Bu 6 saatin müezzin için nasıl geçtiğini tahmin edebilmek zor değil.
Gazetelerde müezzinin “Ben din adamıyım, yalan söylemem. Camide içki içen birini görmedim” diye ifade verdiği de yazıldı.
Belli ki olayın hemen ertesinde MHP Kocaeli Milletvekili Lütfü Türkkan’a söylediklerini geri alması için baskı uygulanmış.
Bir demokratik hukuk devletinde kabul edilebilecek uygulama değildir.
Polisin görevi Başbakan’a mitinglerde söylediği sözler için kanıt yaratmaya uğraşmak hiç değildir.
“Elimizde camide içki içildiğine ilişkin görüntüler var” dediler, görüntü yok.
Olayın güvenilir görgü tanığı “Böyle bir şey görmedim” diyor.
AB Bakanı Egemen Bağış, Gezi Parkı eylemcilerinin ne kadar kötü insanlar olduğunu ispat etmek için AB büyükelçilerine aynı şarkıyı çalmış.
Ayakkabılığın üzerinde ezilmiş bira kutusundan başka bir şey gösterememiş ama!
İnsanın birazcık aklını kullanması, bu iddianın nasıl bir palavra olduğunu ve o ezik teneke kutunun oraya sırf provokasyon için konduğunu bulmasına yeterdi oysa.Ağır bir gaz saldırısına maruz kalmış, yaralanmış insanlar can havliyle camiye sığınırlarken yanlarında bir de âlem yapmak için bira mı getireceklerdi?
Öyle bir ortamda bunu kim akıl edebilir, akıl eden çıksa orada toplananlardan hangisi bunu hoş görebilir?Ama bunu düşünmek yerine hassasiyetleri kaşımak Başbakan’ın işine daha çok geliyor, çünkü amacı toplumu ikiye bölmek, iktidarını korumak uğruna topluma nefret tohumları saçmak.Oysa Türkiye’de AKP döneminde “camiye saygısızlık” olarak niteleyebileceğimiz çok olay oldu, bugüne kadar bunların konuşulduğunu bile duymadık.
Cami yaptırma derneklerinin sahte makbuzlarla para toplaması, cami tuvaletlerindeki uyuşturucu satışı–kullanımı ve tecavüz girişimleri gibi saygısızlıklar ve suçlar üçüncü sayfa haberi olmaktan ileri gidemedi.
Bir camide işlenebilecek en ağır suç sayılması gereken cinayet ve linç, üstelik önemli bir tarikatın camisinde işlendi, üzerinde durulmadı bile.
Bir provokasyon olduğu çok açık ezik bir kutunun camideki ayakkabılığın bırakılmasının en önemli konu haline gelmesi, toplumu bölme çabasından başka neye hizmet eder ki?
Eski filmi başa sarmayalım
“Yanında bebeğiyle şiddete uğrayan başörtülü kadını görmüyor.”Başbakan’ın gerçekleri işine geldiği gibi çarpıtmasına alışkınız ama bu kadarına da artık pes demek gerek!
Günlerdir bu konuyu konuşuyoruz ama İstanbul Emniyeti’nin bu konuyu açıklığa kavuşturmak için kılını kıpırdattığına ilişkin bir işaret almış değiliz.
İddialara göre ellerinde kamera kayıtları da var ama ortada bir tane sanık yok!Şu kişileri bulmak ne kadar zor olabilir?
1– Sayıları 70 ile 100 arasında, üstleri çıplak, ellerinde deri eldivenler, başlarında garip sargılar olan yetişkin erkekler. Üstelik kadının üzerine çişlerini de yapıp, arkalarında DNA izi de bırakmışlar.
2– Kadını korumaya çalışırken iddiaya göre öldüresiye dayak yiyen yaşlı adam ve yanındaki kızı. O kalabalıktan böyle “öldüresiye” dayak yedikten sonra en yakın hastaneye kaldırılmış olmalı zaten. En azından bölgedeki ambulanslarda tedavi görmüş olmalı.
İstanbul’da polis bu işlerin uzmanı!
Kamera kayıtlarını izliyor ve suçluları şıp diye yakalıyor.
Dün elini bir kademe yükseltti ve “Polisimiz Taksim’de destan yazdı” dedi!
Hızını alamadı “Polisimiz kurşun yiyor, karşılığında su ve biber gazı sıkıyor” diye de ekledi.
“Kahramanlık destanı” yazılırken gencecik kızlar yerlerde sürükleniyor, öylece duran insanların gözünün içine gazlar sıkılıyordu.İnsanların canı daha çok yansın diye TOMA’ların suları kimyasal silaha dönüştürülüyor, hedef gözetilerek atılan gaz fişeklerinden insanların gözü çıkıyor, kafatası çatlıyordu.Yerlere düşen insanların tekme ve coplarla dövülmesi bu kahramanlığa ekstra bir asalet de katıyordu tabii!
Kurşun yiyen polis ortada yoktu ama Ethem Sarısülük polis kurşunuyla öldürülmüştü.
Başbakan bunları kahramanlık olarak görüyor ve sahip çıkıyorsa söylenecek bir şey de kalmıyor doğal olarak.
Polisiyle ne kadar iftihar etse azdır!
Beş–altı polis, aralarına aldıkları, teslim olmuş gençleri sadistçe döverken bundan kahramanlık çıkarıyorsa helal olsun.
Dinin siyaset meydanlarında uluorta kullanılmasının bir örneği daha ve ne yazık ki Başbakan artık bunu alışkanlık haline getirdi.
“Onlar” dediği insanlar, kendisinden “yüzde elliyiz” diye söz ettiğine göre halkın ikinci yüzde ellisi.Ve bu cümlesiyle onları da bir hamlede “din dışı” ilan ediyor.
İçlerinde dine inanmayanlar da vardır mutlaka ama inanan insanları partisine göre ayrıştırmak, “onlar–bizler” ayrımının altını iyice çizmek belli ki artık yeni bir politika.
Bunun için yalan olduğu artık ortaya çıkmış şeyleri kullanmaktan da vazgeçmiyor.
“Camide bira içtiler” asparagasının üzerinde hâlâ tepinmesinin başka ne anlamı olabilir ki?Öyle görünüyor ki kendinden emin bu havasına rağmen, Başbakan da artık eski karizmasını yitirmekte olduğunun farkında.
Onun için her konuşmasında eli biraz daha yükseltiyor, bir kesime hakaret dozunu arttırırken, diğer kesime “onlardan farklı” olduklarını daha çok düşündürtecek sözler söylemekten çekinmiyor.
“Kin ve nefret duygularıyla toplumu bölmek, halkı birbirine düşürmek” diye özetlenebilecek bir suçu alenen işliyor, bundan siyasi kazanç bekliyor.
Örgütü kim seçiyor?
Olimpiyatlarda ve Akdeniz Oyunları gibi uluslararası spor organizasyonlarında kafilenin önünde bayrak taşıyacak sporcunun seçimi önemlidir.
Sadece sportif başarı yetmez, başka iyi özellikleri nedeniyle liderlik kapasitesi olan, kamuoyunda sevgi gören sporcular aranır.
Bizimkiler bu sefer Rıza Kayaalp isimli güreşçiyi seçmişler.
Sportif başarısı Olimpiyat üçüncülüğü, önemlidir. Ama geri kalan vasıfların hiçbirini haiz değil.
Çünkü terbiyesi bozuk bir ırkçıdan daha fazla bir kişiliğe de tekabül etmiyor! Bakın Gezi Parkı’na alışveriş merkezi yapılmasını protesto etmek üzere başlayan gösteriler sırasında yazdığı tweet’lere:
“Ermenilere bıraktınız meydanı, Allah belanızı versin eylemci çapulcuları.”“Ermenistan halkı kutlama yapıyormuş taksimi işgal ettik türkiyeye rahatça hakaret edebiliyoruz diye.”“Sizin yaptığınız eylemi s.... Vatan hayinleri.” (Attığı mesajlardaki Türkçe bozuklukları bu tosuncuğun kendisine ait, benim suçum değil.)
Bir etnik aidiyeti hakaret olsun diye kullanmak, en hafif tabirle ırkçılıktır, nefret suçu işlendiği anlamına gelir. Eylemcilere ettiği küfür ise kendi ahlak seviyesini gösteriyor.Ve böyle bir adamın eline bayrak verip bir spor organizasyonunun açılışında kafilenin önünde yürütüyorsunuz.
Bu kadarına da gerek var mıdır, bilemiyorum ama şunu söylemeliyim: Yerel yöneticiler ya da ta Ankara’da oturup ülkenin belli bir bölgesi için kararlar alanlar, yaptıkları işlerin o bölgede yaşayan insanların hayatlarında bazı şeyleri değiştirmekte olduğunu bilirlerse ve biraz empati geliştirebilirlerse zaten kimseye bir şey sormak da gerekmez.
Topbaş, Gezi Parkı’ndaki çadırları yakan 4 zabıta memurunun açığa alındığını, taşeron 3 zabıta memurunun ise iş akdinin feshedildiğini açıkladı.
Yani yedi kişi, kendilerinin karar vermedikleri bir kabahat için işlerini kaybettiler.Aileleri, çocukları var. Bir kahvehanede toplanıp “Hadi gidip şu çadırları ateşe verelim” demiş olmaları mümkün değil.
Onlara birisi bu talimatı verdi. Polisin gözetimi altında çadırları topladılar ve yaktılar. Belediyenin olanakları ile kendilerine çadırları yakmak için gerekli yanıcı malzeme temin edildi. Bunları kendi aralarında para toplayıp aldıklarını mı düşünüyorsunuz yoksa?
Hayır, böyle bir şey olmadı, olamazdı da! O insanlar kendilerine verilen bir talimatı yerine getirdiler.
Bir hata yapıldığını düşünüyorsanız o emri vereni cezalandırmalısınız, işini korumak zorunda olan garibanları değil!Tıpkı polis memurları için olması gerektiği gibi!
Uzun saatler boyunca ayakta tutuldular, üç kuruş maaşlarını korumak için kendilerine verilen emirleri uygulamak durumunda kaldılar. İçlerinde sadistik davranışlar göstermiş olanlar olsa bile o davranışların sorumlusu da amirleridir, emniyet müdürüdür, validir.
Bu sözlerini gazetede okurken gözlüklerimi bir kez daha silmek zorunda kaldım ki yanlış okumuş olmayayım.
Evet, aynen böyle söylüyor, polis demokrasi sınavından geçmiş, sınıfta kalmamış!
Onun için Başbakan bir de “karne hediyesi müjdesi” veriyor: “Polisin toplumsal olaylara müdahale gücü arttırılacak!”
Demek ki polisin ağır silah satın alması ile ilgili kanunun neredeyse her yıl gündeme gelmesinin bir nedeni varmış!
Tank, ağır makineli tüfek, savaş uçağı, havan topu gibi ağır silahlarla teçhiz edilecek polisin, toplumsal olaylara müdahale gücünün şiddetini düşünün artık!Çünkü “demokrasi sınavından geçerken” yaptıkları ortada:
Halkın üzerine biber gazı fişeklerini hedef gözeterek sıkmak yetmedi, bir de TOMA’lara kimyasal madde eklediler ki insanları ateşe vermeden yakabilsinler.Güya toplumsal olaylara müdahale eden polislerin kasklarında numara olacaktı, polislerin çoğu numarasız kaskla sokaklardaydı.
Biber gazının kapalı alanlara atılmasının zararlı olduğu konusunda eğitilmiş olmalılardı, bile bile kapalı alana gaz attılar.Ve Başbakan bu performansı beğeniyor, demokrasi sınavı sayıyor, geçer not veriyor!Demek ki AKP’nin ve Erdoğan’ın “ileri demokrasisi” böyle bir şeymiş.