruç ibadetinin gerekleriyle ilgisi var.
Her konuşması öfkeyle dolu, ayrımcı, huzur bozucu!Aklına estikçe “Ben herkesin başbakanıyım” diyor ama iftar sohbetlerinde dilinden “biz” ve “onlar” kelimeleri düşmüyor.
Sanki iki ayrı Türkiye var: Birisi Başbakan’ın “biz” diye tanımladığı kişilerden oluşuyor, ötekisi “onlar” diye tanımladığı kişilerden.
Sözleri “biz” diye tanımladığı kişiler ile “onlar” diye tanımladığı kişiler arasında nefret ve düşmanlık yaratmaya yönelik.Bunu üstelik bir iftar sofrasında yapıyor.
Geçen gün de imam hatip mezunlarını bir araya getiren derneğin iftarında, “biz” diye tanımladığı kişileri, demokratik protesto hakkını, tencere–tava çalarak barışçı bir şekilde kullanan insanları savcılıklara şikâyet etmeye çağırdı.
“Yargıda onlar mücadele etsin. Yıllarca biz mücadele ettik. Şimdi onlar mücadele etsin. Yargıda hakkımızı arayacağız. Hakkınızı, hakkımızı aramadığımız sürece daha boynumuzda çok boza pişirirler” dedi.
Bu çağrısı başarıya ulaşırsa Türkiye’nin bir yarısı, diğer yarısıyla mahkemelik olacakmış, umurunda bile değil.
“Türkiye’de bir, iki, üç, dört kişi polise şiddet uygularken ölüyor” diyor.
Çok da sağlıklı olduğunu söyleyemeyeceğimiz bir
bakış açısı.
Ölüye saygı yok, ölenlerin yakınlarının acılarını paylaşmak yok, gencecik insanların gereksiz bir şiddetle öldürülmüş olmalarına ilişkin içinde en ufak bir acı yok.Gerçekleri tahrif
etmek var!
Ethem Sarısülük’ün polisin açtığı ateş sonucunda öldürülmesine ilişkin görüntüleri inceleyen bilirkişilerin raporu açıklandı.
Göstericilerin önünde havaya ateş açan polis, savcı ne kadar aksini iddia etse de silahını daha göstericiler üzerine gelmeden çekmiş.
Hubyar Sultan Alevi Kültür Derneği Başkanı Ali Kenanoğlu, “Sayın Başbakan dörtdörtlük bir Alevi olmak yerine iyi bir başbakan, hak hukuk tanıyan iyi bir yönetici, ayrımcılığı ortadan kaldıran, vicdan sahibi iyi bir insan olmayı hedeflemelidir” diye yanıtladı.
Doğrusunu isterseniz Alevilik hakkında çok bilgim de yok. Alevilik sadece Hz. Ali’yi sevmek ile izah edilebilir mi, başka önemli ayrıntılar da var mıdır, bilmiyorum.
Ama şunu merak ettim, Başbakan, Hazreti Ali’yi şu ya da bu nedenle sevmiyor olsaydı, Alevilerden hoşlanmayacak mıydı?
Demokrasilerde seçilmiş yöneticilerin kişileri ya da toplumsal grupları sevip, sevmemesinin bir önemi olmamalıdır.Sevebilir ya da sevmeyebilir, bu kişisel duygularıyla ilgilidir. Kişisel duygularını seçilmiş bulunduğu görevi yerine getirirken işin içine karıştırmadığı sürece bu kimseyi ilgilendirmez. Zaten kişisel duygularını işin içine karıştırmıyorsa, onun ne hissettiğinden haberimiz bile olmaz.
Demokrasilerde seçilmiş yöneticiler, sevmeseler de, sevseler de kendilerine oy vermeyen kişilere ya da gruplara “empati” ile yaklaşırlar.
Onları anlamaya çalışırlar, onların sıkıntılarını, dertlerini çözmeyi kendilerine görev bilirler.
Vatandaşların homoseksüel olmasının da önemi yoktur, farklı etnik ya da dini gruplara mensup olmaları da fark etmez.
Açıklamasında bir gün önce “esnaf adına açıklama yapanlar” ile ilgili şunu söyledi:
“Buradan esnaf adına söz söyleyenleri Beyoğlu’nda tanıyan bir esnafa bile rastlamadığımızı belirtmek isteriz. Beyoğlu esnafı olarak bugün odalara, birliklere, gruplara soruyoruz. Yıllardır neredeydiniz? Ne oldu da esnaf dostu oldunuz?”Beyoğlu Belediyesi açıklamadan bir saat sonra Konar’ın sahibi olduğu Muaf Cafe’yi, Encümen kararıyla 3 gün kapattı, karar zabıta ekiplerince uygulandı.
Konar’ın hatası iki tane bistro masasının kafenin önüne konulmuş olması, Beyoğlu’nda sıkça rastlanan bir durum yani. Genellikle de 89 lira para cezası kesiliyor.
Konar’ın işletmesi kapatıldı, çünkü ileri demokrasi döneminde aklına geleni söylemenin tehlikeleri var tabii.Kim kafasını kaldırırsa şu ya da bu şekilde cezalandırılacak ki “usta”nın mutlak iktidarına giden yolda engeller temizlensin.
Faşizm böyle gelişir çünkü. Sesini yükseltenleri buna pişman edeceksiniz ki başkaları da ondan kendine ders çıkarsın, muhalefeti, aykırı düşünmeyi aklına bile getirmesin.Her şafak vakti Türkiye’nin değişik kentlerinde, polis ekipleri sayıları 50’den az olmayan insanları gözaltına alıyor, evlerinde aramalar yapıyor.
Türkiye bir cadı avı sahnesine dönüştürülmüş, uyduruk “terör örgütü üyeliği” suçlamasıyla insanlar cezalandırılıyor.Beyoğlu’ndaki uygulama da bunun belediye eliyle yürütüleni, hepsi bu!
Ulaştırma Bakanı Yıldırım’ın yanıtları
ÜÇÜNCÜ Boğaz Köprüsü