Paylaş
Madem herkes en çok sevdiği yerde yaşayacak, o zaman bu ekibin de çöle gitmek gibi bir hakkı olmalı!
Söylediği bu sözün, geçmişin faşizan “Ya sev, ya terk et” sözünden farklı olmadığını düşünmüş müdür acaba?
Yoksa “amacını aşan bir söz” müydü?
Başbakan çevrecilere “Git ormanda yaşa” dedi ama en azından İstanbullu çevreciler için gidecek pek bir yer kalmadığının farkında olması gereken ilk kişi de kendisidir.
İstanbul neredeyse 20 yıldır Recep Tayyip Erdoğan zihniyetiyle yönetiliyor ve burası artık ormanların çevrelediği bir kent değil.
Bir tür alışveriş merkezi cangılına dönüştü, bunu yapan da Erdoğan zihniyetidir.
Rant uğruna hiç gerekmiyorken İstanbul’un ormanlık son alanlarından birine havaalanı yapılacak.
Ne kadarlık bir alanın kesilip yok edileceğini yakında göreceğiz.
Mevcut havaalanını da TOKİ’ye devredip Ataköy’ün beton bloklarını o tarafa doğru ilerletirler.
Bütün bilimsel çalışmalar üçüncü köprünün kuzeye yapılmaması gerektiğini gösteriyordu, ama köprü ve otoyollar Boğaz’ın kuzeyine yapılıyor.
Güya ormanın altından tünellerle geçilip çevrenin tahribatı önlenecekti ama Tempo dergisi kesilen ormanlık alanın fotoğrafını yayımladı. O ormanın kesilmesinin tek nedeni rant hırsı!
Şehir, etrafındaki ormanlık alanı ufak ufak yiyerek büyüdü, bunu teşvik eden 20 yıldır İstanbul’da iktidarda olan Erdoğan’dır.
Şehrin içinde kalan son açık alanlardan birini (Çamlıca Tepesi) bir kent parkı olarak değerlendirmek yerine, betondan bir ucube kondurmak da onun eseri! İnşaat bitince adına cami diyecekler ama bu, binanın beton bir ucube olduğu gerçeği değişmiyor.
“Git çölde yaşa” diye başlık attım ama böylesine bir doğa tahribatını eminim ki çöl bile kaldıramaz!
Soruşturmadaki ‘abes’ sorular
GEZİ Parkı protestolarını büyüten polis zulmünün sembolü “kırmızılı kadın”ın gözünün içine bir koca tüp biber gazını boca eden polise de “kıdem durdurma” cezası verilmiş.
Gaddar bir yaratık için bu ödül bile sayılabilir.
Soruşturmayı yürüten müfettişler, aşırı şiddet uygulayan polislere “Gaz kullanırken havaya doğru atmak yerine neden vatandaşın üzerine ateş edildi? Gazdan önce neden su kullanılmadı? Gerekli uyarıyı yaptınız mı? Yapılan uyarı anonslarından sonra göstericilerin dağılmaları için yeteri süre beklendi mi?” gibi sorular sormuşlar.
Ortaya çıkıyor ki müfettişlerin de soruşturmaya değilse bile ciddi bir eğitime ihtiyaçları var.
Biliyorsunuz, Anayasa’nın 90. maddesi “demokratikleşme yolundayken” değiştirildi.
Buna göre “usulüne göre yürürlüğe girmiş uluslararası anlaşmalar kanun hükmünde” sayılıyor.
Eğer uluslararası anlaşmalar ile kanunlarımız arasında çelişki varsa, öncelik uluslararası anlaşmalara veriliyor. Çünkü Anayasa değişikliğinin amacı “temel hak ve özgürlükleri AB seviyesine getirmek” idi!
Anayasamız ayrıca “herkesin önceden izin almaksızın toplantı ve gösteri yürüyüşü yapma hakkını” tanıyor. Tek şart: Silahsız ve saldırısız olacak!
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları da, şiddete başvurulmamış, barışçı gösteriler için kimsenin izninin gerekmediğini söylüyor.
Gaz banyosuna tabi tutulan “kırmızılı kadın” da şiddete başvurmamıştı. Orada ağaçların kesilmesini önlemek için öylece bekliyordu.
Yani müfettişlerin sorduğu gibi kendisine “dağılması için gerekli uyarı yapılmasına” hiç ihtiyacı yoktu.
Polise “gazdan önce neden su kullanmadığını” sormak abesle iştigaldi, çünkü polisin zaten böyle bir gösteriyi dağıtmaya hakkı yoktu! Ne gazla, ne suyla, ne de copla!
Tabii burası bir demokrasi ve Anayasa’ya, uluslararası sözleşmelere uyulan bir hukuk devleti ise!
Anlaşılıyor ki öyle değilmiş!
Polis müfettişleri bile barışçı bir gösterinin dağıtılamayacağından habersizlermiş gibi polislere sorular sormuşlar!
Balık baştan kokunca
POLİS müfettişlerinin durumu böyle ama aslına bakarsanız ülkemizi yöneten kişi de onlardan farklı değil.
Başbakan her fırsatta “huzuru bozmak isteyenlere müsamaha edilmeyeceğini” söylüyor.
Huzurun bozulmasından kastı belli: Şu ya da bu nedenle insanların meydanlara, sokaklara çıkmaları, bir şeyleri protesto etmeleri!
Bir demokrasinin olmazsa olmaz insan haklarından birinin, protesto hakkının kullanılmasından rahatsız oluyorlar.
Önce şunu söyleyeyim: “İzinsiz gösteri” diye bir şey yok, çünkü bir protesto gösterisi için “yetkili makamlardan” izin almak gerekmiyor!
Yetkili makamların görevi, gösterinin barış içinde başlayıp bitmesini sağlamak, göstericilerin ve çevrenin güvenliğini sağlamak. Hepsi bu!
Bizde ise polis, yukarıdan aldığı emre istinaden göstericileri zorla dağıtmaya çalışıyor, itiş kakış oluyor!
Bizim yöneticilerimiz bu itiş kakışı “şiddet kullanılması” olarak kabul ediyorlar ve polisin müdahalesine direnenleri “terörist” ilan etme noktasına bile geliyorlar.
Bu da mümkün değil!
AİHM kararları açıkça gösteriyor ki, polisin haksız yere zor kullanarak bir gösteriyi dağıtmasına direnmek de suç değil!
Savcılarımızın AİHM kararlarını, İnsan Hakları Sözleşmesi’ni, Anayasa’nın bunlarla ilgili kesin hükmünü bilmiyor olmaları düşünülemez elbette.
Biliyorlar ama bilmelerine rağmen yasaların dışına çıkarak bu işi zorluyorlar, göstericiler aleyhine davalar açıyorlar.
Bu suçlamalarla açılacak davalarda verilecek cezaların hepsinin birer birer mahkemelerden, o olmadı Yargıtay’dan, o olmadı Anayasa Mahkemesi’nden, o da olmadı AİHM’den döneceği kesin.
Ama buna rağmen böyle davranıyorlar. Hukuk tanımıyorlar.
Böyle rejimlere ne isim veriyorduk?
Paylaş