Sara perche ti amo!

GEÇEN hafta salı sabahı, Roma’da, Bernini Otel’deki odamda bir şarkıyla uyandım.

Haberin Devamı

Daha önce sizlere söz etmiştim, ruhumun tuhaf bir tarafı bu.
Sabahları uyanırken dilimde hep bir şarkı oluyor, bazen neşeli, bazen acıklı. Bazen Türkçe, bazen herhangi bir lisanda!
O andaki ruh durumumla da ilgisini kuramıyorum. Canım çok sıkılmışken yatıyorum, sabah bir de uyanıyorum ki dilimde “Zeytinyağlı yiyemem aman!”
Şahane geçmiş bir gecenin ardından gözlerim kapanıyor, sabah açılıyor ki dilimde “Acılı bir bakış yerleşirse eğer!”
Bunun için henüz bir psikiyatra danışmış değilim, biraz daha yaşlanınca onu da yapacağım elbette ama henüz gerek görmüyorum.
Aslına bakarsanız hoşuma da gidiyor.
Sabahları uyandıklarında tepe sersemi gibi davranan, “Afyonum patlamadı” diye çevrelerine terslik yapanları bu nedenle anlayamıyorum.
Zaten “Afyonum patlamadı” sözünün anlamını da tam olarak bilmiyorum.
Merak etmiyor değilim ama insan hayatında bunun nasıl bir ruh durumuna işaret ettiği ile ilgili bir fikrim yok.
Salı sabahı Roma’da uyandığımda, ki 119 numaralı odaydı, dilimde şu şarkı vardı: Sara perche ti amo!
Bilenlerin bilmeyenlere söylemesine gerek yok, YouTube’da var, bence hemen indirip dinleyin ki şahane bir güne başlamanıza yardımcı olsun.
Sara perche ti amo, Ricchi e Poveri’nin şarkısıdır. Galiba San Remo kazanmış olmalı ama emin değilim. Enerji tasarrufu olsun diye googilize de etmedim.
Şarkıda diyor ki “Sara, çünkü seni seviyorum”!
Seni seviyorum, çünkü içimdeki duygu yavaş yavaş büyüdü, beni sımsıkı tut ve beni dinle!
E vola vola si sa / e vola vola con me! Benimle uççç!
Âşık olmak ile uçmak eylemi arasında zihnimizde bir bağlantı var.
Yüzlerce yıldır şairler, halk şarkıları, daha sonra romanlar bu iki kavram arasında zihnimizde otomatik bir ilişkinin gelişmesine yol açtılar.
Şimdi hiç tartışmadan biliyoruz ki âşık olduğumuzda “uçuyoruz”!
Tabii uçmanın bir sonucu da konmaktır! Uçmayı başaran her şey önünde sonunda bir yere konar. “Gönül” de böyledir, her yere konabilir. Aka da yoka da!
Uçucuların
bir sorunu daha vardır ki o da örümceklerin ağlarına yakalanmaları ihtimalidir.
Sözü uzatmış değilim, bir yere varmaya çalışıyorum.
Ricchi e Poveri’nin şarkısı hâlâ dilimdeyken İstanbul’a geldim ve Çağla Cabaoğlu galerisindeki sergide ilahi işaretle karşılaştım.
Nişantaşı’nda Abdi İpekçi Caddesi 45’te, Lalezar Apartmanı’nın ikinci katındaki galeriye girdiğimde karşıma bir örümcek ağı çıktı!
Çağla temiz kızdır, pişirdiği yenilir mi bilmem, hiç yemeğini yemedim ama galerisinde bir örümcek ağı karşılıyor sizi.
Örümcek ağı, bir enstalasyon ya da Türkçesiyle bir “yerleştirme”!
Geleneksel sanat eserlerinden farklı olarak, özünde bir sanat nesnesi içermese de, belirli bir mekân için yaratılan ve mutlaka izleyicinin de katılımını gerektiren bir sanat türü. Kavramsal bir sanat!
Örümcek ağı enstalasyonu genç kuşağın önemli isimlerinden biri olan Ardan Özmenoğlu’na ait.
İğneoyasıyla bir örümcek ağı
örmüş, galerinin girişinde duvarın köşesinde, bir örümcek ağının olabileceği bir noktaya asmış.
Evet, tuhaf ama gerçek! Cennet vatanımızda Ardan gibi küçücük kızlar bile iğneoyası biliyor! Hınzır tebessümüyle “Ben ördüm” diyor.
Bildiğinizin aynısı ama iple yapılmış bir örümcek ağı bu ve ağ dönüp dolaşıp tam orta noktasında bir elyazısına dönüşüyor. Yazı şu: “Seni bekliyorum!”
Şarkıdaki sinek gibi uçarsan, sonunda gidip takılacağın yer orası!
Eğer bir kadını (ya da erkeği) gerçekten seviyorsanız, bu biraz emek gerektirir.
Beklemeniz, size ihtiyaç duyduğunda hep yanında olacağınızı hissettirmeniz gerekir.
Ardan’ın iğneoyasını ya da bir örümceğin ağını ördüğü gibi, yavaş yavaş, acele etmeden, beklediğiniz sineği ürkütüp, başka yerlere kaçırmadan sabretmelisiniz.
Bu aynı zamanda sizin için de gereklidir, gerçek sevgi yavaş yavaş büyür. Şimşekler çakar, yıldırımlar düşer belki ama aslına bakarsanız huzurlu bir hava ister.
Sevginiz büyüdükçe daha sabırlı olursunuz. Beklersiniz. Dayanırsınız.
Ardan
’ın iğneoyası örümcek ağının ortasına yazdığı gibi doğrudan “Seni bekliyorum” demeseniz bile zımnen hissettirirsiniz.
Ve bana inanın ki her sevgi çağrısı, sonunda yerini bulur.
Bu süre içinde acı çekebilirsiniz, umursanmadığınızı düşünüp kahrolabilirsiniz. Zararı yok.
Şöyle düşünmelisiniz:
Ben sevdiğim insanın hayatını zorlaştırmak için mi varım? Yoksa bana ihtiyaç duyduğu herhangi bir anda yanında olmak için mi?
Başını yaslamak istediği bir omuz aradığında orada olmak için mi?
Saçlarının okşanmasını istediği bir anda başının avuçlarınızın içinde kaybolması için mi?
Bir Arap atasözü var:
“Hayat iki bölümdür. Geçmiş bir rüya, gelecek bir dilek!”
Gözlerine baktığınızda içinizin eridiğini hissedeceğiniz bir rüya görebilirsiniz ama gelecek için bir dileğiniz varsa, sabretmenizi öneririm.
Zaten şarkısı bile var: Sabret gönül, bir gün olur, bu hasret biter!
Rast şarkıdır, Karacaoğlan’ın sözleri üzerine, Sadi Hoşses bestesi! Bugün bitmeden bir kere de onu dinleyin ve benim için de bir kadeh kaldırın lütfen.
Bilin ki oralarda bir yerlerde, aşkına hasretinin dinmesini sabırla bekleyen birileri vardır.
Gözyaşlarını göremezsiniz, içlerine akıtırlar, ama oradadırlar, beklerler, beklerler, beklerler!

Yazarın Tüm Yazıları