Paylaş
AKP Sözcüsü Hüseyin Çelik de açıklama yapmış, “Hiç kendinizi yormayın, Başbakan istifa etmeyecek” demiş.
“Anayasa’nın ve bugüne kadar Türkiye’de teamüllerin emretmediği bir şeyi Başbakan’dan isteme hakkına sahip değilsiniz” diye de eklemiş.
Önce “teamül” meselesine girelim. Böyle bir teamül zaten olamaz çünkü böyle bir seçim ilk kez yapılıyor!
“Anayasa’nın emri” ile de konunun hiç ilgisi yok, çünkü Anayasa’nın değil, Cumhurbaşkanı seçimi ile ilgili kanunun “ruhundan” söz ediyoruz.
Kanun bütün devlet görevlilerinin, adaylıklarının kesinleşmesinden itibaren görevlerinden ayrılmalarını öngörüyor.
Başbakan’ın en üst düzeydeki bir devlet görevlisi olduğu gerçeğini bir kenara itmemiz mi gerekiyor bu durumda?
Kanunda, başbakan açık olarak yazılmamış ve YSK da buna dayanarak istifayı gerekli görmüyor ama kanunun özü, kamu görevlilerinin aday olmaları durumunda kamu gücünün seçim için kullanılmasını sınırlamak
değil mi?
Evet, minare çalınmadan önce kılıf hazırlanmış, kanuna “başbakan” yazılmamış ama bu “siyasi ahlak” açısından uygun bir durum değildir.
Gerçi seçilirse, Anayasa’yı sonuna kadar zorlayacağını söyleyen bir adaydan söz ederken konunun “siyasi etik” meselesine gelmesinin ne anlamı var diye düşünmek mümkün tabii.
Ama bir “cumhurbaşkanı adayından” da daha yola çıkarken “siyasi etik” ile ilgili beklentilerimizin olması da doğal değil mi?
Gül’ün siyasi geleceği
AKP kulislerinden sızan haberlere bakılırsa, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, eğer Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanırsa, partide “iki başlılığa” karşı imiş.
Yani “partinin başına bir kişi, Başbakanlığa başka bir kişi” formülü böylece ortadan kalkmış oluyor.
Bu durumda şimdiki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün de “görev süresi” tamamen dolmuş görünüyor.
Çünkü Erdoğan seçimi kazanırsa, partisinden istifa edecek ve kongreye kadar parti, Başbakan’ın AKP’deki yardımcısı durumunda olan Mehmet Ali Şahin’in yönetiminde kalacak.
Başbakan’ın parti başkanlığından ayrılmasından 45 gün sonra yapılacak kongrede de AKP yeni bir genel başkan seçecek ve bu seçilecek kişinin aynı zamanda Başbakanlık makamına getirilebilecek bir özelliğe sahip olması gerekiyor.
O da milletvekili olmaktır!
Bu durumda partinin başına geçecek ve hem Başbakanlığı, hem parti başkanlığını genel seçimlere kadar yürütecek olan kişi Abdullah Gül olamaz, çünkü milletvekili değil.
Milletvekili olabilmesi için 2015 Haziran ayındaki seçime kadar beklemesi gerekecek ki eğer kulislerden sızan haberler doğruysa bu, o tarihe kadar partinin başına da geçemeyeceği anlamına geliyor.
Başbakan’ın, “paralel yapı ile mücadele konusunda”, Abdullah Gül’ü yeterince sert bulmadığı, kararlı durmadığını düşündüğü de daha önce kulislerden sızmıştı.
Bana öyle geliyor ki Erdoğan, seçildikten sonra genel seçimlere kadar hem partiye, hem hükümete hâkim olabilip olamayacağını test ettikten sonra, kendisine mutlak biat edecek bir ismi partinin ve hükümetin başına getirecek.
Bu durumda da Abdullah Gül’e emekli olmaktan başka çare kalmıyor gibi!
Erdoğan’ın şansı CHP’nin yapısı
CUMHURBAŞKANI seçimi her açıdan eşitsiz bir seçim olacak.
Adaylardan biri her şeyiyle hazır, kampanyasını nasıl yürüteceğini biliyor, belli bir süre devletin olanaklarından da sonuna kadar yararlanarak, memleketi dolaşacak, mitingler yapacak.
Partisinin zaten bir para sorunu yok, gerektiğinde kampanyayı finanse edebilmek için gerekli parayı havuzlardan temin etmesi de son derece kolay.
Arkasında muazzam bir medya gücü var. “Gık” dese, televizlonlar canlı yayından bu mesajı iletiyorlar, çoğu bedava dağıtılan hatırı sayılır bir gazete desteği de arkasında.
Diğer iki rakibi, bu durumda yola zaten çok geriden çıkmış bulunuyor.
Bu dezavantajı ortadan kaldıracak tek şey, adayların arkalarında duran parti örgütlerinin canıgönülden çalışmaları olabilirdi.
Görebildiğimiz kadarıyla, Demirtaş’ın partisinin bu konuda bir sorunu yok. Bir adayları var ve parti, bütün örgütü ve gücünün yettiği kadar onun arkasında duracak, kampanyasını sürdürecek.
İhsanoğlu için aynı şeyi söyleyemiyoruz.
Şu andaki tabloda ne CHP örgütünün ne de MHP örgütünün bu adaya heyecanla sarıldığını, kampanyasında fedakârca çalışacaklarını gösteren bir işarete rastlamadık.
Hatta CHP içinde bir kanat, bu seçimin kaybedilmesini, kendi parti içi mücadelesi için bir politik dönüm noktası olarak görüyor.
Hesapları basit: Ortak aday seçimi kaybederse, bunun sorumlusu Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu olacak ve onunla hesaplaşmak için yeni bir fırsat doğacak.
Tek dertleri var, “parti küçük de olsa benim olsun”!
Böyle bir zihniyetin etkisi altındaki parti örgütünün, bu seçim için nasıl çalışacağını da tahmin edebilirsiniz.
Örgütün bir bölümü ortak aday için çalışırken, diğer bölümü bir kenara çekilip ellerini ovuşturarak bekleyecek.
Böyle bir muhalefet partisinin varlığı, Erdoğan’ın şansı, demokrasimizin ise şanssızlığıdır.
Paylaş