Paylaş
Hatırlayacaksınız Ahmet Hakan da eskiden avukatı olan Aslan’ı “halim selim birisi” olarak tanıdığını yazmıştı.
Zeyid Aslan ve ailesiyle Kübra Par’ın yaptığı söyleşiyi Habertürk gazetesinde okudum.
Aslan “öfke kontrolü için psikoloğa gideceğini” söylüyor.
Bir siyasetçi için cesur sözler. Kendisini hiç tanımam ama sadece bunu açık yüreklilikle söylediğine bakarak samimiyetine de inandığımı söyleyeyim.
Aslan “öfke kontrolü” dersleri alırken fırsat bulup kendisini bu hale neyin getirdiğini de sorgulamalı.
Bulacağı yanıtlardan biri de kuşkusuz ki “içinde bulunduğu siyasi ortam” olacaktır.
Başbakan’ın frenleri boşalmış öfkesinin yarattığı siyasal iklimin bir kurbanı olduğunu görecektir.
Dilerim, alacağı dersler işe yarar, milletvekili olarak sorumluluğunun sadece kendisine oy veren insanlara karşı olduğunu, gözü kapalı bir şekilde Başbakan’ın peşine takılmasının yanlışlığını görür.
Zeyid Aslan’ın samimiyetine inanmamın bir nedeni de gazetede ailesiyle birlikte çektirdiği fotoğraf.
Fotoğrafta Zeyid Aslan’ın kızı dizine oturmuş, eşi de biraz arkalarında onlara tebessümle bakıyor.
Aslan’ın kızı Betül 15 yaşında, akranları gibi sempatik bir genç kız. Annesinin başı örtülü ama kendisinin değil. Aslan’ın ifadelerine göre saçının yarısını da kazıtmış, bazen eve geç geldiği de olurmuş, annesi ile bu konudaki tartışmalarında babası da kızının yanında saf tutarmış.
Tipik bir Türk ailesi kısacası!
Kızına karşı demokrat, sevecen ve hoşgörülü bir baba, belli ki kızını örtünmeye zorlamamış, o da “Babam siyasetçidir” diyerek kendine bundan vazife çıkarmamış.
İleride günün birinde örtünürse belli ki bu da kendi kararının bir sonucu olacak, aile baskısının değil.
Başbakan’dan başlayarak görmemiz gereken fotoğraf budur.
En yakınlarımızın bile yaşam tercihlerine karışma hakkımız yoktur. Herkesin bir hayatı var, onu yaşar.
Başkalarının hayat biçimlerine karışma çabası çekirdek ailede de, bütün bir toplumda da aynı sonucu yaratır: Çatışma, gerilim, sevgisizlik!
Dilerim memleketimizin baş azarlayıcısı da bir nefes alıp bu fotoğraftaki anlamı görmeye çalışsın!
Bindik bir alamete!
SURİYE’de yüz binlerce insanın ölümüne de neden olan içsavaşın bugün güney sınırımızda yarattığı sonucu görmemek için sanırım insanın adının Ahmet Davutoğlu ya da Recep Tayyip Erdoğan olması gerekiyordu.
Nitekim öyle de oldu.
Uzun sürmüş bir diktatörlüğün ancak baskı ve zulümle bir arada tutabildiği ülke giderek parçalanıyor, sonuçlarından biri de Kuzey Suriye’de kurulması eli kulağında olan özerk Kürt yönetimidir.
Daha önce söylenenler birer birer gerçekleşiyor.
Ve şimdi Türkiye’nin önünde iki seçenek var:
Güney sınırı ya El Kaide’nin Ortadoğu’daki Peşaver’i haline gelecek. Ya da özerk bir Kürt yönetimi kurulacak.
Suriye’nin merkezi idaresinin artık bu bölgeyi kontrolü çok büyük uluslar-arası müdahaleler olmazsa mümkün değil gibi.
Başbakan ve Dışişleri Bakanı, Suriye’nin kuzeyinde bir Kürt yönetimine izin verilmeyeceğini söylüyorlar. Bunu nasıl yapacaklar?
Bugüne kadar Suriye konusundaki diplomatik girişimlerinin birer birer duvara tosladığı gibi bu işte de seçenekleri yok.
Suriye’deki içsavaşa bir askeri müdahaleyle karışmak gibi bir çılgınlık kafalarının içinde dönüp durmuyorsa tabii!
Kuzey Suriye’de özerk Kürt yönetimini neden istemediklerini tahmin etmek zor değil.
Bölgede dört ülkeye dağılmış Kürtlerin, iki ülkede özerk yönetimlere sahip olmasının, özellikle Türkiye’nin bütünlüğü açısından yaratacağı sakıncaları hesap ediyor olmalılar.
Ama bu hesabı yapmakta geç kaldılar.
Türkiye’nin önünde artık bir tek seçenek var: Ülkenin hızla demokratikleşmesi ve ayrılıkçı Kürt hareketinin bu demokratikleşme içinde marjinalize edilmesi.
Bunun dışındaki her yolun yaratacağı sonuç Türkiye’yi artık uluslararası bir karakter de kazanan Kürt meselesinin içinde ateşe atmak olur.
Türkiye’nin öncelikli sorunu artık Suriye’nin “toprak bütünlüğü” değil, kendi bütünlüğünü korumaktır.
Milliyetçi öfke ve hamaset ile ayağa kalkmak değil, oturup sakince bu işin demokratik bir zeminde nasıl çözümleneceğini düşünmenin zamanıdır.
Ama talihsizliğimiz şu ki Başbakan da, Dışişleri Bakanı da rasyonel davranma yeteneğini kaybetmiş gibi görünüyorlar.
Şu andaki tabloyu özetleyecek bir tekerlememiz bile var: Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete!
‘Gezi’de Çay’
BAŞBAKAN Erdoğan’ın “Gezi Parkı’nda çay içme hayalini” okuyunca aklıma Bertolucci’nin ‘Çölde Çay’ filmi geldi.
Film, “insan ruhunun ıssızlığını ve yalnızlığını” sorgular.
Başbakan şimdi bir çay içmek için polis tarafından insandan arındırılmış bir parka gitmeyi düşünüyor.
Son günlerdeki konuşmalarına ve toplumu “bizler–onlar” diye ikiye bölme çabasına bakınca kendisini giderek yalnız hissetmeye başladığını düşünüyorum.
Yalnızlığını gidermenin yolu olarak toplumu ikiye bölmeyi bile göze aldığını görüyorum.
Çay içmek için Gezi’ye gittiğinde bir önerim var:
Fırsat bulmuşken kendisini bu koca ülkede neden giderek daha da yalnız hissetmeye başladığını sorgulamalı.
Paylaş