Paylaş
Bu kanunları uygulamak durumunda olanların, en başta da yargının sorunlara nasıl yaklaştığı ile ilgilidir.
Türkiye’de yargı bugüne kadar özgürlükleri genişletici yorumları tercih etmedi.
Demokratik hakların kullanımı açısından sorun olan kanunların her değiştiğinde, yargı mevzuatın içinden yeni bir madde bulup çıkardı, hep başa döndük.
Biliyorsunuz Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin içtihatları, Anayasamıza göre artık bir iç hukuk kuralı sayılıyor ama yargımız bu kararları bile görmezden gelebiliyor.
Gazeteci yazar Ahmet Altan’a bir köşe yazısı nedeniyle verilen mahkûmiyet kararı bunun en son örneğidir, bununla ilgili görüşlerimi bu köşede yazmıştım.
Dün Milliyet’te Gökçer Tahincioğlu’nun haberinden öğreniyoruz ki Yargıtay Başsavcılığı, şike davası ile ilgili olarak yazdığı tebliğnamede “Basit suç şüphesi bile iletişimin takibi için yeterlidir, kuvvetli şüpheden kasıt basit suç şüphesidir” diyor.
Anayasamız haberleşme özgürlüğünü temel bir hak olarak kabul ediyor. Bu nedenle vatandaşların telefonlarını, e–postalarını, mektuplarını izleyebilmek için mahkeme kararına ihtiyaç var.
Yargıtay Başsavcılığı’nın bu görüşü bir Yargıtay içtihadı haline gelecek olursa, Anayasa’nın ilgili maddesini tamamen rafa kaldırmak da mümkün olacak.
Türkiye’de polis ve jandarma suçu takip ederken son yıllarda neredeyse tek araç olarak iletişimin takibi yöntemini kullanır hale geldi.
Bunda mahkemelerin önlerine gelen dinleme isteklerini, araştırıp soruşturmadan kabul etmesinin rolü var.
Sahte isimlerle yapılan dinleme başvuruları bile kabul edildi. Böylece Türkiye, Batılı demokrasiler içinde yüz binlerce insanın telefonunun dinlendiği bir ülkeye dönüştü.
Oysa bu konuda iç hukukumuzu bağlayıcı çok sayıda içtihat var.
Başka somut delillerle desteklenmediği sürece telefon dinlemeleri bir suçun varlığını kanıtlamak için yeterli değildir.
Telefonda söylenen bir sözün ne anlama geldiğini, polis ve savcılıklar “niyet okuma” yöntemiyle değerlendiriyor ve bunlara da büyük suç kanıtları gibi bakıyor.
Savcılığın tebliğnamesinde “örgütlü suçlarda delil toplama olanağının sınırlılığı” da vurgulanıyor.
Söz konusu dava şike iddiası ile ilgili ve ortada el değiştiren para yoksa ancak niyetten söz edilebilir.
Bugünün teknoloji olanakları, bankacılık sisteminin gelişmişliği de dikkate alınırsa, para en kolay takip edilecek suç araçlarından biridir.
Savcılık bunun peşine düşmeliydi. Bunu yapmak yerine bütün vatandaşların temel bir özgürlüğünü sınırlamaya varacak yorumlara gidilmesi, bu ülkenin bir karanlıklar ülkesine dönüşmesine neden olur.
Sorun otoriterleşme isteği görüntüsünde
DÜNYACA tanınmış sanatçıların Gezi olaylarından sonra Türkiye’de yaşananlar ile ilgili olarak The Times gazetesine verdikleri ilan, AKP çevrelerinin ve hükümetin tepkisini çekti.
Hüseyin Çelik, “Sıkılmasalar hepimiz Atatürkçüyüz, Kemalistiz diyecekler” diye tepkisini ortaya koydu, ne alakaysa! Yalçın Akdoğan “Densizlik” dedi.
Doğrusunu isterseniz ilanda yer alan ve Hitler’in yöntemleriyle paralellik kuran ifadelerin gereksiz ve çok ağır olduğunu düşünüyorum.
Bugün Türkiye’de yaşadıklarımız ile Hitler’in Almanya’da iktidara gelmesinden sonra yaşananlar arasında bir paralellik kurmak doğru değil, sap ile samanı karıştırmaktır diye düşünüyorum.
Türkiye’de yaşadıklarımız özgürlük taleplerinin hükümet tarafından kendisine karşı girişilmiş bir yıkıcı eylem gibi görülmesinden kaynaklanıyor ve bugünkü hükümetin Hitlervari bir rejim peşinde olmadığı da açık.
Ama bunun böyle olması, Türkiye’de iktidar partisinin ve özellikle de Başbakan’ın otoriterleşme eğilimlerinin olmadığı anlamına da gelmiyor.
Vatandaşların özgürlük alanlarına ve yaşam biçimlerine örtülü ve açık müdahaleler ile Başbakan’ın “her şeyde tek yetkili başkan olma hayalleri” böyle bir tablo yaratıyor.
Yeni Anayasa’nın yapılmasının önündeki en büyük engel de hâlâ bu ve Başbakan içindeki tek yetkili başkan olma ateşini söndürmedikçe de böyle olmaya devam edecek.
AKP sözcüleri Hitler ile paralellik kurulmasına kızmakta haklı olabilirler ama unutmamalılar ki bu otoriterleşme eğilimi, dışarıdan bakıldığında başka türlü de görünmez.
Gezi olayları bahanesiyle başlatılan cadı avı, mahkemelerde savunma hakkı ihlallerinin her gün ortaya çıkması, telefonları dinlenen, her hareketleri takip edilen insanların yaşadığı bir ülke, bir demokraside yaşayan ve dünya ile ilgili fikirleri olan insanları irkiltir.
Bu ilanı böyle değerlendirmeleri gerekir.
Fransa’dan alınacak ders
FRANSA’da bir kanun değiştirildi ve artık Cumhurbaşkanı’na kabalık etmek ya da küfretmek, otomatik olarak cezalandırılan bir suç olmaktan çıkarıldı.
Bu kanun 1881 yılından beri yürürlükteymiş.
Yeni kanuna göre, bu iddianın artık mahkemede kanıtlanması gerekiyor, mahkemede suç kanıtlanana kadar ceza verilmesi söz konusu değil.
Sarkozy aleyhine yapılan bir gösteride “Defol git ahbap” yazılı pankart taşıyan bir kişinin, para cezasına çarptırılması
bu kanunun değiştirilmesinde etkili olmuş.
Fransa parlamentosu, bu yasaklamanın ifade özgürlüğünün kısıtlanması anlamına geldiğine karar vermiş.
Bu haberin yayımlandığı gün Hürriyet’te bir vatandaşın, “Başbakanın aracına doğru tükürdü” iddiasıyla koruma polisleri tarafından tartaklanarak gözaltına alındığına ilişkin bir haber vardı.
Türkiye’de Batı standartlarında bir demokrasi olmadığının bir örneği daha!
Paylaş