“Eğer bu kardeşiniz seçilirse tarafsız Cumhurbaşkanı olmayacağım. İki taraf var bir devlet, bir millet. Ben milletin tarafında olacağım.”“Bu kardeşimizin tarafsızlığı” konusunda kimin bir beklentisi vardı, ben bilemiyorum.
Bütün siyasetini, toplumun bir bölümünü ötekileştirmek, kamplaştırmak üzerine kurmuş bir politikacı kendisi.
Cumhurbaşkanı seçildi diye aniden bir zihin açıklığına uğrayacağını ve “tarafsızlaşabileceğini” düşünecek kadar onu tanımıyor olabilen kalmış mıdır?Hiç sanmıyorum. Erdoğan’dan tarafsız bir Cumhurbaşkanı çıkabileceğini kimse düşünmüyor ama işin garibi de şu ki Anayasa, onun tarafsız olmasını bekliyor!
Erdoğan, politik varlığını toplumun bir kesimini ötekileştirmek üzerine kuran her siyasi demagog gibi konuşuyor.Tarafsız olmayacakmış, çünkü devlete karşı milletin yanında yer alacakmış!
Yani “devlet” diye bir kesim var. Bunlar kimlerden oluşuyor olabilir? Kısaca sivil–asker bürokratlar diyebiliriz.
Millet vergisini veriyor, bir devlet mekanizması oluşuyor, milletin savunma, eğitim, sağlık, ulaşım, enerji gibi ihtiyaçlarını bu mekanizma karşılıyor.
Onlarla, millet karşı karşıya gelecek ve Erdoğan da burada milletin yanında yer alacak, onu devlete yedirmeyecek!
Oy ve Ötesi gönüllüleri, yerel seçimlerde İstanbul’da oyların yüzde 97’sinin tasnif ve sayımında görev aldılar.
Tüm sandıkların tutanaklarını elde edip incelediler ve kendi yaptıkları çalışmalar ile ortaya çıkan sayım farklılıklarının hangi sandıkta meydana geldiğini, partilere hangi sandıklara itiraz etmeleri gerektiğini bildirdiler.
Yerel seçimlerde istanbul’da 27 bin Oy ve Ötesi gönüllüsü görev yaptı.Yalova seçimlerinde tüm sandıklara ikişer gözlemci ve ciddi bir avukat ordusu ile yer aldılar, olası sahtecilikleri caydırdılar. Oy ve Ötesi, Cumhurbaşkanı seçimlerinde bu kez örgütlenme alanını genişletiyor.İstanbul ile birlikte Ankara, İzmir, Adana, Bursa ve Antalya’da da gönüllüleri sandığa ve oylara sahip çıkmaya çağırıyor.
Bu altı kentimizde kullanılacak oylar, toplam oyların yüzde 40’ına karşılık geliyor.
YSK’nın da yardımıyla seçimi bir tür “tek adam gösterisine” çevirmeye çalışan Başbakan ve adamları, seçmenlerin bir bölümü üzerinde ciddi bir moral ve motivasyon sorunu yaratmayı da başardılar.
Çünkü biliyorlar ki seçime katılımın düşük olsası, birinci turda seçimi kazanmaları anlamına geliyor.
Sandığın sahipsiz kalması da cabası!
Geçtiğimiz ay, bir vaftiz töreni sırasında sekiz kişilik bir grup kiliseye girmiş.
Ellerinde bıçaklar da varmış ve Hürriyet’te yayımlanan habere göre, gruptan bir kişi kendilerine engel olmaya çalışan bir kilise görevlisini de bıçak ile tehdit etmiş.O sırada kilisenin önünden geçen üç ayrı polis ekip otosu, kilise görevlisi kendilerine seslendiği halde durmayıp, geçip gitmişler.
Aynı kiliseye mayıs ayında da kimliği bilinemeyen 3–4 kişilik bir grubun girdiği, içerideki mumları dağıttıkları, çevrede bulunan vatandaşların dumanı fark ederek olaya müdahale ettiği biliniyor.
İçişleri Bakanı olayı incelemek için iki müfettiş görevlendirmiş. Nasıl bir sonuç çıkacağını hep birlikte yakında öğreneceğiz.
Saldırı sonrası gelişmeleri Taraf’ta Hayko Bağdat’ın yazısından öğrendim.
Bu yazıyı buraya aktarabilmeme olanak yok. Taraf’ın internet sitesinden Bağdat’ın “Zor bir yazı” başlıklı yazısını okuyabilirsiniz.
Kısacası şu: Bağdat’ın bu olaya dikkat çeken ve İçişleri Bakanı’nı göreve davet eden ilk yazısından sonra Kilise bir açıklama yapmış.
İsminin önündeki “Dame” unvanını, Kraliçe’den almış. Eskinin “şövalye” unvanına karşılık geliyor, ödüllendirilen erkek ise isminin önünde “Sir”, kadın ise isminin önünde “Dame” unvanını taşıyor.
Şövalye yazarın, “Matisse Öyküleri” isimli öykü kitabı geçenlerde yayınlandı. (Çeviren: Ayşe Nihal Akbulut, Can Yayınları.)
İsmi sizi yanıltmasın, kitapta Matisse’in kendisi yok. Ancak öyküler, onun resimleri etrafında cereyan ediyor.
Bu öykülerden biri “Medusa’nın ayak bilekleri” ismini taşıyor.
Bir kadın berberi olan Lucian, bir gün Charing Cros Road’da yürürken, bir dükkânda Matisse’in “Pembe Çıplak” isimli tablosunun röprodüksiyonunu görüyor ve onu alıp kuaför salonuna asıyor.
Bu resim, Matisse’in soyutlama ve basitleştirmeye doğru çıktığı yolculukta, önemli bir dönüm noktasına denk geliyor. Resimdeki kadın, Matisse’in ilham perisi, ömür boyu bakıcısı ve asistanı Lydia Delectorskaya’dan başkası değil.
Matisse, bu resmiyle temel çizgileri abartarak, kadınlığın düz bir sembolünü oluşturmayı hedeflemiş.
AKP Sözcüsü Hüseyin Çelik de açıklama yapmış, “Hiç kendinizi yormayın, Başbakan istifa etmeyecek” demiş.
“Anayasa’nın ve bugüne kadar Türkiye’de teamüllerin emretmediği bir şeyi Başbakan’dan isteme hakkına sahip değilsiniz” diye de eklemiş.
Önce “teamül” meselesine girelim. Böyle bir teamül zaten olamaz çünkü böyle bir seçim ilk kez yapılıyor!
“Anayasa’nın emri” ile de konunun hiç ilgisi yok, çünkü Anayasa’nın değil, Cumhurbaşkanı seçimi ile ilgili kanunun “ruhundan” söz ediyoruz.
Kanun bütün devlet görevlilerinin, adaylıklarının kesinleşmesinden itibaren görevlerinden ayrılmalarını öngörüyor.
Başbakan’ın en üst düzeydeki bir devlet görevlisi olduğu gerçeğini bir kenara itmemiz mi gerekiyor bu durumda?
Kanunda, başbakan açık olarak yazılmamış ve YSK da buna dayanarak istifayı gerekli görmüyor ama kanunun özü, kamu görevlilerinin aday olmaları durumunda kamu gücünün seçim için kullanılmasını sınırlamak
Ben Hürriyet’te Genel Yayın Müdürü Yardımcısı’ydım, Erdoğan da Refah Partisi’nin İstanbul Büyükşehir Belediyesi başkan adayı idi. Bir gün Hürriyet’e, o zamanki Genel Yayın Müdürü Ertuğrul Özkök’e ziyarete geldi. Seçimlerden önce adaylar gazeteleri ziyaret ederler, öyle bir ziyaretti işte.
O gün çaylar içilirken şöyle dediğini hatırlıyorum, çünkü hiç unutmadım: “Ben seçimi kazanacağım, iyi bir belediye başkanı olacağıma inanıyorum, çünkü yıllardır bunun için hazırlanıyorum.”
Seçim gecesini çok iyi hatırlıyorum, ablamın doğum günüydü, rahmetli Ömer sağdı, Yasemin daha altı yaşındaydı ve seçim gecesini gazetede geçirmek yerine, onlarla birlikteydim. Divan’da yemek yerken Refah Partililerin kornalar çalarak tura çıktıklarını izlemiştim.
İdeolojik olarak hiçbir zaman Erdoğan ile mutabık olmadım. O başka bir dünyanın insanıydı, ben başka bir dünyanın.
“Durmuş saat bile günde iki kere doğruyu gösterir” diye bir söz var, Erdoğan ile kişisel ortaklığım bundan ibaret oldu.
AB için çalışırken, askeri vesayet ile mücadele ederken, 28 Şubat’ın akıldışı muamelelerine maruz kalırken, yaşadığım kent ve ülke için değerli olduğunu düşündüğüm işleri yaparken onunla mutabıktım.
Mutabık olmadığım konuları zaten biliyorsunuz, tek adam olmak arzusundan, diktatoryal eğilimlerinden, insanların yaşam biçimlerine karışmayacağını bin kere söylediği halde her dakika bunu yapıyor olmasından hazzetmiyorum.
Verilmiş sadakam varmış ki hâlâ hayattayım, yıkılmadım.
Aylardır merakla bekliyordum, AKP’nin cumhurbaşkanı adayı kim olacak diye!Başbakan Erdoğan, “Hepinizi ters köşeye yatırırım” dediği zaman merakım daha da artmıştı! Dediğini yapardı çünkü.
Ve bu aylar süren heyecanlı bekleyiş, dün sabah saat 11.48’e kadar sürdü.
Televizyonlarda bu tarihi anın canlı olarak yayınlanacağını sabah gazetede okumuştum, ona göre hazırlığımı yaptım.
Bir paket patlamış mısır, patlamış mısırın tuzu ve yağının vücudumda yaratacağı zararları önlemek için bir kutu yaban mersini ve karadut suyu, bir termos kahve, kahvenin zararlarına karşı evde mayalanmış bir kase yoğurt! Bir kutu kâğıt mendili de tedariklemiştim ki Arınç nasıl olsa ağlar, onu öyle görünce dayanamam, ben de ağlarım diye!
AKP adayı olarak sürpriz bir isim açıklanır ve bunun yaratacağı heyecana dayanamam, tansiyonum çıkar, kalbim çarpar diye bir dilaltı hapını da sehpanın üzerine yerleştirdim.
Televizyonda böyle heyecanlı yayınlar olunca, bizim aile geleneğimiz, hep birlikte izleriz.
Açıklamasına göre zaten yerel seçimlerden önce Başbakan Erdoğan’a yeniden aday olmayacağını söylemiş.
Bunu biz “milli iradeden” bugüne kadar neden sakladığını anlayabilmiş değilim.
Bu soru Cumhurbaşkanı’na belki on kere soruldu ve her seferinde yanıt olarak “Zamanı gelince öğrenirsiniz” türünden yanıtlar verdi, mesela Uşak’ta “Bakalım” demişti.
Elbette Cumhurbaşkanı’nın bu son açıklamasının Nasreddin Hoca fıkrasında olduğu gibi “Ben zaten inecektim” türünden bir açıklama olduğunu iddia edecek değilim.
Öyle diyorsa, öyledir!
Ancak ortada yanıtsız kalmış bir soru hâlâ var.
Cumhurbaşkanı Gül, görev süresinin bitiminden sonra aktif siyaset içinde kalacak mı, yoksa bir köşeye çekilip, emekliliğinin tadını sürecek, babasının bağına gidip pekmez mi kaynatacak?Ancak, ikinci seçeneğin Gül’ü çok mutlu edeceğini zannetmem.